NESİLDEN NESİLE ZORLUK DEVRİ

Annem ve babam, köyden kente göçün büyük çilelerini yaşamış neslin çocuklarıydı. İkinci Dünya Harbi, Kore Harbi, Kıbrıs Harbi, birçok darbe, muhtıra, sağ sol çatışması, ekonomik krizleri ömürleri boyu yaşamış siyasi partiler kavgalarının bizzat mağdurları olmuşlardı. Onlar tipik halk yığınlarının muhteşem örnek ebeveynleriydiler.

Annem sağ ve neredeyse Türk devletiyle yaşıt. Halen aklı yerinde ve onu konuşturur ve not alırım.

İkisi de zor şartlarda yaşadılar. Bizleri de zor şartta yetiştirdiler ve okuttular. Onlar için bildik mütevazi yaşamın gayesi; evi geçindirecek asgari bir gelir, çocuklarının okuyup ekmek sahibi yapıp, evlendirip çoluk çocuğa kavuşkarıştırması ve tekrar doğdukları yere geri dönmekti.

Gurbet ellerde en büyük lüksleri; yazları memleketlerine gitmek, arada sırada yazlık sinemaya ailesini götürmek, komşularla bol bol sohbet etmek, yaşadıkları ve geldikleri memleketin sorunlarıyla ilgilenmek, şehre yeni göçenleri barındırmak, iskân ettirmek, işe yerleştirmekti. Ama her şeyden ve hepsinden önemlisi çevreye ve topluma karşı duyarlıydı. Devletlerine güvenleri tamdı ve geleceğe dair çok büyük umutları vardı.

Sonra sıra bizdeydi. Biz daha iyi ekonomik ve yaşam koşullarına sahip olsak da, 1980’lerde kapitalizmin kuralları ülkemizde geçerli olmaya, işlemeye başlamıştı. İnsanların cebindeki parası kadar yaşamasına son verdiler. Hayaller satmaya başladılar. İstiyorlardı ki, o yetiştiğimiz minimize hayattan çıkıp, hızla tüketim toplumu bireylerine dönüşelim. Ve toplumu tuzaklarına düşürdüler. Yavaş yavaş enflasyonla, dövizler, bankalarla tanışmaya başladık. Kapitalizm 1990’ların ortasına doğru bankalarıyla bizleri iyice kuşattı.

Şiddetli enflasyon şartları altında her yıl hızla fakirleşiyorduk. Ama yine de Türkiye’de o zamanlar işini düzgün yaptığına inanılan Türkiye İstatistik Kurumu vardı ve daha şimdiki gibi siyasallaşmamıştı. Gerçek enflasyon rakamlarını açıklıyordu ve çalışanlar enflasyonun altında daha az eziliyor ve daha az yara alarak çıkıyordu.

Bizler normal devlet okullarında okuduk. Çocuklarımızın Anadolu liselerinde ve seçme liselerde okuması için yarış atına çevirdiğimiz günler bile şimdiye göre daha masumdu. Çünkü bu okullarda yetişenler başarılı oluyordu. Yıllar içinde kapitalizmin milli eğitime nüfusu artmaya başladı. Özel dershaneler, okullar ve dersler artık zengin çocuklarının ulaştığı sitem olmaktan çıktı ve orta sınıf bu tuzağa düşerek varını yoğunu çocukları için harcamaya başladı. O günlerin yine de iyi günler olacağını nereden bilebilirdik ki?

En azından bazılarımızın çocukları daha iyi konumlara gelse de, kapitalizm vahşi sömürü düzeninin tuzaklarını çoktan kurmuştu. İnsanların cebindeki parasından, aldığın ücrete kadar her şeyin farkındaydı. Kapitalizm, insanları gelirinden çok daha fazlasını harcamaya, markacı tüketici olmaya zorluyordu.

Özel sektör hızla kapitalizmin ortağı olurken, sosyal yapı olması gereken devlet, artık kapitalizmin büyük işletmesi haline gelmişti. Yaptığı yatırımlar, kendini yöneten siyasi iktidarların yandaşlarına rant sağlayacak türden alanlara yöneldi. Devlet, en büyük kapitalist şirkete döndü. Eğitimin kalitesi bozuldu, fırsat eşitliği kalktı, bir büyük yargıç “ vicdan ile cüzdan arasına sıkıştık” cümlesini ifade edecek kadar acz içinde olduklarını itiraf etti.

Şimdilerde iktidar, normal devlet okullarının ağırlığını İmam Hatip Liseleri kurmak yönünde kaydırdı. En gözde yerlerdeki okulların yanı sıra, en gözde mekânlara İmam Hatip Liseleri açarak eğitimi şekillendirmeye çalışırken, çocuğunu normal devlet okuluna gönderemeyen insanlar ya imam hatip lisesini tercihe zorlanıyordu ya da insanlar aç gezip, susuz gezip çocuklarını özel okullara yazdırmak zorunda kalıyordu.

Günümüzde bu tuzağa düşen genç ebeveynler var. Kara kara düşünüyorlar. “Çocuklarımızı nasıl okutup yetiştireceğiz?” Özel okulların İstanbul bedeli çok ağır, ve üstelik başarıları sınırlı. Sanırım bir çocuk üniversiteye gidene kadar sabit fiyatla dahi olsa 250-300 bin liradan aşağı okumaya şansı yok. Ayrıca sokağın, çarşı pazarın enflasyonuna göre devletin yani iktidarın enflasyonu yarı yarıya ve hatta belki de iki katı daha düşü oranda.

Büyük patron devlet. Ülkedeki ne kadar emeği ile çalışan varsa hepsinin asgari ücretini belirliyor. Kim ne derse desin halk hızla yoksullaşıyor. Düşük enflasyon hesaplarına göre ücretlendiren halk yığınları, aç gözlü kapitalist anlayışın fırsatçılarınca soyulurken, devlette düzene uyup, vergi üzerine vergi koyarak halkın daha da yoksullaşmasına sebep oluyor.

Şimdiki nesillerin işi bizden zor. Torunlarımızın işi ise hepten zor. Çünkü devlet, halk yararına Robin Hood olması gerekirken, Türkiye’de gelir dağılımı ve GSMH’ladan halka düşen pay ne yazık ki hiç de yeterli değildir.

Meşhur Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi çatırdamak üzeredir. Çünkü bu ihtiyaçlar günümüzde ekonomik güce bağlıdır. Yoksullaşan halk huzursuzlanır ve mutsuz olur. Maslow, ihtiyaçları şu şekilde kategorize etmektedir.

  1. Beslenmek, nefes almak, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma, boşaltım gibi fizyolojik ihtiyaçları

  2. Beden, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği gibi güvenlik ihtiyaçları.

  3. Arkadaşlık, aile olma, cinsel mahremiyet, ait olma, sevgi, sevecenlik ihtiyaçları.

  4. Özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları tarafından saygı duyulmak gibi saygınlık ihtiyaçları.

  5. Erdem, yaratıcılık, içtenlik, problem çözücülüğü, önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak gibi kendini gerçekleştirme ihtiyaçları.

Dikkat ederseniz her şeyin ucu istikrara, barışa, huzura ve güvene ve ille de ekonomik yapıya ve güce dayanmaktadır.

Ekonomimiz günden güne bozulduğuna, güvenimiz günden güne zafiyete uğradığına göre hadi hep beraber düşünelim halimiz nicedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar