Osman Selim Kocahanoğlu

Osman Selim Kocahanoğlu

ESKİ MECLİS BAŞKANI İSMAİL KAHRAMAN'A YARI KAPALI, YARI AÇIK BİR MEKTUP

Bugün siz okurlara başka şeyler yazacakken, Erciyes'in eteğinden gelen bir mesaj yönümü değiştirdi. İsmail Kahraman'a bir yazı yazamaz mısınız diye soruluyordu. Aklıma hemen şu geldi. Bir zamanlar Gerçek Hayat dergisinde Fetvacıbaşı Hayrettin de yazardı. Bir delikanlı ona şunu sormuştu. Hocam ben modern tuvaletlere oturup taharetlenme işini rahat yapamıyorum. Ne tavsiye edersiniz? Asrımızın büyük fukahası bizim Karaman'ın cevabı şöyleydi:

- Evladım madem tuvaletlere rahat oturamıyorsun, o zaman cebinde çakıl taşları bulundurmalısın.!

İşin sonu ne oldu bilemem. Ama anlıyoruz ki hurma kültürü modernite ile ilk çatışmasını daha tuvaletlere otururken yaşıyor.. Hocamız da ona Bedevi kültürünü tavsiye ediyor.

Bunu şunun için yazdım. İsmail Kahraman Meclis başkanı seçilince ilk yaptığı iş makam odasındaki el yıkama musluğunu normal yüksekliğinden ayak hizasına indirtmek olmuştu..O zamanki basının bir haberiydi bu.

Geleceğim nokta şurası ki, bu alışkanlık ve terbiyede olan eski Meclis başkanı sıfatıyla birisi, bir toplantıda anayasa ve Laiklik üzerine konuşmuş, ağzından çıkan sözler de hemen basına yansımış. Beyefendi Külliye sektörünün Anayasa değişiklikleri planı üzerine görüşünü açıklamış. Ona göre Anayasanın değiştirilemez ilk dört maddesi kaldırılmalı, daha önemlisi de "Laiklik" kavramı tamamen çıkarılmalıymış.

Ben de şunu düşündüm. Henüz doğru dürüst modern tuvaletlerde "taharetlenmeyi" bile beceremeyen bir zihin yapısı, anayasa ve laiklik üzerine ahkam kesiyor. Demezler mi, laiklik kim sen kim be kardeşim. Bu kültürün, anadan doğma cumhuriyet düşmanlığını bilmezden gelen bizim medya tosuncukları da, bu sözleri hemen gündeme taşımışlar....

Ben ve akademya açısından bu sözlerin, Anayasa hukuku, devlet - toplum ilişkisi ve bilimsel düşünce platformunda bir değeri olmadığı için üzerinde durmayacağım. Zira bu sözlerin cami imamının bilgi düzeyinden ileri bir değer taşımadığını, kendi yandaşları hariç herkes takdir edebilir.

Bu sözlere en sert tepki Devlet Bahçeli'den gelmiş. Kendince siyaset ve akıl dışı olan bu ham sofu kaba yobaz söylemine karşı güya celallenerek şöyle demiş:

"... Anayasanın değiştirilemez ilk 4 maddesi milli varlığımızın kilididir, Gazi Meclis her meselenin çözüm mekanıdır, fakat ihanetin ve bölünmenin çözüm mekanı değildir..."

Hamasetiniz iyi ve güzel de sayın Bahçeli, ortaçağ kabile kültürünün devamı olan günümüz siyasal İslamı ve Külliye iktidarının, ŞERİAT özlemlerini şimdi mi öğrendiniz? Bu zihniyeti bu noktalara taşıyan ve cesaretlendiren sizin politikanız olmadı mı?

İsterseniz on yıl öncelerini şöyle bir hatırlayalım. AKP iktidarının ilk başlarında entel liboş denilen hoş kokulu bir aydınlar grubu türemişti. Nilüfer Göle, Orhan Pamuk, Murat Belge, Medine Vesikacıları, 2. Cumhuriyetçi tayfa v.s. Abant toplantılarında, Fetö'cü ve ülkücülerle yanyana AKP iktidarını desteklemişlerdi. AKP bizi güya AB'ne sokacak, tüm sorunlar demokratik yolla çözülecekti. Zihin arkaları, yeter ki şu Kemalist cumhuriyet yıkılsın derdiydi. Bu liboş takımı kendileri için "yetmez ama evet "sloğanını kullanıyordu. Sonradan "kullanışla aptallar" denilmişti. Meğer tam yerindeymiş. Bunu şimdi kendileri de kabul ediyorlar.

Geçen hafta gene Paris'te toplanıp günah çıkamışlar. Nilüfer Göle diyesiymiş ki, o günlerde biz ÖFÖRİ içinde idik. Öföri de psikiyatride beyinsel hastalık anlamına geliyormuş. Kısacası pişmanlık duyuyorlarmış... Atı alan Üsküdar'ı geçtikten, Şeriat sesleri duyulduktan sonra...

Gelelim Bahçeli'ye. Ne olduğu belirsiz şu UCUBE tek adam sistemine geçilirken, önde gideni siz değil miydiniz? Bari siz de "yetmez ama evetçi, kullanışlı aptallar" gibi samimi bir pişmanlık sergileyiniz.

Tekrar gelelim Laiklik kavramına nefret duyan kültürün temsilcisine. Bilen bilir ki siz, hurma kültürünün medrese, tarikat ve Nurculuk dehlizlerinde yıkanıp temizlenmiş, hasbelkader Meclis başkanı olmuş birisiniz. Akademik ve kültürel birikimle zerre ilginiz de yok...

Gençliğinizde şu veya bu fikirde, hayal ve hülyalar içinde olabilirdiniz, ama yetmişine gelince, devlet ve toplum süreci zihnininizi olgunlaştırmadı mı? Eğer yetmişinde de aynı kalmışsanız, biz buna Osmanlı kültürünün "mürteci veya irticaiyyun" sıfatını verebiliriz. Şimdi ki adı ham sofu kaba yobazlıktır...

Medrese öğretisinde mollanın beynindeki akıl melekesi sert bir kabukla çevrilidir. Bu kırılmadan öze ulaşılamaz. İsmail Kahraman da bunun şahane örneğidir. Şimdi onun ham sofu kaba yobaz hülyasından bir eylemini görelim.

1969 yılında Yargıtay başkanı İmran Öktem, açılış konuşmasında Laikliğe bağlı olduğunu söylemişti. Ne demekti bu?. Müslüman bir ülkenin Yargıtay başkanı nasıl laik olurdu? Medrese kafasında laiklik "dinsizlik" demekti.Onun cenaze namazı bile kılınmazdı. Cenaze töreninde protesto eylemi düzenlendi. Allah adına yapılan bu protestonun başında gene bizim Rizeli delikanlı vardı. Abdullah Cevdet'in Ayasofya'da cenaze namazına homurdanan mollalardan zerre farkı yoktu.

16 Şubat 1965'de Taksim'de Devrimci gençler 6. Filoyu protesto eylemi yapmıştı. Öfkeli bir grup da taş sopa ve bıçaklarla bunların üzerine saldırmıştı. Saldıran grubun önünde gene MTTB başkanı vardı. Arkasında da illerde sabah namazı eylemleri başlatan Anzavur kalpaklı diaspora müslümanı derviş MEŞE (Eygi) bulunuyordu. Kanlı Pazar diye tarihe geçen ve iki kişinin öldüğü bu olay takunyalı softaların eylemiydi, 31 Mart gericiliğinin aynısıydı. 6.Filo bu müslüman tosunların Komünizme karşı Kabesi/ kıblesi olmuştu, Amerika'nın da gizli piyonlarıydı.

Şimdi, "laiklik kaldırılmalı, onsuz bir anayasa istiyoruz" diye ortaya çıkan kişi, işte bu karanlık dehlizlerin emperyal oyuncağı biri olmalıydı. Şimdi, lacivert takım, ütülü pantalon, kolalı gömlek cilalı iskarpin giydiğine, versace kravat taktığına bakmayın, hepsi kabile kültürünün hiç yontulmamış kullarıdır. Cumhuriyet, Atatürk, laiklik ve modernite düşmanlığı bunlara sonradan arız olmuş değil, aile boyu ve anadan doğmadır. Hurma kültürü ve Risalei Nur softalığı halen zihinlerinde yanyana ve içiçeler...

Yetmişini geride bırakmış, Sünni biri olarak ben de, inanıp iman getirerek söylerim ki, tüm ilahi ve kitabi dinler çağının ürünü ve bir ahlak nizamı olarak gelmiştir. Konuşan bu kişi ise hukuk mezunu olsa da, hukuka değil fıkıha yakındır, zihni "maşeri" vicdana tekabül etmemektedir. Aksi halde eski TBMM başkanı olarak, bir cemaati değil tüm toplumu kucaklaması gerekirdi. İslam dünyasının tek çağdaş devleti olan Türkiye'yi, selefi Taliban kafasıyla algılamazdı. Gözleri 57 İslam ülkesinden hiçbirini görmüyor, Katip Çelebi'nin ümmet-i büleha dediği cehl-i mürekkep takımından olduğunu da anlamıyor.

Halen kafaları İbni Kesir'in düz dünya teorisi ve 30.000 boynuzlu sarı öküzde. Hasbelkader Meclis başkanı olması da sözlerine hukuksal bir değer katmıyor. Zerre tarih bilgisi ve bilinci olmadan, Cumhuriyet modernizmine nefret duyan bir vicdan, ancak ve ancak fiziksel ve zihinsel bir fenomen olur.

Meclis başkanlığı yapmıştır ama, ülkenin dirlik ve düzenliği ve bütünlüğünü temsil ettiğini unutmuştur. Çağdaş düşünce ve Laik Cumhuriyetin kurucu teorisiyle zerre ilgisi yoktur. Anayasada yazılı Türk milleti veya Türklük kavramıyla ilgisi de sınırlıdır. Etno kültürel kimlik ve kişiliği, kavm-i necip soylusu olamadığının pişmanlığıdır. Cumhuriyet vatandaşlığına yakınlığı ise, "etrak-ı bi idrak" soyunun lisanını zorunlu kullanma talihsizliğinden ibarettir.

-II-

Bu yazıyı yazarken biraz da kendi sayfamı karıştırdım. Gördüm ki, bu muhtereme meğer Meclis başkanı iken de iki yazı da yazmışım. 2017 yılındaki bu yazımı paylaşarak onu biraz daha yakından tanıyabilir, bu yazıyı da tamamlamış oluruz. Aynen şunları yazmışız:

"... Bu satırlar size ikinci ariza oluyor. Birincisini Müftü ve İmamlara nikah kıyma yetkisi veren torba yasa üzerine yazmıştım. O layiha Resmi Ceridede yayınlanınca, artık MEDENİ Kanun yerine MEDİNE Kanunu uygulanacak, çocuklarımızın veled-i zina olup olmadığını nikahta iken öğrenilecektir. Yasanın çıkması için gösterdiğiniz gayreti kutlarız.

Şimdi de Devlet Madalya ve Nişanlar Kanunu ve Ödül Yönetmeliği değiştiriliyormuş. Bununla devlete ve insanlığa üstün hizmeti geçmiş bilim insanı ve sanatçılara Şeref, üstün hizmet ve övünç madalyası veriliyor. Ancak bu kanunda Atatürk'e sövenlere madalya ve nişan verileceğine dair bir hüküm yok.

Külliyenin ve sizin de ağabeyiniz olan Püsküllü Kadir, geçenlerde "ŞERİATIN çok yakında geleceğini, yolun yarısına gelindiğini, zamanı gelince o heykellerinin köpek leşi gibi yerlerde sürüneceğini," müritlerine açıkladı.

Sizin ve camianızın ağabeyi olan bu muhterem bu sözleriyle Devlet Şeref ve Övünç Madalyasını çoktan haketmiştir. Yönetmelikte yapılacak ufak bir değişiklikle bu zata madalya yolu açılmalıdır. Yasanın öngördüğü objektif nitelik ve kıstaslara yeni hükümler ilave edilmelidir :

(1) Bu ödülü alacak püsküllü Şeytanın ilkokulda iken, Gazi'nin duvarda asılı fotoğrafını parçalayıp, okuldan bir hafta tard cezası aldığı anılarında yazılı.

(2) Büyük şeref madalyası verilecek bu adama, daha önceleri bir deli /meczup/şizofren raporu verilmiş olduğu da dikkate alınmalıdır.

(3) Osmanlı kıyafet fetişizminde dolama sarık yanında KIRMIZI FES ve beyaz PÜSKÜL ayrılmaz bir simgeydi. Fes ile püskülün bir iman simgesi olup olmadığı bir fetva ile taçlandırılmalıdır.

(4) Hukuk mezunu bir meczubun, Selçuklu ve Osmanlı tarihiyle ilgili olup Osman Turan ve Halil İnalçık'ın alanına tecavüz eden bir kitabı var ki, bu zır cahil soytarılığı için Fetvacıbaşı'ndan da bilimsel bir teyid alınmalıdır...

(5) Yurt dışına kaçtığı yıllarda Almanya, İngiltere ve Hollanda'daki Türk işçilerini din-iman adına dolandırıp-dolandırmadığı, Maun Müslümanı olup olmadığı tahkik edilmelidir.

MTTB ve gençlik yıllarınızdan beri, Süper Mürşid'den sonra en değer verdiğiniz bu zat, sizlerden aldığı cesaretle, o Meclisin ilk başkanına hakaret ederken, ağzınızdan bir söz çıkmadı. Belki de memnun kaldınız. Yargıdan çıkacak takipsizlik kararından önce, Püsküllü Seytana gösteriş için bile olsa bir kınayıcı söz söylemeniz gerekmez miydi? Ona şeref madalyası yolunu açmak gene size düşmektedir.

Bu yetmez hemen ardından, TBMM veya KÜLLİYE sarayının Harem-i Hümayun salonunda görkemli bir tören düzenlenmelidir. Böylece yandaş kabile kültürünü onurlandırmış olursunuz.

* * *

Bu portre için yazacaklarım şimdilik bu kadar. Bu kültür belki anımsamaz ama, yarın 6 Ekim 1923 İstanbul'un ikinci fetih günüdür. İşgalci generaller Dolmabahçe önünde Türk bayrağını selamlayarak İstanbul'u terketmiştir. Biz bunu kutlayacağız. Fakat zerzevat kafası bu kutlu günü hilafetle bağlantı kurup danışıklı döğüş paranoyası ile algılamaya devam eder. Çünkü medrese paranoyası içinde akıl fikir yarabbi şükür...

Camiler ve ezanlarını işgalden kurtaran Mustafa Kemal'e karşı saltanat dinciliğinin nefret ve laneti, 100 sene sonra bile geçmemiştir. Etno kültürel şizofreni içinde kurucu öndere hakareti farz kabul ederler. Farkında olmasalar bile yüzlerine yapışmış hiç çıkmayan bu ihanet ve paranoya lekeleri, tarih sayfalarında ilelebet okunacaktır... (6 Ekim 2017)

Önceki ve Sonraki Yazılar