Osman Selim Kocahanoğlu

Osman Selim Kocahanoğlu

SÜLEYMAN NAZİF'TEN VAHDEDDİN’E: SAKIN GÖĞE DEĞİL YERE BAKINIZ...

Bugün  Süleyman Nazif'ten  tarihi belge niteliğinde iki yazıdan  kısa  parçalar sunacağım. İkisi de İleri gazetesinde çıkmıştır. Osmanlı valisi ve aynı zamanda kalemi güçlü bir edebiyatçı olan Süleyman Nazif bu iki yazıyı Vahdeddin'in kaçışını duyunca yazmıştır. Milli/ulusal konularda oldukça duyarlı, işgal günleri ve mütarekenin en erkek sesi olan Süleyman Nazif'in vatanseverliği ile hiç kimse yarışamazdı. Onun bu yazıları mütareke ve Osmanlı  literatürü için tarihi vesika sayılır.  

Bilindiği üzere saltanat 1 Kasım 1922”de TBMM. tarafından kaldırıldı. 600 yıllık bir saltanat ve hanedanın kaldırılması, görülmüş duyulmuş, aklın alacağı bir şey değildi. Osmanlının son sultanı Vahdeddin bir anda gayya kuyusuna düşmüş, hayatının yol ayrımına gelmişti. İstanbul işgal altındaydı, halk Yıldız etrafında gösteriler yapıyor, tramvaylara gece tebeşirle "kahrolsun Vahdeddin" sloğanları yazıyordu.   

Hanedan ve Çarlık yönetimlerinin başına gelen şimdi kendi başına gelmişti. Vahdeddin düşündü taşındı, İstanbul'da ancak iki hafta kalabildi. Önce Refet Paşa ile Mustafa Kemal'e bir telgraf çekmek aklına geldi. Sonra bundan vazgeçti. İşgal kumandanı general Harrington'a gizlice beni burdan kaçırın mesajı gönderdi. Harrington hazırlığını yaptı ve 17 Kasım 1922'de İngiliz gemisiyle gece karanlığında, Yıldız'ın arka kapısından kaçırdı. Rota Malta olacaktı. Bunun adı hem kaçmak, hem kaçırılmak demektir. Bazılarına göre de hicret...

Bu kaçış aslında Ankara’yı büyük bir dertten kurtarmıştı. TBMM, ertesi günü toplanarak köy imamlığına dönmüş hilafete  Abdülmecid Efendi'yi seçti. Süleyman Nazif, bu kaçışın ardından İleri gazetesinde zehir zemberek iki yazı yazdı. Mütareke  günlerinin siyasal ortamı ve Vahdeddin kişiliği üzerinden üslup harikası bu yorumlar, ibret dersleriyle doludur. 

Şimdilerde Mustafa Kemal'e hakaret ve lanet yağdırma yarışına giren tüm siyasal İslamcılar ve medrese öğretisinin sahte tarihçileri, Fesli- Püsküllü ve Sahte Mürşid Necip Fazıl tilmizleri muhakkak okumalılar. Hatta Külliye Sarayı da...  İşte size 21 Kasım 1922 tarihli İleri gazetesinde çıkan yazıdan bir parça: 

(…) Ah!… Vahdeddin keşke Malta Adası’ndan başka bir yere karargah kursaydı. Eski Türklerin kahramanlık öykülerine ait destanları hala yılda birkaç kere bayramlarla kiliselerinin çanlarına okutturan, daha çok yakın bir geçmişte her sınıftan birçok Türk ve İslam esirini yakından tanımış olan Malta Adası, Türk’ün ve İslamın bu en büyük ayıp ve utancını keşke görmeseydi…. 

Benim bu bildiklerimi isterim ki insanlık ve İslam alemi bilsin, Kuzey Kutbu’nun buzullarına, Afrika’nın kaynar çöllerine kadar, her Müslüman yurdunda Vahdeddin’in ismi lanetlerle anılsın. İslam alemi ilk  mekteplerin ilk sınıflarından, Darülfünunların son sınıflarına kadar her okulda, her kışlada, her fabrika ve dükkanda sefil mahluk olan Vahdeddin’in resmini teşhir ile tarihini takdir etsinler…” 

Vahdeddin Malta adasına kaçırılmıştı. Süleyman Nazif de bir Malta sürgünü olarak orada vatan hasreti çekmişti.  İlk yazıdaki bu aşağılayıcı ifadelerine rağmen, kokuşmuş hanedana öfkesi geçmemiş olmalı ki   bu yazıyla kalmadı. On gün sonra 30 Kasım 1922 tarihli İleri gazetesinde ikinci bir yazı daha yazdı.“VAHDEDDİN'E MEKTUP” başlıklı bu ikinci yazı birinciden hem daha uzun hem daha anlamlıydı. Aynen sunalım:   

“… Malta Adası’na salimen vasıl ve yardımcılarınızla birlikte Tigne kalesine vardığınızı dünkü gazeteler yazıyordu. Yeni uğursuz payitahtınızda ben de bir süre kalmıştım. Havası güzel, ahalisi dosttur. 120. 000 İngiliz liranız da var: Bizim kağıt para ile bir milyon demektir. Yer, içer, gezer, eğlenirsiniz. Eğer bu para yetişmezse III. Selim’e ait ve hanedan hazinesinden aşırılan kıymetli altın sefer takımıyla ecdadınızın ve milletin hazinelerinden çaldığınız diğer şeyleri birer birer satınız. Özellikle gurbet ellerde yaşamak için para, namustan fazla lazımdır. Hele sizin gibiler için…

(…) Vefakar hizmetkarın Mabeynci Paşa’ya selam ederim. Sizin saltanatınızda, hilafetten feragat etmediğinizi, etmeyeceğinizi ilan ve temin ettiği zaman ben başka tarzda anlamıştım. Sizin saltanat ve hilafetten vazgeçmeyeceğinizi ve fakat firar buyuracağınızı biliyordum. 

(…) Sertabip Paşa’ya da ihtiramlarımı tebliğ ediniz. Size iyi baksın. Kötülükleri emreden nefsiniz çok hırçındır. Asıp kesecek mazlumlar, yıkıp yakacak hanümanlar ve incir dikecek ocaklar bulamayınca köpürürsünüz. Kindar ve öfkeli şahsiyetinizi başka şeylerle avutmak lazımdır. Size kuvvet macunları, haplar, şuruplar yapsın. Geçenlerde gazeteler yazıyordu: Yeni bir serum bulmuşlar. Kime şırınga edilirse derhal gençliği geri gelirmiş. Sertabibiniz bu devayı tetkik ve tatbik etmezse- bir haftadan beri tarihe de geçmiş olan- fiili sadakatine aykırı harekette bulunmuş olur…

(…) Sizi kaçıran kayın   biraderiniz, Mızıka-i Hümayunun kumandanı Beyi tanımak isterdim. Musiki bilgim yoksa da nazımdan bir parça anlarım. Besteleyeceğine, hırs ve şehvetinizin mevkib-i hümayun önünde her gün birkaç bando-mızıka çaldırıp okutacağına emin olsaydım, birkaç güfte takdim ederdim. İlk manzumemin adı “İzmir Rıhtımı”dır. “Yaşasın Venizelos” demediği için, kudurmuş Yunan asker-i şahaneniz tarafından şehit edilen Miralay Fethi Bey’in inilti ve can çekişme sesiyle başlar. Ve “Yaşasın Venizelos” çığlık ve duasıyla biter. Okullarından Yunan gemilerine nakledilerek hapsedilmiş Müslüman çocuklarının ah ü figaniyle ana ve babalarının feryadı ara nağmelerdir…

“Orhan’ın türbesinde Venizelos’un oğlu” ünvanlı şiirimi de beğeneceğinizi umuyorum. Venizelos biraderinizin asker kıyafetli, şımarık oğlu Bursa fatihinin beşyüz seneden beri, Müslüman düşmanlarınız tarafından hürmetle ziyaret olunan türbesindeki Kur’an ayetleri yazılı sandukasında, çizmesinin mahmuzlarıyla bir resim çıkartmış… Gazeteler neşrettiler. İhtimal ki siz de görmüş ve beğenerek yağlı boya bir levha şeklinde tahtınızın karşısına asmıştınız… Ben o ulu sandukadan çıkan sesleri ta Malta Adası’ndan duymuş ve tesirli bir şiir yazmıştım. Musikiye vakıf olduğunuzu söylüyorlar. Hatta besteleriniz de varmış. Umarım bu güftemi bestelersiniz. Şan-ı şahanenize yakışan da budur. 

(…) Siz hiçbir zaman unutulmayacaksınız. Son Osmanlı padişahını kıyamete kadar her gün, her yerde anacaklar. İyiler unutulacak; kötüler unutulacak; herkes, her şey unutulacak. Yeryüzünde yalnız iki mahluk sonsuza kadar hatırlanacaktır. Biri Adem’in yaratılışında göklerden kovulan lanetlenmiş İblis, diğeri Hazreti Muhammed’in makamı hilafetinden kovulan siz Vahdeddin….

(…) Kötüler de unutulacak: Peygamberlere suikast etmiş Nemrutlar, Firavunlar, Ebu Cehiller unutulacak, Yunan katliamlarını Hindistan’a kadar götüren İskender unutulacak, Roma’yı halkıyla birlikte yakarak karşısında saz çalan Neronlar unutulacak, lakin siz cehennem gibi ebedisiniz efendim. 

(…) Malta’da Turgut Reis ile beraber şehit olanların destan-ı hamasetini beşyüz kilisenin çanlarına günlerce okuturlar. Turgut Reis’in kanını öpmüş ve içmiş olan bir toprağı ayaklarınızla değil, hatta başınızla bile çiğnemeyin. Çünkü oradaki taşlar, sizin başınızdan nefretler, vaveylalarla kaçan ve düşen taçtan çok kıymetli ve şereflidir…

(….) Size halisane bir tavsiyem daha var: Başınızı yukarıya, göğe doğru da sakın kaldırmayınız. Pederiniz Sultan Abdülmecid-i Evvelden Ertuğrul’un oğluna ve selefiniz Sultan Mehmed Reşad’dan Hz. Ebubekir’e kadar saltanat ve hilafette ne kadar ecdadınız varsa hepsinin ruhları utanır. Ve kızarmak bilmeyen yüzlerinize göklerden lanetler yağar. Yere… Daima yere… Yerin dibine geçeceğiniz dakikaya kadar yere bakınız, ey bu dünyanın en soysuz adamı… SÜLEYMAN NAZİF.

(*) Ayrıntı için bkz. O.S.K. Atatürk-Vahdeddin Kavgası/ Süleyman Nazif, “Vahdeddin’e Mektup”, İleri gazetesi, 30 Kasım 1922, bkz. Atilla Oral, Charles Harington, Türkiye Anıları, Demkar Yayınevi, İstanbul 2013.

Önceki ve Sonraki Yazılar