Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

ALMANYA’DA ALEVİLER KAZANDI MI, KAYBETTİ Mİ?

Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde, ülkedeki en büyük Alevi çatı örgütünün “Körperschaft des staatlichen Rechts” (yani, kamu hukukuna tabi tüzel kişilik) çerçevesinde kurumsal örgütlenme izni verilmesi Aleviler arasında bir dizi tartışma yarattı.

Bir kısım Aleviler, bu yasal düzenleme ile Alevilerin dünya çapında büyük bir kazanım elde ettiğini ileri sürüyor.

Diğer bir kısım Aleviler ise, bu düzenleme ile Alevilerin Almanya devletinin emrine girdiğini savunuyor!

Kazanım veya kayıp olarak tanımlamalar içerisinde çeşitli renklerde destek ve itirazların da bulunduğunu ekleyelim.

DİN, HER DEVLETİN KONTROL ALANINDADIR

Öncelikle, Aleviler arasında farkındalığın sıfır noktasında olduğu bir konuyu belirtelim: dünyada bütün devletler din topluluklarını kontrol edeceği bir yasal çerçeve belirler.

Aydınlanma (Rönesans) ile ortaya çıkan modern devletleri, kendilerinden öncekilerden ayıran en önemli özellik din kurumlarının toplumsal örgütlenmede konumları ve yetkileridir. Laiklik ve/veya sekülerizm dediğimiz yaklaşımın temel amacı, dinsel iktidarın toplum ve devlet örgütlenmesindeki yetkilerinin yeniden belirlenmesidir.

Dolayısıyla, Almanya devletinin, ALEVİLERİ DE! yasal bir çerçeve ile belirlenmiş kurumsal kişilikle kontrol altına alması şaşılacak bir durum değildir. Aksine, eşyanın tabiatı gereği, her modern devletin kendi yetki alanı içerisinde değerlendireceği görevidir.

ALMANYA’DA DİN ÖRGÜTLENMESİNİN ÖZELLİKLERİ

Küçük bir makalede, Almanya’nın din örgütlenmesi şablonu hakkında detaylı bir sunum yapmak zor olsa da, çok genel hatlarıyla ve temel özelliklere değinerek genel bir fikir vermek istiyorum:

Almanya’da din örgütlenmesi yerelden otonom olarak, yukarıya doğru gerçekleşir.

Yani, her köyde bağımsız bir kilise kurulabilir ve bu kiliseler önce eyaletler ölçüsünde, sonra da ülke çapında birleşir. Böylece, kiliselere, Hristiyanlık içerisinde birbirlerinden farklı yorumlara sahip olsalar da, yaşama hakkı tanınmış ve aynı zamanda da, yasal olarak belirlenmiş kamusal çerçeve içinde kalmaları sağlanmış olur.

İkinci olarak da, Hristiyanlık içerisindeki 3 temel mezhep olan Ortodoks, Katolik ve Protestan mezhepleri de kendi kiliselerini en alttan yukarıya doğru, birbirlerinden bağımsız olarak örgütlenirler ve en sonunda, tüm kiliseler ülke çapında ACK (Arbeitsgemeinschaft Christlicher Kirchen in Deutschland – Almanya Hristiyan Kiliseler Topluluğu) adlı kurumda temsil edilirler.

ALMANYA’NIN İSLÂM İLE SINAVI

Anlaşılan odur ki, Almanya Müslümanlar için örgütlenmeyi de, Hristiyanların örgütlenmesine benzer şekilde gerçekleştirmek niyetindedir.

Dinsel kurumlaşma konusunda Hristiyan kiliselerinin örgütlenmesinin model olduğunu, ilk kurulan çatı örgütü olan Alman İslâm Konferansı (DİK – Deutsche İslam Konferenz) isminden ve örgütlenme şemasından da anlıyoruz. Dünya Kiliseler Konseyi’nin Avrupa biriminin ismi de Avrupa Kiliseler Konferansı (Konferenz Europäischer Kirchen - KEK) olarak belirlenmiştir.

Öte yandan, bu tür yapılanmanın diğer Müslüman örgütlenmelere de önerildiğini, Ahmediye mezhebine bağlı olanlara Alevilerden önce 'kamu hukukuna bağlı tüzel kişilik' tanındığını ve diğer Müslüman mezhepleri ile görüşmelerin de sürdürüldüğünü ekleyelim.

Dolayısıyla, Almanya devletinin kendi tecrübesinden yola çıkarak, Alevilere önerdiğini, Aleviler açısından “kazanılmış hak” kavramı ile değil, Aydınlanma (Rönesans) ile birlikte dönüşen modern devletin dinsel grupları yasal çerçeve içerisinde toplumsal statülerinin belirlenmesi girişimi olarak anlamak daha doğru olur.

Büyük ihtimalle, tüm Müslüman mezhepleri önümüzdeki süreç içerisinde, aynen Ahmediye ve Alevi mensupları ile gerçekleşen yasal statü benzeri örgütlenmelerini tamamlayacaklar.

ALEVİLER NE KAZANDI?

Alevilerin yasal bir çerçeve içerisinde, din kurumu olarak faaliyetlerini sürdürmeleri hem devlet açısından ve hem de Alevileri açısından faydalıdır.

Öncelikle, her din topluluğu için hukuk, hem sınırlama ve hem de güvence anlamına gelir.

Sınırlamadır; çünkü, tarihten biliyoruz ki, dinsel kurumlar kimi zaman ellerine geçirdikleri toplumu yönlendirme insiyatifini inançsal alanların dışına taşırabiliyorlar. Hukuk, dinsel kurumların çalışma alanlarının çerçevesini belirler.

Güvencedir; çünkü, yine tarihten çok acı tecrübelerle biliyoruz ki, kimi zaman, inanç tercihleri kimi toplulukları için yaşama hakkına dahi sahip olamamak anlamını taşıyabiliyor. Her inanca yaşama ve kendini ifade hakkının temel güvencesi hukuktur.

Bu açıdan baktığımızda, Almanya’daki Hristiyan ve Museviler için var olan yasal statü çerçevesine Alevi çatı örgütünün alınması ile, Alevi inanç örgütlenmesinin Almanya’da “sivi toplum örgütlenmesi” karakterinden çıkarılıp, devlet hukuku içerisinde yeniden biçimlendirileceğini söyleyebiliriz.

Bu yapısal değişikliğin, Alevi çatı örgütünü bir inanç kurumu olarak davranmaya zorlayacağı da muhakkak. Bunun ilk işaretlerini, artık kendilerini Türkiye’deki siyasi muhalefetin bir parçası gibi görüp davranmaktan vaz geçmeleriyle göreceğiz.

İkinci önemli yapısal değişiklik ise, zorunlu olarak, kurumsal kadrolaşma alanında gerçekleşecek. Çünkü, teolojik formasyonu olmayan ama sivil toplum örgütlenmelerinde liderlik yapabilen kişilerin yerine, hızla inanç önderleri geçecek. Örgütlenmenin yapısal karakterinin dönüşümü, elbette ki, örgütün çalışmalarına da yansıyacaktır.

Alevi çatı örgütünün hem kadrosal ve hem de faaliyet alanı olarak dönüşüme uğramasının uzun vadede Alevi toplumunda etkilerinin ne olacağını şimdiden söylemek kehanet olur. Ancak, uzunca bir süredir kurumsal zaafiyet yaşayan Alevi toplumunda dikkatle izlenmesi gereken bir deneyim olacağını söylemek doğru olur.

SORULMASI GEREKEN TEMEL SORU

Bütün tartışmalar içerisinde, eksik kaldığını düşündüğüm asıl mesele şudur:

Aleviler veya Aleviler konusunda kalem oynatan diğer kesimden zevat, Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde Alevi çatı örgütünün devlet hukukuna tabi olması kararını değerlendirirken, anlam veremediğim bir biçimde, Türkiye’de Alevilerin neden devletten dışlandığını sorgulamıyor!

Yukarıda da belirttim, Aydınlanma (Rönesans) sonrası ortaya çıkan modern devletlerin en önemli özelliklerinden birisi, din kurumlarının örgütlenmesinin devlet hukuku otoritesi altına alınmasıdır.

Ancak, Türkiye devletini yönetenler, temsil ettikleri devletin modern devlet modeline göre kurulduğunu ve yönetildiğini iddia etseler de, Alevi inancına yasal bir çerçeve sağlamak konusunda olumsuz tepki veriyorlar.

Açıktır ki, bunu “devlet felsefesi” içerisinde değil, mezhepsel reaksiyon anlayışı olarak yorumlamak doğru olur.

Çünkü, belli ki, modern devletin ve Alevilerin lehine olacak bir yasal düzenleme, esasen Sünni mezhebinin kurumsal temsilcileri açısından aleyhte olacaktır!

Daha açık olarak ifade edersek; devletin dinsel faaliyetler için ayırdığı bütçenin paylaşılmasına Sünni mezhebinin kurumsal temsilcileri rıza göstermemektedir.

Ne yazık ki, “her renkten” siyaset sınıfının temsilcileri, “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” felsefesi yerine, Sünni mezhep temsilcilerini rahatsız etmemek üzerine bir yol tutturmuşlar.

Bu gerçeği de göz önüne alınca, Almanya devletinin “devlet bilinci” ile davranışından komplo teorileri üretmenin anlamsızlığı daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar