Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

AMA BENİM OĞLUM YÜZME BİLMEZDİ

Karaman'ın Ermenek ilçesinde kömür ocağındaki kazada mahsur kalan Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Gökçe böyle haykırmıştı , o zaman. Çizgi çizgi yılların yol ettiği yüzünün ortasında, bize son bir umut ışığı için soru dolu, yaşlı gözlerle haykırıyordu, Ayşe Ana.

Bu, biraz daha kara kömür için su havzasına kadar kazılınca, kömür ocağını su basması sonucu oğlu suda kalan 76 yaşındaki Ayşe Gökçe’nin feryadıydı.

"Benim oğlum yüzme bilmezdi". Ama nefessiz kör kuyularda normalin üç dört kati çalışmaya zorlayan sistemin kurbanı oldu.

Yüzme bilmiyordu. Zaten yüzecek sahili de yoktu. O sahilsiz ummanın içinde, kör kuyularda yüzemezdi. Taşeron şirketlerin işçi ağalığında, kendi damarındaki kanın bir kömür damarından daha ucuz olduğu bir sistemde, iş cinayetine maruz kaldı. Kim bilir yüzme bilmeyen Tezcan’ın suyun içindeki kömür damarından çıkardığı ucuz kömür, kaç fakir kardeşinin evinde ısı oldu, mutluluk oldu, umut oldu.

Ama tüm yüzme bilmeyenler bilmelidir ki emekçi kardeşlerinin kanı ile kendilerini ısıtan bu küresel düzen yarın da namluyu kendisine de çevirecektir.

İşte 1 Mayıs, tüm ezilenlere şunu söyledi: “İnanmayın, kanmayın, sıra sana gelmeden deyin ki tek başına kurtuluş yok ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

İşçi ve Emekçilerin 1 Mayıs’ı Kutlu Olsun!

Günümüzün insanı için hukukun yaşamla ilişkisi pek belirgin değildir. Kişiler ancak mahkeme kapılarına düştüklerinde hukukun toplumsal yaşamda nasıl belirleyici olduğunu fark ederler. Özellikle iş yaşamında, üretim sürecinde haklar ve hukukun belirleyiciliğinin farkına varılmadan çalışılır. Oysa hukukun ve hakların temelinde toplumsal yaşamın kalbi, üretim süreci, bu sürecin belirlediği üretim ilişkileri olduğunu 19. Yüzyıldan beri bütün açıklığıyla biliyoruz. Hukuk da bu ilişkilerin devlette yasalara, yönetmeliklere, mahkemelere dökülmüş halidir.

Bugün çağdaş toplumun bütün yükünü omuzlayan işçi sınıfıdır ama onun yönetimde payı ve söz hakkı pek azdır. Günümüz toplumlarında hemen hemen hiç yoktur. Yasaları yapanlar genellikle sermayedarlar ve onların denetimindeki partiler, politikacılar, milletvekilleridir. Günümüzde demokrasinin biçimsel görünümleri bile umursanmaz olmuş, egemen sınıfın çıkarları bütün hoyratlığıyla topluma kanun olarak dayatılmıştır. Özellikle Türkiye’de işçiler ve yaşamını emeğini satarak sürdürmek zorunda olanlar açısından büyük hak kayıpları ve insanlık dışı çalışma koşullarının dayatılmasıyla sonuçlanmıştır. İş güvencesi, sendikalaşma özgürlüğü, grev ve direniş yapma olanakları büyük ölçüde elinden alınmış işçi sınıfının kendi aleyhine jet hızıyla, torba kanunlarla çıkarılan yasalardan haberi bile olmamaktadır. İşçi sınıfının büyük mücadelelerle elde ettiği temel haklar hiçbir toplumsal tartışma, itiraz ve geliştirme olanağı olmadan parmak hesaplarıyla kabul edilen yasalarla tırpanlanmıştır. Sırada ise, kıdem tazminatının yok edilmesi vardır. Yıllardan beri iktidarlar, kıdem tazminatını kaldırmak için çareler aramaktadır.

EŞİTSİZ KOŞULLARDA MASAYA OTURMA

Özellikle iş hukukunun uzun yıllara dayalı birikimi, Yargıtay içtihatlarıyla oluşmuş, işçi ve insan lehine teamülleri, hak kayıplarına yol açacak biçimde zorunlu olarak dayatılan sistemle bir anda etkisiz hale getirilmiştir. Bu “zorunlu masaya oturma”nın zayıf taraf olan işçi açısından güvenceleri sağlanmamıştır.

Günümüzde işçi sınıfının bilinçlenmesi, kendi sınıfsal çıkarlarını korumak ve geliştirmek için örgütlenmesi alabildiğine zorlaştırılmıştır. İşçilerin kendi siyasal çıkarlarını savunacak partileri desteklemesi ve iktidara getirmesi de bu siyasi partiler kanunu, basın, radyo televizyon tekelleşmesi, bozulan eğitim sistemi koşullarında çölde serap haline getirilmiştir. En küçük işçi ve emekçi hakları için büyük mücadeleler, bedeller ödenmesi gerekmektedir.

Son dönemde tanık olduğumuz iş cinayetleri, işçi sınıfının nasıl insanlık dışı bir hukuk düzenine tabi kılındığını bütün acımasızlığıyla ortaya koymuştur. Soma’daki üç yüzden fazla maden işçisini ölüme sürükleyen kazayı düşününüz. Bu katliamın sorumlularının yargılanmaları, işlenen büyük suçun cezasız kaldığını göstermekten başka işe yaramamıştır.

İNSANLIK YÜZÜNÜ EMEĞİN GÜNEŞİNE ÇEVİRMELİDİR

Böylesi ağır koşullarda 2021 1 Mayıs’ını, daha da zorlu bir dönemeçte karşılıyoruz. Hukuki güvencelerden yoksun, basının özgürlüğünü yitirdiği koşullarda ülkenin kaderini belirleyecek bir erken seçimin öngününde, işçi ve emekçilerin birlik ve dayanışma günü 1 MAYIS’ın alabildiğine kitlesel bir yankı vermesi çok önemlidir. Toplumun temel sınıfının, işçi sınıfının 1 Mayıs’ını işçilerin hak ve özgürlüklerinin geliştirildiği bir Türkiye özlemiyle yürekten kutluyoruz. 200 yıl önce doğan ve çağdaş toplumun temellerinin anlaşılması için büyük bilimsel ve felsefi incelemelerin yaratıcısı olan Karl Marx’ın deyişiyle, “İnsanlık emeğin güneşine yüzünü döndürmedikçe dengesini bulamaz” diyoruz.

Hep birlikte yüzmeyi öğreneceğiz başka yolu yok. Birlikte yüzmeyi öğreneceğiz ki başka Ayşe Analar ağlamasın çıkışı olmayan galerilerde oğlunu beklerken. Ayşe Gökçe’nin gözleri hepimizin üzerinde hala, duyuyor musunuz? Haykırıyor “Benim oğlum yüzme bilmezdi!”

Önceki ve Sonraki Yazılar