Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

HUKUK REFORMU GEREKLİ MİDİR?

Sayın Cumhurbaşkanı, hukuk reformu yapmamız gerektiğini söylüyor. Ne yazık ki, entelektüel tartışma kültürümüz yerlerde süründüğü için, kimse de Erdoğan'a işin doğrusunu söylemiyor!

O halde, bu yazımız kendisine ulaşır mı bilemeyiz. Ama, en azından biz de kendi fikirlerimizi ortaya koyalım. Belki, en azından suskun hukukçularımızın dikkatini çekeriz ve gerçekleri konuşmalarına vesile oluruz.

HUKUK NEDİR?

Hukuk, her toplumun kendi tarihinden, kültüründen ve geleneklerinden yoğrulup gelen kuralların evrensel değerlerle kaynaştığı bir adalet bulma sistemi. Dolayısıyla, toplamda “hukuk” dediğimiz kavramın altında mutlaka gelenek de var, kültür de var, tarih de var. Ama, ülkeden ülkeye değişen oranlarda insanlığın evrensel değerleri de var. Bunu örneğin, her suçun cezasının her ülkede aynı olmayışından anlıyoruz. Hatta, aynı eylemin kimi ülkelerde suç, ama kimi ülkelerde ise, övgü nedeni olabileceğini de ekleyelim.

Kısaca, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde ulusal ve evrensel değerlerin sentezidir, hukuk. Hukuk, bu haliyle devletin varlığının sözleşmesidir, onaylanmasıdır ve teminatıdır. Dolayısıyla, “adalet” dediğimiz kavramın sarsılmaması, “hukuk”un işleyişi ve hâkimiyetini sürdürmesi ile doğru orantılıdır. İster devlet hukukundan, ister aile hukukundan, ister aşiret hukukundan, ister mafya hukukundan söz edelim, hukukun temeli adalettir.

Adalet ise, aynı durumda, aynı suça aynı cezanın verilmesi ile sıkı sıkıya bağlantılı bir kavramdır. Örneğin, aşiret reisi tarlasındaki domatesleri gizlice yiyen iki köylüye farklı davranırsa, aşirette adalet duygusu sarsılır. Ya da, hemşerim, ağabeyim İhsan Yüce senaryosunu yazdığı ‘Kibar Feyzo’da Maho Ağa’yı “ağanın b.kunun üstüne b.k olur mu ulan?!” şeklinde konuşturduğunda da, ortaçağ adalet sistemini çarpıcı bir örnekle gösterir.

O halde, reform yapmamız gerekiyorsa, demek ki, ya sözleşmede bir tıkanıklık var, ya da toplumsal adalet algısında demektir! Peki, gerçekten öyle mi?

TOPLUMDA ADALET ALGISI NASIL KAYBOLDU?

Her ne kadar, yaşadığımız dönemi "yargının altın çağı" olarak tanımlayanlar olsa da, halkın yaşadıklarından haberli ve vicdanlı olan birisinin hemen fark edeceği, adaletin adliyeleri çoktan terk ettiği gerçeğidir. Sadece, bir uygulama nedeniyle toplumun ne bedeller ödediğini örnekleyerek, adaletin ülkemizde nasıl iflas ettiğini anlatacağım. Uzman bir hukukçu, bu örnek dışında da, adaletin nasıl bizzat kanun yapıcı eliyle çökertildiğini yürürlüğe konulan onlarca farklı uygulamalarla gösterebilir.

2012 yılında 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a 105/A maddesi eklenerek, son 6 ayını bir açık cezaevinde kesintisiz olarak geçiren hükümlülerin “hapis cezalarının kapalı ve açık kurumlarda infazından sonra kalan 1 yıllık kısmının da denetimli serbestlik müdürlüklerinde infaz edilebilmesinin yolu açılmıştır.” Muhalefetin de itiraz etmediği bu düzenlemeye göre hükümlüler cezalarının son bir yılını ikamet ettikleri bölge karakoluna düzenli olarak imza vererek evlerinde geçirebileceklerdi.

İlk bakışta, insanî bir yaklaşım gibi görünen uygulama 2013, 2014 ve 2016 yıllarında bir dizi değişikliğe uğradı. Son olarak, 671 sayılı KHK ile yeniden yapılan düzenlemeye göre;

  1. Denetimli serbestlik süresi 2 yıl olarak uygulanacaktır (671 sayılı KHK md.32/a).

  2. Süreli hapis cezalarına mahkum edilmiş olanlar cezalarının 1/2’sini infaz kurumunda çektikleri takdirde koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanacaktır (671 sayılı KHK md.32/b).

Yani, basit bir hesaplama ile, 10 yıl hapis cezasının 1/2’si 5 yıldır. 5 yıl hapis cezasından 2 yıllık denetimli serbestlik süresi düşülür, böylece bu mahkûm sadece 3 yıl cezaevinde kalacaktır.

İsterseniz, bu hesaplamayı daha basit bir şekilde yapalım: 3 yıl hapis cezasına mahkûm olan bir hükümlü, cezaevinde 2-3 gün kalıp iyi halli olmak kaydıyla derhal tahliye edilecektir.

Ya da, daha çarpıcı olması açısından örneğimizi “kasten işlenen suçlar” alanından verelim. Kasten işlenen suçlardan ceza alan bir hükümlü eğer 4 yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olmuş ise, cezasının 1/10’unu, yani 4 ay 24 gün kalmak ve iyi halli olmak kaydıyla derhal tahliye edilecektir.

Taksirli suçlardan mahkûm olanların ise, bu düzenlemeden yararlanabilmeleri için 2-3 gün açık cezaevinde kalmaları yeterlidir.

Peki, bu durumda, toplumda adalet algısı nasıl yaralanacaktır, hesabı-kitabı yapabilecek olan cesur hukuçular var mı bilemiyorum! Çünkü, yıllardır bu konuyu çeşitli makalelerimde ve TV programlarında dile getirdiğim halde, benim feryadıma eşlik eden bir hukukçu bulamadım. Elbette, iktidarı ve muhalefeti ile siyasi partilerin de yönetim erkini uyarma sorumluluğunu yerine getirmedikleri için eleştirmek gerekiyor.

HUKUK REFORMU GEREKLİ Mİ?

Samsun’da adam kocaman bir parke taşını küçücük bir çocuğun kafasına bilerek, hedef gözeterek vuruyor. Kısa bir süre sonra bakıyoruz, ceza evinde gözetim altında olması gerektiğini düşündüğümüz şahıs, elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor!

Erzurum’da, iftarı beklerken canı sıkılan! Adam av tüfeği ile iki kız çocuğunu yaraladı ama, mahkeme tarafından “adli kontrol şartı” ile salıverildi. Vs. Trafik, aile içi şiddet, gasp vs suçlardan da örnekleri buraya almaya kalksak, günlerce yazsak bitmez!

Bu duruma gelmemize neden olan düzenlemelerden sadece birisini örnekledim. Bu düzenlemeler toplumda olumsuz sonuçları derhal hissedilen sistemsel değişikliklerdir. Ama, çoğu kez toplumsal tepki doğrudan kararı veren yargıca yöneliyor. Halbuki, gördüğümüz gibi, söz konusu olan yargıcın kanaati değil, sistemde yapılan tahribatıdır. Yargıç da var olan düzenlemelere göre karar veriyor ve vermek zorunda.

Dolayısıyla, yapılması gereken aslında açık olarak ortada duruyor. Derhal, yukarıda sözünü ettiğim kararnamelerin ve bağlantılı düzenlemelerin iptal edilmesi gerekir.

Bu önerime önecelikle hukuk bürokrasisinin karşı çıkacağını biliyorum. Aman, efendim, hapishaneler zaten alabileceğinin 3-4 katıtutuklu ve hükümlü ile dolu. Bu kararnameleri iptal edersek, bu insanları yerleştirecek hapishanelerimiz yok, diyeceklerdir. İlk bakışta haklı gibi de görünebilir, ortaya koydukları gerekçeler.

Ancak, bu da, neyi değiştireceğimizi bize gösteriyor. Asıl değişmesi ve reforme edilmesi gereken hukuk bürokrasisinin kendisidir, çalışma anlayışıdır. Nedenini de anlatayım.

ADALET BAKANLIĞI SUÇU ÖNLEMEYE AĞIRLIK VERMELİDİR

Adalet Bakanlığımız, görevini "suç gerçekleştikten ve suçlu yargılandıktan sonra devreye girmek" olmaktan çıkarmak ve asıl görev alanını suç gerçekleşmeden önce, suçu önlemeye, potansiyel suçluyu caydırmaya yönelik çalışmak olarak belirlemek zorundadır. Hep daha büyük, daha da büyük hapishaneler yaparak suç ve suçlu ile mücadele edemezsiniz. Bu anlayışın artık kesinlikle terk edilmesi gerekmektedir.

Suçu daha gerçekleşmeden önlemek Adalet Bakanlığı'nın temel çalışma ilkesi haline gelmelidir. Cezaevi inşaatlarının maliyetlerinden çok daha ucuza bir maliyetle suçu önlemek mümkündür. Bu alanda dünyanın pek çok ülkesinde zengin deneyimler vardır. Adalet Bakanlığı bürokrasisi bu alanda çalışmaya ve araştırmaya yöneltildiğinde, eminim ki, kısa sürede yeni anlayış benimsenecektir.

Unutmamalı ki, medeniyetin bir ölçüsü de, cezaevlerindeki insan sayısının azlığıdır. Ama, kesinlikle cezaevleri sayısı değil! Ülkenizde ne kadar az suç işleniyorsa, bu ülkenizin refahına, toplumsal huzuruna; velhasıl medeniyetle bağına ait bir göstergedir.

Bir siyasetçi bu gerçeklere elbette, gözünü, kulağını kapatabilir. Toplumun sorunlarını çözmek, huzurlu ve uyumlu bir yaşama kavuşması yolunda topluma aracı olmak aslî görevini kanıksayabilir. Ya da, önceliklerini farklı tanımlayabilir. Ama, toplumsal şiddet ve histeri dizginlerinden boşandığında kendisinin de bu çığın altında kalacağını unutmamalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar