İsmail Aydoğmuş

İsmail Aydoğmuş

AŞIK HÜDAİ’Yİ SAYGIYLA ANIYORUZ

Değerli canlar, Güzel insanlar

Öncelikle burada olmaktan, Âşık Hüdai'yi anmaktan, Hüdai sevenleriyle birlikte olmaktan çok mutluyum. Bu toplantıya emek veren Hüdai'mizin değerli eşi Asiye Orak hanımefendi başta olmak üzere, bu mekanı bizlere açan

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı başkanı Ercan Geçmez ve değerli vakıf yöneticileri başta olmak üzere Âşık Hüdai Anmasına emek, veren yürek veren, buralara kadar işinden zamanından fedakarlık ederek gelen siz değerli dostlara da teşekkür ederim.

Anadolu’muzun dağları, ovaları, kırları büyüklü küçüklü, rengârenk, bin bir çeşit boyda, bin bir çeşit kokuda çiçeğin açtığı milyonlarca çiçekle bezeli bir çiçek bahçesidir. Sizleri bu çiçeklere benzetmek istiyorum. Sizler işte bu çiçeklersiniz.

Değerli canlar bazı çiçekler vardır ki onalar çok ender zamanlarda çıkar, çok az bulunan cinsten çiçeklerdir. Âşık Hüdai'mizi ve ozanlarımızı da bu çiçeklere benzetiyorum. Bu çiçek kardelen çiçeğidir. Kardelenler doğanın üzerini kaplayan o soğuk kar tabakasını delerek çıkar, hayata gülümsemeye, insanlara ilham vermeye başlar.

İşte o çiçekler toplumun üzerine örtülmek istenen gericiliği, her türlü kara düşünceyi delerek halka aydınlık fikirler sunan halkın yolunu aydınlaran ozanlardır.

Evet, ozanlar "ozan" kelimesinin de anlattığı gibi "ozgan" sözcügünden türemiştir "ozgan" yol gösteren, ileriyi gören gördüklerini halka anlatarak halkı aydınlatan demektir. Hüdai'miz ve diğer ozanlar da ileriyi gören halka iyiliği, güzelliği, gerçeği ve doğruluğu anlatan, sevgiyi, dostluğu, barışı, eşitliği, paylaşımı anlatan, halkımızın önünü aydınlaran birer ışıktırlar.

Ozanlar halka ulaştırdıkları bu bilgiye ulaşmanın bedelini ödeyerek her türlü yoklukla ve zor şartlarla mücadele ederek yönetimlerin baskı ve saldırıları pahasına bedeller ödeyerek ulaşmışardır.

Bizim "ozanlık geleneği" dediğimiz geleneğin içinde Nesimilerden, Hallacı Mansurlara, Pir Sultanlardan, Davut Sulari'ye, Aşık Mahzuni Şerif'lere, uzanan yüzlerce gönül insanını bulunmaktadır. Bunlardan biri de Aşık Hüdai'mizdir.

Aşık Hüdai 1940 yılında doğan asıl adı Sabri Orak olan Maraş'ın Göksun ilçesinin Yoğunluk köyünde fakir bir ailenin çocuğudur Hüdai.

Hem de dokuz yaşında babasını yitirmiş bu arada geçim için Adana Kadirli'ye göçmüş bir ailenin çocuğudur.

Alevi geleneğinin devam ettiği köyünde küçük yaşlarda destanlar, masallar, halk hikayeleri dinleyerek, cemlerde sohbetlerde Alevi dedelerini, ozanlarını dinleyerek büyüyen ozanlık besinsel gıdasını buralarda alan Küçük Sabri önceleri ozanların söylediği türküleri ezberleyerek söyler. 11 yaşından itibaren de irticalen (doğaçlama) türküler üretmeye başlar. Adana'dan İstanbul'a göçen Sabri orak Askerde okuma yazmayı öğrenir. İstanbulda uzun süre kalan Sabri Orak Asiye hanımla evlenir ömrünün son 9 yılını geçirdiği Ankarada bir de Ali isimli oğlu olur.

Ozan Hüdai Konya da yapılan Aşıklar Bayramı'na iki yıl katılır.

1968 yılında şiir dalında birinci olarak Fuzuli ödülünü alır.

1969 da "atışma ve şiir" dallarında ikinci olarak Dadaloğlu ve Yunus Emre ödüllerini kazanır. Hüdai,ürettiği eserlerle insanlığı güzel ahlak sahibi olmaya yöneltmiştir. Dinlerin felsefe ve inançların asıl amacı güzel insanı, güzel ahlak sahibi insanı, yani insanı kamili yaratmaktır. İnsanı kamil kişi öncelikle kendine, sonra topluma saygısı olan toplumsal düşünen kişidir. Kendinden, kendi bireysel çıkarından çok toplumun malını, çıkarını düşünen kişidir.

Hüdai ve bir çok gönül insanının topluma vermek istediği mesajların ozanın kendi inancıdan esinlendiğini, akılcı bakışından, derin bilgisinden kaynaklandığını görmekteyiz.

Bu bağlamada Hüdai'nin iki sembolü bulunmaktadır şiirinde şöyle der:
“Balık susuz olmaz insan vatansız
Gönlüm Hacı Bektaş elim Atatürk
İlim nihayetsiz bilim hatasız
İlim Hacı Bektaş bilim Atatürk

Okuyabilirsen insan bir ilim
Fikirden mantıktan geçiyor yolum
Birbirine bağlı gönlümde dilim
Gönlüm Hacı Bektaş dilim Atatürk"

Bu iki kıtadan da anlaşıldığı gibi "gönlünde Hacı Bektaş dilinde Atatürk" vardır. Biri ortaçağda yaşamış önder, diğeri çağımızın önderidir. İkise de bilimi hedef almışardır. Hacı Bektaş Veli "İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır" derken, Atatürk "Hayatta en hakiki mürşit (yani yol gösterici) ilimdir" demiştir. İşte Hüdai bu iki sembolde anlatılan yolun takipcisidir.

Bir başka şiirinde
"Cahilin ettiği sohbetten sözden
Alimin hayali düşü makbuldür "diyerek bilime ve bilim adamına, alime verdiği değeri anlatıyor.

İnsanın okunması gereken bir kitap olduğunu Onu okumanın, onu tanımanın ilim gerektirdiğini anlatır.

Hüdaiyim sazım telim konuşur
Bağlasalar gönlüm dilim konuşur
Fikir kilitlenmez bilim konuşur
Ozan özgür diyom Ozan hür diyom...” derken olaylara bilimsel bakar Hüdai.

Evet Fikir kilitlenmez bilim konuşur dizesiyle de bilimsel bakışını ortaya sermektedir. Fikir ve bilim bir birini doğuran şeylerdir. Eğer bir yerde fikirlere kilit vurulmak isteniyorsa bilime vurulmak isteniyordur.
Tüm bunları da bir beyite sığdırır Hüdai.

Dikkat ederseniz ilk şiirin başında “Balık susuz olmaz insan vatansız” demektedir. İşte size vatan savunması. Ülkemizin çok karanılk dönemlere girdiği bu günlerde Hüdai bazı vatan hayinlerine ve liboşlara insanın vatansız olunamayacağını haykırdığını görüyoruz. Mahzuni'miz de dememiş miydi?!

"Karıncaların bile vatanı var "diye. İşte Mahzuni'mizin yolundan giden Hüdai de böyle güzel anlatıyor vatan sevgisini.

Dindar geçinerek halkımızı aldatanlar, Yabancı projeleriyle ülkemizi pazarlayanlar, sözde açılımlar yapanların Alevilere yönelik kandırmacaları vardır bilirsiniz.

"Bizde Ali yi seviyoruz" diyen bazı kişilere bakın ne cevabı veriyor Hüdaimiz:
"Yalandır
Elhibeyt’e düşman Ali’ye düşman
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Pirim Hacı Bektaş Veli’ye düşman
Muhammed’i sevdim dese yalandır

Ali’yi seveni öldürüp asan
Kerbela’da İmam Hüseyin’i kesen
Resul’un soyuna kasteden Süfyan
Muhammed’i sevdim dese yalandır

Muhammed Ali’yi bir can bilmeyen
Sevgisini can evinde bulmayan
Ehlibeyt’in aşkı ile dolmayan
Muhammed’i sevdim dese yalandır

Hüdai Hüda’ya gönül vermeyen
Doğruyu demeye dili varmayan
Muhammed’i muhabbette görmeyen
Muhammed’i sevdim dese yalandır" diye düşünmektedir Hüdai.

Peki inancını başkalarını yalanlarla kandırmak için kullanmayan, Aşık Hüdai bu gönlünü ne ile doldurmuştur? Sevgiyle doldurmuştur dostlar sevgiyle!..

Bütün evren semah döner,
Aşkından güneşler yanar.
Aslina ermektir hüner,
Beş vakitle avunmayız.

Canan bizim canımızdır,
Teni bizim tenimizdir.
Sevgi bizim dinimizdir,
Başka dine inanmayız.

Alevi Bektaşi öğretisinde insanın insana, insanın tanrıya doğaya ve evrene bakışı da farklıdır. Öncelikle Aleviler tanrıyı korkulacak değil sevilecek bir varlık bilirler. Onlar tanrıyı kendilerine "şah damarından daha yakın" bilirler. Bu nedenledir ki Kuran da yazılanları da farklı yorumlarlar. Çünkü onun batıni yönüne bakarlar. Çünkü Alevler zahiri değil batıni düşünürler. (Zahiri yani görünen batini ise içsel mana, anlattığı içerik demektir.) Onlar görünenlerle avunmaz gerçeği ararlar.

“Bütün evren semah döner
Aşkından güneşler yanar
Aslına ermektir hüner
Beş vakitle avunmayız”

Beş vakitte Hakk'ı ananlara da saygılıyız. Salat etmenin, duanın zamanı yeri mekanı olmaz. Bununla da övünüp avunmamalıyız diyor. Kişi odur ki bütün zamanı onu yaşamalıdır. Hüdai'nin bir kitap dolduracak bu mana dolu şiirinde bugün bilimin henüz yeni keşfettiği sırlar da açıklanmaktadır. Madenin yapı taşındaki atomdan, proton ve nötron parçacıklarından, kâinattaki milyonlarca gezegene ve yıldıza kadar tüm cisimler dönmektedir. Bugün içinde yer aldığımız "Samanyolu Galaksisi"nde güneş ve gezegenlerimizle birlikte binlerce yıldız bulunmaktadır. Bu Samanyolu Galaksisi gibi daha binlerce galaksi mevcuttur kâinatta. Binlerce güneş bulunmaktadır. O kadar geniştir ki evren; bazı yıldızların görüntüsü bize ulaştığında o yıldız ölmüş bulunmaktadır. Hüdaimizin dediği gibi güneşler yanmakta, evrendeki tüm yıldızlar gezegenler dönmektedirler. Bilim adamları “plazma evren teorisi,” genişleyen evren teorisi dedikleri bu teoriyi yakın tarihte bulmuşlardır. Bakınız şairin güzel düşüncesine bu dönme işi cemal cemale yapılan bir cem gibidir. Semah dönmektedir evren. Cemlerde dönülen bir semah gibi dönmektedirler. Semahın manasını, neyi temsil ettiğini de anlatmaktadır bu beyitle değerli Hüdai'miz.

Hüdai'nin öğretisinde; insanlar gerçeği bulmak, Hakka ulaşmak için de " Dört Kapı Kırk Makam"a inanır onun gereklerini yerine getirmek 'insan-ı kamil' olmak için, yani toplumsal düşünen insan olmak için uğraşırlar.

İnsan iki temel bileşkenden oluşmuştur. Biri beden diğeri ruh dediğimiz can dediğimiz enerjidir. O enerji bütünsel enerjinin bir parçasıdır. Günü geldiğinde beden yeniden toprak olurken enerji de bütünsel enerjiyle canan ile birleşecektir.
Gönül duyguların diliyle konuş
Aşk ile çalınan saz yalan değil
Tanışayım dersen özünle tanış
Sen senden haberi al öz yalan değil

Kişi belli sohbetiyle sözüyle
Gerçekler uğraşır kendi özüyle
Candaki cananı gönül gözüyle
Görebiliyorsa göz yalan değil

Hüdai divane cezbesi derin
Yorum kabul etmez o anki durum
Aşığa bakmayın aşkını görün
Yürek yanıyorsa köz yalan değil

Hüdai'ye göre, Biz "insanı kami”l olabilmemiz için şiirde de anlatıldığı gibi önce kendimizi tanımalıyız. Kendini bilmek nefsini bilemektir.
O nefis ki bir canavardır. Bu öğretide inanalar, o canavarı kontrol altına alır, onu vahşi bir köpeği eğitir gibi eğitir uysal bir hale getirirler. Yani bireysel hırs, çıkar, mal, mülk, makam sevdası peşinde koşma yerine paylaşan, eşitliği gözeten, bilimin ışığında hareket eden, sanattan, sanat yapmaktan hoşlanan eğitimli bir kişi olmak için uğraşırlar. Tüm bunların en başında "eline beline diline" sahip olurlar. Hırsızlıktan, namussuzlukta, yalandan, iftiradan uzak dururlar

Bunun için izlenen yolda, ikar ile bir yol ehline bağlanıp önce talip vasıtasıyla yola girmek ve bir mürşidin önderliğinde “Şeriat, Tarikat, Sırrı hakikat ve Marifet” aşamalarını “Dört kapı Kırk makamı” tamamlayıp, tanrıyla buluşulur. Tanrıyla buluşan insan gerçekle buluşur. Gerçekle buluşan insan Şair Edip Harabi'nin dediği gibi (1853–1917) "Yerde insan gökte melek yoğuken” diye başlayan şiirinde de anlatıldığı gibi evrenin Noktayı Âmâdan var edildiğini anlar. “Küntü Kenz” aşamasında tanrının kendi güzelliklerinin bir parçasını zuhur ettirerek (bize göre) varlaştırarak kâinatta göründüğünü, görünür hale geldiğini anlar. Noktayı Ama dediğimiz bu teori bugün "Big bang" teorisiyle küçük bir parçacığın patlayarak kâinatı oluşturma teorisidir. Alevi Bektaşi inancı bu denli bilimsel bakmaktadır evrenin ve insanın oluşumuna.

Hüdaimiz de Bu gerçeğe ulaşmış bir ozanımızdır. Hüdai yaşamı boyunca dostluğa ve insanlara değer verir. Dostlarından sevgi saygı ve muhabbet bekler. Ama bazen öyle olmaz. Hüdai de şiirlerinde
"Erenler zehir getirin, balınan öldürmen beni
Bağrıma diken batırın, gül ilen öldürmen beni..."der.

Devamla şöyle diyor ozanımız:
Hiçlik âleminde mestim, varlık sevdasını kestim
Yokluk benim eski dostum, malınan öldürmen beni...”
Diyerek de vardığı "ölmeden ölmek" dünya malından mülkünden uzaklaşmak dediğimiz aşamayı çok güzel dile getiriyor.

Makbuldür

Faydası olmayan bahardan yazdan

Yüce dağ başının kışı makbuldür

Cahilin ettiği sohbetten sözden

Âlimin hayali düşü makbuldür

Lokma yeme muhannetin elinden

Kurtulaman sonra acı dilinden

Namertlerin kaymağından balından

Merdin kuru yavan aşı makbuldür

Hüdai konuşur bir ince dilden

Hal ehli olmayan bilir mi halden

Bilgisiz görgüsüz duygusuz kuldan

Ölülerin mezar taşı makbuldür”

Hal ehli olmak, insan dilinden anlamak, insanı güzel varlığın dünyada görünen en güzel görüntüsü olarak bilip onunla cemal cemale muhabbete bulunmak Hüdai felsefesidir. Çünkü insanlar aynı canın bir parçasıdır. Bakın ne diyor Hüdai;

Hakir görmeyiz insanı

Cümlemizin birdir canı

Şiir, müzik Hak lisanı

Çalar söyler usanmayız

Şiir ve müzikteki büyüleyici etkinin tanrının yarattığı bir etki olduğunu düşünmektedir.

Bazıları olayları yorumlarken yüzeysel bakar. Ozanın işi içseldir özdür. Şöyle diyor:

Gerçek hedefimden şaşmam

Kaynar kazanımdan taşmam

Dışla kabukla uğraşmam

Öze teslim oldum gardaş

Öze teslim olanlar gönül dediği yüreği aşk ile yanar. Cennet cehennem de aramaz gerçeği çünkü cennete cehennemde bu dünyada zaten vardır.

Dost ile dosta yanmışız

Servet ile övünmeyiz

Hak deyip Hak'ka dönmüşüz

Cennet için dövünmeyiz

Çünkü Alevilikte ölüm Hakka yürümektir. Ölüm ruhumuzun bütünsel varlıkla bütünleşmesidir. Yunus "Ölür ise ten ölür / Canlar ölesi değil" demiştir.

İrfan sofrasının altın tasıyız

Muhabbet suyunun şelalesiyiz

Hüdai Yunus'un sülalesiyiz

Tasavvuf ilmini biz tamam ettik

İşte Yunusun akrabası olduğunu onun yolundan gittiğini söyleyen şairimiz de onun açtığı tasavvuf ilmini takip ettiğini söyleyerek cennete gitmek için şekille uğraşmaz onun gibi Hakla bütünleşerek ölümsüzlüğe inanmaktadır. Bu nedenle hep cennet ve huri peşinde gidenlere "İsteyene ver sen anları / Bana seni gerek seni" diyen. Yunus dilinden konuşmuştur.

Alevi Bektaşilerin "Telli Kuran" dedikleri sazı onun en güçlü silahıydı. Sazının tamiri için gittiği usta Mehmet Ali Alpay'a şu sözcüklerle sazını iyi korumasını söylemiştir.

Ustam

Sevdiğimin parmakları özlüyor

Ustam güzel koru nazlı sazımı

Teknesi yaralı döşü sızlıyor

Ustam güzel koru nazlı sazımı

Çökme var eşiğinde döşünde

Gönül derdi eksik olmaz başında

Süzüldü telleri aşk ateşinde

Ustam güzel koru nazlı sazımı

Dikkat eyle hoyrat eli değmesin

Akort olsun burguları kaymasın…”

Diyerek emeğe verdiği değeri de şiirinde işlemiştir. Arı Türkçemizle daha çok mana dolu batıni şiirler yazan Hüdainin az da olsa aşk, doğa, toplumsal ve kültürel şiirleri de bulunmaktadır.

Edebiyatımızda ozanların ürettiği şiirler, türküler okuyan ve dinleyen insanın olgunlaşmasında, gerçeği görmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle Hüdai'nin bize bıraktığı en önemli miras onun eserleridir.

Bu eserleri ve diğer ozanlarımızın eserlerini öncelikle çocuklarımıza, gençlerimize okutmalıyız.

Eğer birine bir hediye verecekseniz bu öncelikle kültürümüzü anlatan destanlar, hikâyeler ve ozanlarımızın şiir kitapları olmalıdır.

Ozanlarımızın müzik CD diskleri olmalıdır. Yine Hüdai'mizin bu anmasının bize öğrettiği en önemli şeylerden biri -ve benim önerim de- her evde bir müzik aletinin, bir bağlamanın, bir sazın bulunmasıdır. Siz çalamasanız da mutlaka o eve, o haneye, o derneğe, o kuruma bu aleti kullanabilen ve güzel nameler çıkaran biri gelecektir. Mutlaka gençlerimize öncelikle bilgisayarı bilgi amaçlı bilinçli kullanmayı, ama mutlaka müzik aletlerini kullanmayı öğretmeliyiz. Özellikle açılan saz kurslarına yollamalıyız. Çünkü sanatla uğraşanlar sosyalleşir, kötülüklerden uzaklaşır, yurdunu sever.

Sadece sazı çalmak yeterli değildir, önemli olan sazı kullananı sahiplenmek ona saygı duymak onun özüyle buluşmaktır önemli olan. Yani yönümüzü "Kâbe"'ye dönmektir. Çünkü kıblesini insana dönen insanlaşır. Sanatla uğraşan, şiir yazan, müzikle yapan, kendini bilen, insanı tanıyıp yüzünü insana dönen insan gönlü kırmaz.

Bakınız Hünkâr Hacı Bektaş Veli "incinsen de incitme" diyor, Hünkarın yoluna inanan insanı kutsal bilip aynı düsturla yaşayan Hüdai'miz bir dörtlüğünde şöyle diyor;

Gönül çalamazsın aşkın sazını

Ne perdeye dokun ne teli incit

Eğer çekemezsen gülün nazını

Ne dikene dokun ne gülü incit

Hüdai'mizin anlattığı gibi biz de insanları incitmemeliyiz. Onlar kabalık yapsa da affetmesini bilmeliyiz. Ama insanlık düşmanlarını insan yakanları kastetmiyorum tabii.

Hüdai'ye yazdığım bir şiir ile konuşmamı sonlandırmak istiyorum.

 

Âşık Hüdai’yi Tanır mısınız?

Muhabbet bağına girip söyleşen

Âşık Hüdai’yi tanır mısınız?

Aşkın kazanında kaynayıp pişen

Âşık Hüdai’yi tanır mısınız?

Gönül badesini doldurup içen

Aşktan sarhoş olup kendinden geçen

Mana dünyasının kapısın açan

Âşık Hüdai’yi tanır mısınız?

Nefsin ateşini tutup söndüren

Ölmeden kendini önce öldüren

Bütün evrene bir semah döndüren

Âşık Hüdai’yi tanır mısınız?

Dağların sümbülü, gülü lalesi

Akan ırmakların gür şelâlesi

Yunuslardan gelir bil sülâlesi

Âşık Hüdai’yi tanır mısınız?

Turna gibi uzak ellere uçan

Sevgiye inanan sevgiler saçan

Yüreklerde bir gül olup da açan

Âşık Hüdai’yi tanır mısınız?

Çok âşıklar çıkar Maraş ilinden

Aşık olan anlar ozan dilinden

Tanır çalan sazdan her nefesinden

Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?

İRADİ yandı aşk meyhanesinde

Eriyip çekildi haddanesinde

Gerçekleri buldu güzel sesinde

Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?

İRADİ (İsmail Aydoğmuş)

 

Beni dinleme sabrınız için teşekkür ederim.

"Makamınız ne olursa olsun, servetiniz ne olursa olsun. Gönlünüzden sevgi, yüzünüzden gülücük ve Hüdailerin aşkı eksik olmasın".

Aşk ile dostlar!

1 Aralık 2010 Ankara Aşık Hüdai Anması etkinliğinde yaptığım konuşmadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar