"KÜSTÜRDÜM BARIŞAMAM"

 Dünkü yazıma “Keklik Gibi Kanadımı Süzmedin” başlığını koymuş, Nezahat Bayram’ı anarken kaynak kişi Erzincanlı Hafız Salih Dündar’ı tanıtmıştım. Amacım buydu. Bugün de benzer bir kişiyi tanıtacağımı doğru tahmin edene bir kitap göndereceğimi yazmıştım. Bu yazıyı yazmaya oturduğum saate kadar tahmin mesajı gelmedi. İş başa düştü. Oysa sorunun yanıtı dünkü yazımın içindeydi. Kaldı ki onun adı, değerli Hamza Gedik’in yorumunun içinde de geçiyordu. Biraz sonra siz de öğreneceksiniz.

Yine bir anı ile başlayayım: Gençlik yıllarımda hayran olduğum Türk Halk Müziği sanatçılarının biri Can Etili’ydi. Can Etili, TRT’den ayrılmış, akademik kariyer yapmayı tercih etmiş, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nın önemli hocalarından ve yöneticilerinden olmuştu. Gün gelecek Konservatuardaki Makamında, öğrencilerine beni tanıtacak, kitaplarımdan övgü ile söz edecekti. Nereden bilirdim?

Can Etili’nin okuduğu türkülerden biri beni yine hayal sarmalına götürürdü:

“Küstürdüm barışamam

Ayrıldım kavuşamam

Göz açtım seni gördüm

Yâd ile konuşamam”

 

Belki ben de henüz orta okul öğrencisiyken gözümü açmış onu görmüştüm. Ama o benim gördüğümü hiçbir zaman görmemişti. Hayal hikaye düzmeyi bir yana bırakıp gerçeğe gelelim. Bu türkü Erzincanlı Hafız Şerif’ten alınmıştı. Hafız Şerif olarak ünlenmiş olan Şerif Tanındı 1902 yılında Erzincan'ın eski adıyla Vakıf Bırastik, yeni adıyla Çatalören köyünde doğdu. Babasının adı Hafız Ebubekir, annesinin adı Zeliha'ydı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Erzincan Rus işgali altına girince köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. O zaman Şerif on iki yaşındaydı. Bu göç sırasında annesini yitirmişti. Şerif, babasının izini sürerek on dört yaşında hafız oldu. Aynı yıl Sümbül Hanım'la evlendirildi.

Soğukoluk köyünde imamlık yapıyordu. Sesinin güzelliğiyle dikkat çekti. Kısa bir süre sonra Erzincan merkezindeki Ulu Cami'ye müezzin olarak atandı. Erzincanlı Şerif müezzin olarak İstanbul’a atandı. Biri erkek, üçü kız, dört çocuğu olmuştur.

Halk gazinolarında türküler de söylüyordu. Ünü yayılmıştı. Gramofon aygıtıyla tanışmış etkilenmişti. İstanbul'da taş plak doldurup şehrine dönen sanatçılar, Anadolu'da fırtına gibi esiyorlardı. Diyarbakırlı Celal Güzelses, Zaralı Halil Söyler, Erzincanlı Şerif, Erzincanlı Salih, Malatyalı Fahri Kayahan, Urfalı Cemil Cankat, Urfalı Mukim Tahir, Urfalı Hamza ve daha niceleri... Her biri adlarının başında nereli olduklarını sıfat olarak ekliyorlardı.

Fırat ve Dicle'nin sularının geçtiği yörelerin musikilerinin ezgi açısından bir farklılığı var. Bu farklılık ve ortak özellikler ile ilgili kısa bilgi verdikten sonra sözü Erzincanlı Hafız Şerif Tanındı’ya getireceğim: Bu havzada, Anadolu'nun başka yörelerinde rastlanmayacak çeşitlilikte ve ezgisel zenginlikte bir müzik soluk alıp verir. Sivas, Erzurum, Erzincan, Harput (Elazığ), Malatya, Bingöl, Diyarbakır ve Urfa kendi özgül renklerini katmak üzere aynı müzik havzasından beslenirler.

Buralarda, kırsal kesim kökenli ezgilerin yanı sıra, Anadolu şehir müziğinin de en dikkate değer örneklerine rastlanır. Fırat ve Dicle havzasında mayalanan müziğin bir başka özelliği ve klasik Türk müziği ile benzerliği, bu bölgede yüzyıllarca iç içe ve iş bölümü içinde yaşamış değişik kavimlerin karşılıklı alışveriş içinde ve çoğu kez de elbirliğiyle bu müziği üretmiş olmasıdır.

Şerif Tanındı’nın repertuarında, olağan üstü güzellikte yorumladığı bir türkü vardı. Sevgilinin gözleri ile yurt köşeleri kıyaslanıyordu. Karacaoğlan’dan Ruhsati’ye kadar pek çok ozan benzer koşmalar söylemişti.

“Nasıl methedeyim sevdiğim seni

İstanbul Bursa’yı değer gözlerin

Arasam bulunmaz ruhi Revan’ı

İzmir’i Konya’yı değer gözlerin.”

 

1930’lu yıllardan itibaren Anadolu’da radyo ve gramofonlar yaygınlaşmaya başladı. Radyolardan ajans ve "yurttan sesler" dinleniyordu. Gramofon ise kahvehanelerde, evlerin balkonlarında, cumbalarında, eyvanlarda ses veriyor, dinleyenleri mest diyordu. Tarz, ekol ve hava olarak, Zaralı Halil, Celal Güzelses, Malatyalı Fahri, Cemil Cankat gibi sanatçılar plaklarıyla bir fırtına gibi esmişlerdi. Hafız Burhan'lar, Münir Nurettin'ler, Safiye Ayla’lar İstanbul’da ne kadar tutuluyorsa, Anadolu’da da onlar dinleniyordu.

Türküleri, Klasik Türk Müziği'ne yakın örneklerdi: O dönemin resmi müzik anlayışı, çok sesli batı müziğiyle birlikte daha çok âşık tarzını ve bağlama geleneğini yüceltmeye yönelik olduğundan, bu sanatçılar radyoda yeterince ilgi göremediler. Şerif Tanındı’nın taş plakta seslendirdiği ve “Çıkar yücelerden yumak yuvarlar” sözleriyle başlayan türküsü de klasik Türk müziği parçalarını anımsatıyordu. Bu türkü Sadettin Kaynak’a ilham verecekti.

“Çıkar yücelerden yumak yuvarlar

İner düz ovaya şahin kovalar

O yâr gitti ıssız kaldı ovalar

Değmeyin yavruma beyler ağalar

 

Yar bade doldurmuş elleri bir hoş

Yar uykudan kalkmış gözleri bir hoş

Leyli leyli leyli leyli

 

Kırmızı gül ile bezendi bağlar

Hastanın halinden ne bilir sağlar

Döşek mahzun melül yastık kan ağlar

Değmeyin yavruma beyler ağalar

Yar bade doldurmuş elleri bir hoş

Yar uykudan kalkmış gözleri bir hoş

Leyli leyli leyli leyli”

 

Hafız Şerif’in okuduğu eserlerin hangisi anonimdi, hangisi kendi özgün bestesiydi, birbirine karıştı. Besteleri özgün de olsa, ilk kez seslendiriliyor da olsa, yüzlerce yıllık türkülerden farksızdı. Zaman içinde Onlar da dilden dile, telden tele aktarıla aktarıla anonimleşti. Anadolu’da ünlenen ses sanatçıların bazı yönleri efsaneleştirilmişti. Örneğin Celal Güzelses’in sesiyle kervan durduruşu ve bülbülleri ayağına getirişi, bir çok sanatçının Atatürk ile karşılaşmaları dilden dile aktarılırdı.

“Erzincanlı Şerif” için de bunlara benzer rivayetler anlatılır. Onlardan birine göre bir gün kapısını bir subay çalmış: “Müezzin Şerif Bey siz misin?” diye sormuş. Olumlu yanıt alınca subay: “Şerif Bey, siz benim aile mutluluğumu bozuyorsunuz!” demiş. Şerif Tanındı şaşırınca, nedenini anlatmış:

“Şu sabah ezanını öyle yanık okuyorsun ki, bizim hanım ne zaman sesini duysa yataktan kalkıp pencereye koşuyor. Her sabah böyle. Sana istediğin kadar para vereyim, git bu işi başka yerde yap.” Kemal Karasüleymanoğlu’nun Erzincanlı Şerif Tanındı’dan derlediği bir türkü şöyle başlıyordu:

Ördek isen göle gel

Şahin isen kola gel

Hakikatli yar isen

El ettiğim yere gel.”

Yıldız türkülerinin Erzincan çeşitlemesi Şerif Tanındı’dan alınmıştı: “Yıldız gidersin bir yana Yolun uğrarsa Narman'a Selam söyle nazlı yara Mezarda garip sunama Yıldız yıldız yıldız yıldız yıldız ey…” Eserlerinin ve sesinin bilinmesine rağmen, hakkında ayrıntılı bilgi bulamıyoruz. Plaklarının üzerinde yer alan soluk bir fotoğrafın dışında başka fotoğraflarına da ulaşmak mümkün değil. Şerif Tanındı’nın yolu İstanbul’a düşse de doğup büyüdüğü topraklardan kopamamıştı. 1938’den sonra tekrar Erzincan’a döndü. Köylerde imamlık yaptı. Son görev yeri kendi köyü oldu. 1948 yılında hastalanıp vefat etti. Rahmet diliyoruz. Ruhu şad olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar