BİR ALTIN HİKAYESİ

Çocukluğumun hayallerinden biri değerli taşlardı isimlerini bilmesem de sık sık çıktığım doğa yürüyüşlerimde canlılara imrenerek bakıp incelediğim gibi kayaçlara renkli saydam taşlara  da bakar bazılarını hiçbir zaman sonuna kadar saklıyamadığım  “hazineme” koyardım.

İlk başlarda bu merak babamın hediye ettiği mıknatıs ile başlamıştı benim için mıknatıs inanılmaz değerli idi ilk sakladığım değerli nesne sanırım o idi. Kaç kez  kaybetsemde yine bulurdum ancak bir taşınma esnasında kiralık evimizin küçük bahçesinde unutunca sonsuza kadar yitti!

Hayat beni asker yaptı,artık zaman, hiç sahip olmadığım şeydi yapmadan duramadığım kir gezilerim bile Ankara gibi şehirlerde imkansız isteklerdi ancak Keçiören’den Kuğulu Parka yayan giderek bu özlemimi giderebiliyordum ancak artık özgür ağaçlar özgür hayvanlar çevremde olamazdı taşları  ise kuyumcu vitrinlerinde görebiliyordum,yıllar benim bu ısrarlı hevesimi kırıyordu mecburen başka alanlara yönelecektim.

Doğu da görev yaparken gerçek doğa ile buluşuyordum fakat çocukluğumun taş sevgisi eski şehvetini kaybetmeye başlamıştı,emekli olunca diye başladığım bir rüyam vardı…Bu rüya da  siyasetin göbeğinde asla gerçeğe dönüşemeyecekti yedi sekiz yılda böyle geçti. Sonunda “yahu hep başkaları için uğraştım biraz kendi hayallerime koşayım “ deyip ilk altın bulduğum Çal’a gittim ancak tamamen verimsiz bir girişim oldu yanımda şimdi dünyada olmayan bir arkadaşım vardı benim beklentilerim onun işlerine gömüldü gitti.

Aradan birkaç yıl geçince bir daha gittim şimdi yine artık aramızda olmayan arkadaşım Osman’la çocukluğumda yüzlerce defa gittiğim yerlere gittim fakat her şey değişmişti anılarım mı karışmıştı ortalık mı bu kadar çok karışmıştı bilemedim. Yine başarısız girişim olmuştu. Aradan bir süre geçince tekrar Çal seferine çıktım bu sefer üç kişi olmuştu artık yanımızda arkadaşımız Özcan’da vardı Çökelez Dağına çıkacaktık ama onlar benim dediğim yolu değil yeni yapılmış orman yolunu tercih ettiler kamyonetle gidiyorduk. Bu yolda Özcan belini sakatladı yine kötü gidiyordu zirveye yaklaşınca onlarca defa çıktığım dağ bana yaban geliyordu zira ben her defasında yayan ve dağın ortasından çıkmıştım şimdi dağın kenar kısmından ve araçla çıkmıştık bir türlü altını bulduğum yeri hatırlayamadım oysa kaç defa bu anıyı tekrar etmiştim emekli olunca kaldığım yerden devam edecektim,olmuyordu bir türlü anılarım ile gördüklerim uyum sağlamıyor umut tükeniyordu neticede tekrar pes etmek zorunda kalmıştım.

Bir süre daha  geçti aklıma yaşadığım yer olan Sarayköy’de niye aramıyorum diye sihirli bir soru takıldı öyle ya! Onca yolu git bir sürü sorunla uğraş ne gerek vardı neticede her yerde aranacak bir şeyler olurdu.Yavaş yavaş yeni çevremi kolaçan etmeye başladım önce yayan gittim fakat burası diğer yerlere benzemiyordu neredeyse yakın çevrede “kır“ denilen şey yok olmuştu nereye gitsem tarla,bahçe. Baktım olmuyor bisiklete müracaat ettim çevreyi genişletince beklediğimi elde ettim. Bir yandan zaten meraklı olduğum maden,jeoloji,değerli taşlar konusunda okumaya çalıştım ancak elimde bu konuda az sayıda kitap vardı bu sefer bilgisayar aklıma geldi gerçi o zaman bu kadar hızlı bilgiye ulaşamıyorduk ama bilgim artmaya başladı tabii oldukça yavaş biçimde.

Çevremde ilgilendiğimi duyan uzak arkadaşlardan biri bir gün bir teklifle geldi onun arkadaşının arabası varmış üçümüz altın arayalım dedi.Adamı yeteri kadar tanımıyordum zaten diğerini de ilk defa görecektim,her nasılsa evet dedim. Bizim altın maceramız başladı başlamasına ama büyük bir sorun vardı bu adamlar defineci idi. Benim bildiğimin yüzde birini bilmiyorlar en gerekli bilgiler hurefa ile sarmalanmıştı ilk birkaç gün kendilerine özet bilgi vermek zorunda kaldım fakat yetersiz olacağı da  belliydi.

İlk defa uzak bir dereye gittik elimizde teçhizat da var fakat bir defa kazma vuramadan geri geldik çünkü nerede arayacağımız konusunda anlaşamamıştık. İkisi zaten arkadaş biri baskın karakter o ne dedi ise diğer ona uyuyor bir türlü anlaşamıyoruz ikisinde CHP li hemen “demokrasi” diyorlar arazide seçim yapıyoruz elbette her seferinde ikiye bir kaybediyorum “yahu diyorum bilimde demokrasi olmaz Faraday yasaları seçimle mi kabul edildi?” Ben zaten küçük bir partininde  başkanıyım esamemiz okunmuyor…

İlk kavgalı seferden sonra bu ikili tekrar yanıma geldiler yanlış yaptık falan dediler sen nasıl istiyorsan yapacağız falan derken ikinci sefere çıktık.Çok güzel bir yerdeyiz O arkadaş bir ara bir kayanın üstüne çıktı elini çenesine koydu heykel gibi duruyor diğerine sordum “ne yapıyor?”  Düşünüyor dedi içimde dualar tepişiyor…Bir saat kadar sonra huşu içinde ayağa kalktı eliyle bir yeri gösterdi “BURASI”
Yanına gittim “niye burası?”  Cevap yok bir süre sonra tekrar münakaşa tekrar o çığlık duyuldu “DEMOKRASİ”

Ben tekrar demokrasi gazisiyim haydi dedim bu kadar yol geldik bari bir kazma vuralım diye oraya yöneldim tam çalışmaya başladım tekrar yanıma geldi “yok haklısın burası olmaz,BURASI” eli bambaşka yeri gösteriyor haydaaa bir daha cingar koptu sonuçta o demokrasi yine galip tekrar itiraz falan derken birbirimizi öldürmeden sağ salim geri dönmeye muvaffak olduk.

İkinci beyhude seferden sonra üçüncü bir arkadaş devreye girdi onun da katkıları ile ben tekrar devreye girdim fakat bu sefer katılan kişi benim yakın arkadaşım olan Mustafa. Şimdi diyorum kafamdan “demokrasi gününü  görecek!”  Hakikaten yenişemeyen güç dengesi sonucunda benim bulduğum bir kaya parçasını yanımıza alarak geri döndük ben bu kafa büyüklüğünde  ki kayadan ümitliyim.

Mustafa’nın bahçesinde kayayı bir küçük tüpe takılı pürmüzle verdik alevi…Cahillik işte kayayı kırmadan işlem yapıyoruz aradan saatler geçti kaya kızarıyor bozarıyor ama direniyor,,sıra ile alev tutuyoruz bir ara ben pürmüzü tutarken arkadaş bağırdı,dur dedi  “ne oldu?” , “kayadan bir şey aktı “ dedi. Zaten tüp bitmek üzereydi ateşi kestim soğumasını bekledik,soğuyunca kayayı çevirince o parlak sarı akmış olan metali gördük evet resmen altındı ancak ince tabaka halinde ve parmak genişliğinde üç dört santim uzunluğunda var. Daha yolun başındayız yinede emin olamıyoruz aslında onlar olmuyor eee yapacak bir şey yok  dört kişi oylama yaptık bu seferde kaybettim bulunan nesnenin ne olduğu belli değildi ve elbette bunu bulmak da benim görevimdi uzatmayayım tamam deyip ertesi gün Denizli’ye gittim.

Denizli’de epey gözlem yaptıktan sonra gözüme kestirdiği bir kuyumcuya girdim. Gençten biri vardı müşteri sanıp buyur ettiler meramımı anlatmaya başlayınca dükkan sahibi güldü “buraya nerdeyse haftada bir birileri gelir altın bulduk derler hiçbirinin alakası yoktur”  Kendilerince haklılar emekli asker olmasam gitmemi isteyecek biraz ısrar edip bu işlerden az çok anladığımı falan söyledim oralı bile olmadı o sırada içeri bebeği ile bir bayan girmiş bizi dinliyormuş meğer karısı imiş o devreye girdi “abinin getirdiğine bak bakalım “benzeri laf etti gönülsüz şekilde “bir bakalım” deyince cebimden çıkarıp verdim görür görmez suratı değişti “abi bunu gerçekten kayanın içinden mi çıkardınız?”   Tekrar evet dedim hemen masanın çekmecesini açtı sonradan öğrendim bir şişe içindeki sülfürik asidi üzerine damlattı,hızla başka bir şişe çıkardı bunda da nitrik asit varmış ondan da damlattı sonra sevinçle “abi bu altın!”  

Ben zaten bu sonucu bekliyorum bana “abi kaç ayar bakmak istiyorum,müsade var mı?” Evet,bakın”.  Siyah bir taşa sürttü, sürttüğü yer sarardı.Bu yere nitrik asit damlattı “abi bu 24 ayar altın “dedi.Sonra sorular,sorular.Nerden buldun vs.Arkadaşlar giderken sıkı sıkı tembih ettiler çünkü ben yalan söylemem veya söylesem de biliyorlar bana yemin ettirdiler iyi bir yalan bulduk mecburen onu söyledim “Sarıkamış’ta bu taşları bulup kasa ile getirmiştim! Elbette inanmadı yerini öğrenemeyince bir teklifte bulundu “biz burada altın işliyoruz bizim indükleme fırınımız var o kayayı toz haline getirin”  dedi,tekrar ilçeye döndüm olanları anlattım çok sevindiler bir kaç gün boyunca kayayı toz haline getirmeye çaliştık elimizde mermer dibek vardı benim yeğende  yardım etti sonuçta gerekeni yaptık.

Kuyumcuya telefon ettim abi yarın getir dedi. Ertesi gün gittim elimde ki torba altı yedi kilo vardı. Torbayı görünce güldü “bu kadar yeter deyip bir ölçü aldı tarttı “abi bak tam 110 gram dedi kalanı geri verdi ben beraber fırına gideceğiz derken tekrar güldü “abi oraya ben bile girmiyorum,sadece ustası girer” bende hayal kırıklığı kusura bakma sana öyle söyledim ama içeri giremezsin git dolaş üç saat sonra gel .

Mecburi gezintiye başladım ama dört saat sonra geri döndüm beni bekliyordu yüzü de gülüyordu “abi,haydi şanslısın “ dedi ve küçük bir kutu uzattı içinde küçük poşet içinde yuvarlak siyahımsı bir şey var.”bu dedi kurşun içinde altın yaklaşık bir gram olduğu için kaybolmasın  diye kurşun içine koyduk “ dedi. İnanılmaz bir rakamdı 110 gramda bir gram altın!

Günlerce hesap yapıp durduk 150 gramda (biraz çok yapıp rakamı yuvarlıyorduk) bir gram ederse 1.5 kiloda 10 gram eder 1.500 kg da 10000 gram eder demekki tonda en az  5000 gram olur! Hemen altın ile ilgili ne var yoksa internetten indirip okumaya başladım.Fakat öğrendikçe işlerin biraz değiştiği kesin  ise de yine de bulunan miktar müthiş idi.Elbette bu kayaç içinde damar olduğu belli idi ve arazide bu oran hızla düşecekti bunun farkında idim ancak her halükarda oldukça iyi bir yer bulmuştuk(m).

Şimdi,bu tür hikayeler hep mutlu sonla noktalanarak anlatılır ancak bizim hikaye hala sürmekte.Burada mecburen yazamayacağım olaylarda oldu amacım kimseyi suçlamak değil bu nedenle bazı yerleri anlatamıyacağım.

Bizim bu “altın “hikayesi evrilerek gitti önce elmas aramaya döndü sonra farklı bir elmas çeşidi olan “karbonado” ya döndü daha sonra ise önce değerli taşlara sonrasında ise yine “elmas” olayına dönüp durdu.Hala devam eden bu süreçleri teker teker  yazacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar