
Ahmet Özdemir
AĞIR AĞIR ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN
Deniz mevsimine yurdumuzun pek çok yerinde girildi. Dilimde Haşim’in dizeleri: “Denizlerden / Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin. / Bilsen / Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan / Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!...”
Dünkü yazımda Ahmet Haşim’i anlatmıştım. Biraz da şiirlerinden örnekler vermeyi arzu ettim:
“Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre âlevdir bu karanfil,
Ruhum acısından bunu bildi!
Düşdükçe vurulmuş gibi, yer yer,
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gönlüm ona pervane kesildi.
Hepimizin bildiği ve sevdiği karanfili, ancak Haşim bu şekilde tasvir edebilirdi. Bir damla alev olan karanfil, niçin yârin dudağıdır ve niçin acıdır? Bu soruyu Yusuf Ziya Ortaç Haşim’in ölümünü izleyen günlerde Galatasaray Lisesi’nde verdiği konferansta yanıtlamış.
Cenap: “Senin ağzın benim, benim ki senin / Çifte buseyle yek dehan olduk!” diyor. Nedim: “Ne berk-i güldür o leb, çiğnesem şeker sanırım, / Ne goncadır o dehen, koklasam şarap kokar!” demektedir. İkisi de dudağın lezzetini, busenin tadını biliyor. Ama Haşim’e göre, şeker tadı veren bir gül yaprağı ve şarap kokan gonca değildir. Karanfil, acı ve kokusundan belli ki, yârin dudağından getirilmiştir.
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...”
Edebiyatımızın en güzel şiirlerinden biri şüphesiz ki “Merdiven”dir. İhtiyarlığa ulaştıran hayat yokuşu ile gurup arasındaki sembolik ilgiyi anlatmakta. İşte melâl bu.
Haşim’in şiiri sembolik olduğu için, her okuyan bir anlam vererek kendinden bir şeyler katabiliyor. Ama her tuşu ayrı bir ahenk veren piyano gibi, her bahri ayrı bir ahenk veren, aruzun “mefâilün feilâtün mefâilün fâlün” vezni de duygulara ayrı bir derinlik vermekte.
Büyük sanatçıların eserlerinde aşağılık yükseklik değil, farklılıklar söz konusu olabilir. Ahmet Haşim’in şiiri, farklı bir şiir. Bedeninin, ruhunun bütün zerrelerini içinde taşımakta. Işığın gölgeleri ve tonları ile dolu. Hayatını sanata bağlamış bir kişiliğin ürünleri, anlatımları.
Zannetme ki güldür, ne de lale,
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyale...
İçmişti Fuzûlî bu alevden,
Düşmüştü bu iksîr ile mecnûn
Şi'rin sana anlattığı hâle...
Yanmakta bu sâgardan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı,
Baştan başa efgân ile nâle...
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyale...
Unutmamak gerekir ki, Haşim’in nesirleri de en az şiirleri kadar başarılı ve anlamlı. Onun şiirleri gibi, nesirleriyle de okunmalı. Sanırım, arayış içinde olan genç sanatçılarımıza; batı ve doğu sembolizmini kendi duygu potasında karıştırıp, kendine özgü renk, koku ve ses armonisini meydana getiren Ahmet Haşim’in vereceği çok şey var.
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!