Osman Selim Kocahanoğlu
SİYASAL İSLAMCILARIN EN İTİBARLI HAİNİ
4 Temmuz 1918’de Vahdeddin tahta çıkmış, Mondros Mütarekesi ardından, İttihatçılar kaçmış, onların sürgüne gönderdiği tüm İtilafçı muhalifler İstanbul'a dönmüşlerdi. Bunların dinci takımı Darü'l- hikmetü'l -İslamiye'yi kurdular (12 Ağustos 1918). Mustafa Sabri, İskilipli Atıf, Saidi Nursi, Mustafa Asım ve Mehmed Akif' gibi ulemadan oluşan bu Cemiyet, bir "Ahlak Komisyonu" kurarak amaçlarını bir Beyanname ile açıkladılar:
“...Medeniyet perdesi altında kadın ve kızlarımızın yüzlerindeki haya perdesi sıyrıldı. Gençler, Darülfünun, kütüphane ve birahaneler, kulüpler ve fuhuşhaneler arasında mekik dokuyor. Bir delikanlı bir kızı koluna takıp götürüyor. İslam şeriatının cinayet telakki ettiği, tıbbın menettiği çocuk düşürme yayılıyor; gençlerimiz ve kızlarımız bu sefih hayatın ziynetlerine aldanıyor. Hırsızlık ve yaralama gibi suçlardan ziyade, “hergün artan ahlaksızlıklara zabıtanın gücü yetmediğinden, dine, ahlaka ve mukaddesata karşı suikastler artıyor. Tiyatro denilen fuhuş yuvaları kapatılmalı, öğrencilerin gidiş-geliş güzergahında bulunan fotoğrafcı vitrinlerindeki ‘üryan/çıplak’ resimlere el konularak toplanmalı; ‘gayr-ı nezih’ hikayeler içeren kitap ve dergiler toplatılmalıdır...”
Mustafa Sabri Damat Ferid kabinesine Şeyhülislam olunca (4 Mart 1919). İslamcılar güçlü bir dayanak buldular. Damat Ferid Paris Konferansına giderken vekaletini Sabri Hocaya bıraktı. Hocanın ilk işi, İttihat Terakkinin getirdiği Hukuk-u Aile Kararnamesini iptal etmek oldu (4 Mayıs 1919). Sadece erkekler için tanınan boşama hakkını kadınlar asla kullanamayacaktı. Vahdeddin, Anadolu hareketini bastırmak için Teali-i İslam ve Anadolu Cemiyeti'ni kullanmaya başladı. Mustafa Sabri 5. Damat Ferid kabinesine tekrar Şeyhülislam olunca gene ahlak meselesinden işe başladı:
“ ... Müslümanların içki satması, kadınların erkeklerle karşılaşması ve santral memuru, PTT memurluğu gibi işlere girmesi yasaklandı. Kadınlar yanlarına erkek almadan evden çıkamayacak, İslami kıyafet dışında elbise giyilmeyecek; fuhşu önlemek için şüpheli kişiler ihbar edilecekti. Sabri Efendi mutsuz kadınlarla uğraşacak yerde, rüşvetçi ve vurguncularla, evsizlik sorunu ve fırsatçı ev sahipleriyle uğraşmalıydı. Ölçüsüzlük Türklerin bir özelliğiydi...”
Teali-i İslam Cemiyetinin “Anadolu’nun Muhterem Ahalisine” başlıklı beyannamesi ise saltanat dinciliğinin kök paradigmasını ele veren tam bir ihanet belgesidir:
“… Selanik dönmeleriyle aslı ve nesli, mezhep ve meşrebi belürsüz ecnas-ı muhtelife türedilerinden mürekkep Mustafa Kemal ve Kuva-yı Milliye maskaraları, Yunan askerlerinin önünden namerdane kaçarken zavallı saf ve gafil ahali ve askerden cem ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak ve “siz devam edin, biz şu taraftan onların arkasını çevireceğiz” diye yalanlar ve hilelerle kaçarak zavallı neferlerimizi ve ahalimizi boşuboşuna kırdırma usulünü takip ediyorlar.
(…) Yabancı Devletler bize, “eğer Anadolu’da Kuva-yı Milliyeyi bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuva-yı Milliye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarıp son ihanetlerini de yapmaya çalışıyorlar."
(…) Elinize aldığınız fetva-yı şerife ki Allah’ın emridir. Okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın fermanıdır. Siz Allah’ın emrine halifenin fermanına ittibaen bu canileri, bu katil sürülerini yaşatmamakla mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunların vücutlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet ve müslümanlık için farz olmuştur.
(…) Askerler! bu kadar uyuduğunuz yeter, bu zalimlere alet olduğunuz artık yeter. Padişahımız hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz: İşte size ihtar ediyoruz, Allah’ını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!..” (T.Z. Tunaya, C. II, s. 387)
Cemiyetin ağdalı cümlelerle İslamiyete çoğul yorumlar getiren i bir beyannamesi daha vardır... Buna göre de , İslam'ın "şu kimyahane-i hayatta kılıçtan daha büyük ve daha mukaddes" vazifeleri vardır. Batı'nın üstün silahları arkasında “cesareti cahilane değil, deha-yı medeniyet" gizleniyordu. Müslümanlar medeniyet ve içtimai saadet üzerine yoğunlaşmalıydı. Ehven-i şer kabilinden Sevr imzalandığına göre, millet de artık vazife hissiyle davranıp Kuva-yı Milliye güruhunu bastırmak üzere Halife-Sultan adına yemin edilmeliydi.”
Medrese öğretisinin türettiği dinci paradigmanın kullandığı kavramlar, "Allah ile Aldatma" nın politik malzemesi olacak, bu beyannameler Yunan uçakları tarafından Eskişehir-Kütahya köyleri ve cephedeki asker üzerine atılacaktır... Bazı askerler silahıyla cepheden kaçmışlardı... Yunan ordusu İzmir'e çıkınca sokaklara yayılan palikarya sürüleri, sakat ve yaşlı kadınların, uykudaki genç kızların çırpına çırpına ırzına geçiyor, gözü önünde annesine tecavüz ediliyor; yüzlerce gayrı meşru çocuk doğuyordu. İSKİLİPLİ ATIF gibi medrese yobazları, bu tecavüzler için, sarı sayfalı müdevvenattan tek delil bulamıyor, şapka ve zünnar ile uğraşıyordu!
İngilizler ve sarayın kullandığı bir ihanet odağı da gene saltanat dincilerinin kurduğu Anadolu Cemiyetidir. İzmir bölgesine özerk statü verilip başına Hrıstiyan bir vali atanacaktı. Cemiyet İstanbul'daki Yunan Temsilcisi Triandafilacos ile temasa geçerek, ' Özerk İyon Hükumeti’ kurulması için tekliflte bulundular. Önderleri şunlardı: Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Efendi (Hüsnüyadis!), Balıkesir Gavurcu İrşad gazetesinden Trabzonlu Ömer Fevzi, Bursa Müftüsü diğer Ömer Fevzi..v.s..
İzmir’deki Yunan Komiseri Stergiadis İyonya Devletinin kuruluş bildirgesini 31 Temmuz 1922’de İzmir Hükumet konağı önünde açıkladı. İzmir Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa, Karşıyaka Belediye Reisi Ahmed Şükrü Bey törende konuştular. Rum cemaatı adına Armonya gazetesi müdürü Kaprisi, Ermeni, Musevi ve Katolik cematı liderleri de konuştu. Son konuşmayı Yorgiler safına geçmiş Çerkes Ethem'in temsilcisi yaptı. İzmir'de bunlar olurken bir ay sonra 26 Ağustosta Büyük Taarruzun başlayacağını, on gün içinde Mehmetçiğin İzmir'e gireceğini kimse bilmiyordu. İngiliz istihbaratı ilk defa gaflete düşmüştü...
Saltanat dinciliğinin en büyük haini Şeyhülislam Mustafa Sabri'ye tekrar gelirsek... Medrese öğretisi ironi yaparken bile mugalata mantığı kullanır. İşgal bölgesinde üç yıldır Yunanlıların yakıp yıktığı köylere, ırz tecavüzlerine, vicdanı sızlamayan Mustafa Sabri maskesini dafa fazla düşürecektir. Yazdıklarına bakınız:
“... Eğer İzmir'i ele geçirip mahafaza eden herkes zahir ve batınına bakılmaksızın İslam topraklarının müdafii olarak görülecekse, daha önce İzmir'i işgal eden Yunanlılar da kendilerini bu mevkide görmeleri icap eder. Eğer Mustafa Kemal İzmir'e galebe çaldığında aynı zamanda İslam dinine de galebe çalmış ise bu galebeden İslam'ın kazancı ne olacak ki!? Durum böyleyse Allah'ın laneti İzmir'in, onun fethinin ve geri alınmasının üzerine olsun!..”(İ.Kara, Hilafet Risaleleri, c.6, s.496)
Kokuşmuş saltanat dinciliğinin askeri ve siyasi mantığı diyelim doğru olsun... Diyelim Hocapaşa'nın savaş stratejisi Liman Von Sanders ve Goltz Paşa ayarında olsun. Diyelim vicdanı kirlenmemiş, Selanikli Mustafa dini ortadan kaldırmak için zafere yürümüş olsun... Diyelim Mehmetcik yakılan köyler arasından 10 günde İzmir'e girmemiş olsun. Diyelim Sabri Hoca yobazının intikam duygusu insanî olsun. Bu Şeyhülislam taslağının lanet diskuru buralarda kalmaz; nefretini bir de Kuran'a tastik ettirir. İşte bulduğu ayet:
“....Şüphesiz o küfredenler, bütün yeryüzündeki ve daha bir o kadarı onların olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar, onlardan asla kabul edilmez. Onlara acı verecek bir azap vardır." [Maide, 5/36] (Hilafetin Saltanattan Tefriki, s. 496)
Bu ayetten ülkesini işgalden kurtaran kumandanı ve orduyu Allah'ın lanetlediği anlamını çıkaran dinci yobazlık, bununla kalmaz bir ayet daha bulur. Delil mi yok:
"...Münafıklar cehennemin en alt katındalar. Onlara bir kurtarıcı da bulamazsın (Nisa, 4/145).
Kendi Maun Müselmanlığını unutup, ayetler üzerinden İzmir'in düşmandan kurtarılmasına Allah'ın lanetini yüklemek, metafizik anlamda kuduz illetine saplanmış şizofrenik bir hezeyandır. Kimlik ve kişiliğinin birinci özelliği Türklük nefreti olan Mustafa Sabri (Tokat 1869-Mısır 1954) Lozan'dan sonra Yüzelilik listesine alındı. Cidde'de Vahdeddin'in saçağını öpüp Mekke Beyannamesi'ni yazdıktan sonra Mısır'a yerleşti. Çıkarılan affa ve "BÜYÜK İBLİS" ölmesine rağmen geri dönecek yüzü de yoktu...Mısır milliyetçileri Mustafa Kemal'den "kahramanlardan bir kahraman" diye söz ederken, o şizofreni içindeydi. Günümüz tilmizlerine bakılırsa, "irtihal-i dar-ı beka günü" bile münafıklar için cennete girişin müjdesidir. 7 Recep 1373 (12 Mart 1954) yani Leyle-i miraç sabahı... Allah sevgili kulunu işte böyle mükafatlandırır.!
Kıyamete kadar çürümeyecek mübarek naaşının İslamdan binlerce yıl önce tahnit tekniği ve beyin ameliyatını bulan Firavunlar diyarında kalması, küflü öğreti için hazin bir tecelli olmalı?...Cennet-i muallanın en güzel köşesi kendine ayrılmıştır. Dileriz Mustafa Kemal ile orada hesaplaşırlar... Sahte dinciliğin günümüz siyasal İslamına kadar uzanan uygarlık dışı zifiri karanlığı ve ezeli nefreti onun eteğinden dökülen taşlardır. Şu uzay çağında bile medrese öğretisi ve hurma kültürü, halen bin sene öncesi iklimlerde dolanır.
Allahın lütfu keremine bakınız ki, uygarlık güneşi bu iklime değil de küfür iklimine doğar...Yerde sürünmek bu kültürün kaderidir. Teselli için olsun, Katip Çelebi'nin Fezleke'sini ve öküz oğlu öküzler bahsini açıp okumayı bir türlü akıl edemezler...Günümüzdekilere gelince daha ileri mi sanki? Hayır ondan daha beter yobazlar... Kafa da sarık da değişmiş değil?!
▪ OSK/ 29 Nisan 2021