Osman Selim Kocahanoğlu

Osman Selim Kocahanoğlu

YAKUP KOÇAK KARDEŞİME  

Yakup Koçak kardeşim messenger üzerinden  bir mesaj göndermiş. Gelen mesajlara cevap vermediğim hâlde, bu seferki  beni bundan  muaf kıldı. Aynen  aşağıya alıyorum:

“..... Osman Bey! Adınız OSMAN SELİM KOCA HAN OĞLU olarak her bir kelimesi ve anlamı TÜRK TARİHİ’nin nadide parçaları gibi. Kitaplarınızı da en kısa sürede almayı düşünüyorum. Yazı dizileriniz de GENEL ANLAMDA tarihçi bakış açınızı olumluyor, ülkemiz tarihimiz kayıtlarına geçmesini olumluyorum. Bir Türk Yurtseveri olduğunuza inanıyorum. Dini inançta özgürlüğe inanıyorum. Osmanlının son dönem aydınlarının BATI HAYRANLIĞI HASTALIĞINA YAKALANDIĞINIZI müşahade ediyor, üzülüyorum! Allahtan şifa diliyorum. Saygı ve hürmetlerimle.”
(Yakup Koçak/Ankara) 

Sevgili kardeşim. Mesajınızın başındaki lütufkar  birkaç söz ve espriden sonra asıl söylemek istediğinizi kapital (büyük) harflerle yazmış, beni hastalar koğuşuna sokarak, acil şifalar dilemişsiniz.    Üzüldüğümü sanmayın, kelimeleriniz bilinçaltınızı zaten dışa vuruyor, karşımda sadece sizi değil  milyon hatta milyarlarca kitlenin  sesini duyar gibi oluyorum.  Cisim olarak tanımasam da sizi sandığınızdan daha çok,  tanıyorum. Dolaştığın zihinsel iklimleri  çok iyi bilirim... O yolları biz çoktan tükettik...         

Yazılarımdan “Batı hastalığına” yakalanmış biri olduğumu çıkarıyorsunuz. Ben yoğunluklu biraz da iddialı olarak yakın tarih üzerine yazılar yazıyorum, siyasal veçhesi yanında,  toplumsal ve kültürel derinliği ile de ilgileniyorum.

Bana yöneltilen “Batı hastalığı veya Batı hayranlığı “kavram olarak Tanzimat ve Jön Türk döneminden kalma, yenilikçileri ve aydınları ötelemek için kullanılan komplo teorisinin eskimiş bir kavramıdır. Bu devir aydınlarına “Batı taklitçisi, Batı uşağı, siyonist ve dönmeler” gibi yakıştırmalar yapılmıştır. Konu  literatür derinliğine sahiptir, bunu geçelim.  Aynı aşağılamalar  erken Cumhuriyet döneminde de kullanılmış,  günümüzde  ise modası geçmiş, anlamsız hale gelmiştir.  Bu “taklitçilik ve Batı hayranlığı” kavramı,  uygarlığın gerisinde kalan    muhafazakar/İslamcı / dinci toplumların, kompleksini   tatmin aracı olarak  kullanılmıştır. 

Bu “taklitçilik” için şu örneği  verebiliriz : Japonya  kapısını Batıya Osmanlıdan elli sene sonra açmış,   önce Batıyı “taklit etmiş” sonra yaratıcı olmuştur. Zaten başkası olamazdı. Bugün dünyayı dize getiriyor. Japonların Atatürk’ü sayılan İmparator Meiji  Türk modernleşmesinden daha jakoben ve radikal bir yol izlemiş, bazı tapınakları bile yıktırmış, ancak hiçbir Şhinto rahibi kendi yenilikçilerini bizim gibi "gavur padişah", “dinsiz ahlaksız” diye suçlamamıştır.  Japon modernizminin Fransa gibi laik sisteme geçmesini imparator Meiji’ye bir raporla öneren kişi  de unutulmasın ki bir  din adamı, Şhinto Rahibidir. 

Sevgili kardeşim! Bir Türk milliyetçisi ve Cumhuriyet devrimcisi olarak benim Batı hayranlığım elbet vardır. Bu hayranlık insanın özü ve kimliğini kaybetmesi değildir. Bir insan kendinden ileri bir değer, bir kültür bir teknoloji ve yaşam tarzına elbette hayranlık duyar. Bu hayranlığı bir eczaneye girip 500 çeşit ilacı görünce, Batının tıp teknolojisinde ameliyat olup sağlığa  kavuşunca yakından görürüz. İslam dünyası insanlık için  tek bir ilaç  üretti mi? Sadece bu değil, hayatın her alanını  siz de görüyorsunuz. Bendeki hayranlık,  ileri bir uygarlığın, bir  kültürün akıl, bilim sanat, düşünce yaratıcılığına, demokrasi ve ahlak seviyesinedir. Bu hayranlığı   vicdanı olan kimse, eğer takma kafalı medrese mollası gibi kör değilse görebilir...

Bu mesajı bana gönderirken, elinizdeki telefon hayranlık duyduğunuz  Hicaz - Bedevi  kültürünün değil, horladığınız o bilim ve bilişim kültürünün icadıdır. O insanları yaratan da  aynı yaratıcıdır. Japon kültürünün kutsal kitabı, Allah’ı, peygamberi  yoktur. Tanrıları güneştir. Konfüçyanizm de aynı. Ama onlar bizden daha çalışkan, daha dürüst, daha üretken daha  ahlaklı, daha az hırsızdır. Eğer  kompleksinizi,  ahiret inancı  ve boş kibirle kapatıyorsanız,  akıl yoksunu hurafe bataklığındasınız  demektir. 

Dünyada  yaşayan henüz birey olamamış milyarlık İslamcı ortaçağ kölelerinin, aynaya bakmasını  beklemiyorum. Çünkü aynaya bakınca gördüğü kendisi değil gölgesi ve siluetidir. İnsanın beynindeki sağ ve sol lobların nasıl çalıştığı aynaya yansımaz, bilinçaltını  sergilemez. 

Sevgili kardeşim! Ben yazılarımda Medrese öğretisi ve Hurma kültürü  gibi iki kavram kullanırım.  Sanırım bundan rahatsız oluyorsunuz. Merak etme  ben de her tarafı hacı hoca dolu sünni bir ailenin çocuğuyum. Bu kavramları ileriyi geride arayan İslam dünyasının  bilinçaltını ifade için kullanırım.  162 İmam Hatip okulu açarken  beş fen lisesi açamayan, dua ve tekbir seanslarına verdiği önemi laboratuvar için vermeyen eğitim sistemi,  benim için uygarlığa ve kendi halkına ihanet içindedir.    

Sütün kimyevi bileşiklerini NAHL suresinde arayan, Türk ordusunun İzmir”e girişini Maide/39’a lanetleten din sömürgenliği, bana göre ihanet çukurundadır.  Elin oğlu Mars’a giderken, bizim küflü zihinler  saç -sakal ve türbanla uğraşır. Faiz haram resim günah kültürü halen düz dünya teorisine inanır... Dünyayı da 30.000 boynuzlu sarı öküzün sırtında sanır(İbni Kesir)...Ben işte bu zihniyete medrese öğretisi ve hurma kültürü diyorum, ortaçağın bu takma kafalarını, ham sofu kaba yobaz diye niteliyorum... 

Hurma kültürü dediğim siyasal İslamcılığın zihin kapasitesi de uygarlığın geldiği seviyeyi kavramaktan aciz.  Bilim  ve teknolojinin  ayak parmaklarına ulaşamayan bu kültür,  din sömürgenliği ve ahlak sürüngenliğini, ahiret inancıyla kamufle etmeye çalışıyor.Siz de bu  daire içindesiniz. Keşke biraz da insan olmayı  önemseseydiniz. İşte  bu  algılama ile, sosyal bilimlerde çarpıtmaya en müsait bir alan olan tarihsel analizlerimi algılama zaafına düşüyorsunuz? 

Özellikle tarih ve sosyal bilimler nereye çekerseniz oraya gider, medrese öğretisinin Kur’anı  her yere çektiği gibi... Ancak tarihsel  olgulara   bakışın şaşmaz bir kuralı var.  Dünya olayları yorumlanırken   belirleyici olan, nereye bakıldığı değil nereden bakıldığıdır. Cumhuriyete Yıldız Sarayı veya  Külliye sarayından bakmak başka, Kocatepe ve Çankaya’dan bakmak başkadır. Sen medrese ve teokrasi, ben  üniversite ve modernite bilinci taşıyorsak, ne kadar konuşsak  anlaşamayız.          

Evet kardeşim, doğru ile yanlış iyi ile kötü daima yanyana dururlar, zihin en önce kavramlarda  kilitlenir. Belirleyici olan kavramlardır. Bünye olarak belki vücudunuz kemale ermiş olabilir ama beyinde oluşan bilinç  yapınızla, henüz düşüncenin çocukluk çağındasınız. Senin bilincini oluşturan kültürün, kavramlarını, literatürünü, müellifini, hurafelerini senden iyi tanırım... Aklı özgürleşmemiş  ümmetçi kültürü ben, Katip Çelebi dilinden "ümmet-i büleha" diye tanımlıyorum.

Sizin Batı hayranlığı veya hastalığı olarak bende gördüğünüz düşünce ve inanç anlayışı, akıl ile dinin ayrıştığı seküler zihin yapısıdır... Yaş ve birikiminizi bilemem. Ben okumalarımı  tecrübelerle birleştirip yorumluyorum. 

Benden önce kendinize  üzülmenizi öneririm. Bu yazıyı da sizin için yazmıyorum. Sizler bundan muafsınız. Sizden önce sağda veya solda akademik payeli, medrese algısı özcü felsefeye dönüşememiş yüzlerce adam müsveddesi var... 

Dahası, insanlığın aydınlanma serüveninden habersiz, milyarlarca İslamcı cemaat  kalabalıkları var. Ben onları muhatap görüyor, bu ifadeleri onlara kullanıyorum. Sizden özür veya cevap da beklemiyorum.. Aydınlık düşünceyle daha fazla zehirlenip, virüs bulaşmasın diye adınızı da sayfadan siliyorum. 

Kendinizi mağaranın tavanına asıp dünyayı tersten okumaya devam etmekte özgürsünüz. Siyasal İslamın biatçı kul ve cühela demokrasisi buna müsaittir. Ancak mağarada fazla beklerseniz ağzını örümcek kaplayabilir. Bana yaklaşırsanız, zihinsel fesada uğrayıp mürtedler safına düşebilirsiniz. Ancak bende sizler gibi haçlı kini yoktur, size de sevgi yollarım aziz kardeşim?!(*) 

 ▪ Ayasofya patırtıları ve zırvaları ortalığı kaplamışken , günü geçmiş bu yazıyı  bir arkadaşım beğenmiş. Görmeyen olmuştur  diye ben de tekrarladım.

Önceki ve Sonraki Yazılar