ATATÜRK, TÜRKÜN DİN HAPİSHANESİNDEN KURTULMASININ ADIDIR

DİN TÜRKÜN HAPİSHANESİDİR.
ATATÜRK İSE TÜRKÜN DİN HAPİSHANESİNDEN KURTULMASININ ADIDIR.

“Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.”
Mustafa Kemal Atatürk

Dünde bugünde din, Türkün aklının, tarihinin, kültürünün, sanatının, edebiyatının ve  töresinin ....kelepçelendiği bir  köhne hapishanedir.

Dinin ahiret uydurması vasıtasıylan, Türk Milletini korkutarak teslim almasına ve aklını kelepçelenmesine karşı Atatürk, Milletine hislerindeki ölçüyü din ile  ölçmemesini,  bu gibi konularda Türk geleneklerinide öne çıkaran insani hislerin benimsenmesini kendi el yazmalarında şöyle önermektedir:  

“M. Kemal, imanın şartlarından birisi olan ahirete, hesap çekilmeye inanmaz, “Millî duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca asıl hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaad ve temin eden dinî akide ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı gerçeği görmesine mani olamadı.” Devamla: “Artık Türk, cenneti değil, eski hakiki, büyük Türk cedlerini mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. Türk milleti, millî hissi, dinî hisle değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır.” Afet İnan, Medeni bilgiler, Atatürk’ün el yazmaları kitabı.

Fakat Ortadoğulu Semitik Dinlerin zorla Türk Milletini ele geçirmesinden sonra, Türkler yüzlerce yıldır kendi  bilmediği ve anlamadığı bir bilinmezliklik içeren bir dinle  korkutulmuş, dinin insanları öğütlediği ve baskı kurduğu akıl dışı cahil tarlalarında, iktidar ve din kurumunun ortak çıkarı için   korkutularak eğitilmiş ve büyütülmüştür. 

Bu konuyu Atatürk’ün El Yazmaları ( Medeni Bilgiler Afet İnan) adlı kitapta Atatürk  şu şekilde özetlemektedir: 
“Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir…..
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.
”Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır.” demektedir.

Din Türkleri zorla ele geçirdiğinden bu yana, Türkün varlığına karşı, mistiğin ve korkunun bir metod olarak kullanıldığı ve  bunun bir sonucu olarakta Türkün üzerinde bir avuç bezirganın iktidar yapıldığı bir ideolojik ve siyasi hapishane olmuştur. 

Atatürk’te  bu konuyu şu şekilde tarif etmektedir:

“Kralların ve Padişahların istibdadına, dinler mesnet olmuştur.
Medeni Bilgiler Syf. 30
“Kuvvetinin ve selahiyetinin Allah’tan geldiğini ve yalnız ona karşı, ahırette, hesap verebileceğini farzeden ve devleti, memleketi mevrus bir malikane kabul eyliyen bir hükümdar, hertürlü kayıttan kendini verasete görür.
Medeni Bilgiler Syf. 33”
“Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir…..
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.
”Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır.”
Kralların ve Padişahların istibdadına, dinler mesnet olmuştur. Afet İnan, Medeni Bilgiler Syf. 30”

Yukarıda da görüldüğü gibi, daha  Türkün 12 bin yıllık tarihinin yanında 3000 yıllık dünkü çocuk olan ve Ortadoğulu ‘Peygamberler’ tarafından icad edilen Ortadoğu dinleri, bir avuç çıkarcının kendi lüksü için, Türkü,  kavim ve millet olarak, her anlamda, mahvı perişan eden bir doğmadır, akıl, mantık ve bilim dışı olarak yüzyıllardır kurumlaşmış Türk Milletinin düşmanı, kap karanlık bir güç merkezi ve odaktır. 

Bugün,  bilim ve akılın kabul etmeyeceği bir yaklaşımla Muhammed’in Allah tarafından Peygamber olarak vahiy yoluyla elçi yapıldığıda Atatürk için inandırıcı bir konu değildir.

Bunu anlamak  için,  Atatürk’ün emriyle liselerde okutulan Tarih Kitabı (1931) II. cilt, “Kur’an ve Vahiy”: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir….. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur.
Tarihi nokta-ı nazardan da mütalaa edildiği zaman görülüyor ki; Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur…..”

Atatürk’ün Muhammed’in kendi görüşlerini naklettiği Kuran ile ilgili görüşünü ise, Kuran’da bizzat yer alan ayetlerde güçlendirmektedir. 

Atatürk’ün Kuran’ı Muhammed’in  kendi kavmini islah etmek için icad ettiğini ve vahiy kavramının Muhammed tarafından nasıl kullanıldığınıda 1931 yılında okullarda okutulan II. Cilt  Tarih kitabında da  belirtmektedir. 

Bu anlamda da Muhammed’de tabiki bu ayetleri kendi dilinde kendi toplumunu ‘islah etmek’ için anlatacağı için,  tabiki Arapça olarak Kuran’ın indiğini söyleyecek ve Arapların dilinden anlayan olarakta kendisini bir Peygamber olarak Tanrının gönderdiğini belirtecektir. Yoksa kavmi içinde kendisinin Peygamberliği ve Kuran’da vahiylerle gelen kutsal bir kitap olarak asla  inandırıcı olamazdı. Muhammed tabiki böyle yapmasaydı Dinini kuramaz ve kendi ideolojisini yayamazdı. Taraftar toplayamazdı. 

Kuran’ın içindeki Ayetlerde bu bakımdan kendisi ile insan  arasında başka bir fiili aracı olmadığına göre işin tabiatı gereği Muhammed’in  kendine göre uyarlanmış/ kurgulanmıştır.   

Muhammed’in inandırıcılık açısından şüphe çekmemesi içinde bunun yapılması doğaldır.  

Aşağıdaki  Kuran’da yer alan ayetlerde yer alan sözlerlede bizzat bu doğrulanmaktadır. 

Kuranda  Yusuf-2 Ayeti: Biz 
Kuranı, anayasanız diye, Arapça indirdik ...ve İbrahim-4 ayeti:Biz Peygamberleri  kendi Kavmimin dilinden  gönderdik... sözlerini okursanız,  Kuranın sadece Araplar için olduğunu  görürsünüz....Japonlar, Namibyalılar, Ruslar,  Almanlar, Danimarkalılar, Fransızlar, İngilizler  veya  Türkler için değil, sadece ve sadece Araplar içindir... Yani Semitik din Türkün  başına, dönemin çıkarcı ve akıl ve bilim dışı gayipçi güç odaklarının kurnazlığı ile geçirilen bir çuvaldır. 

Din, yüzyıllardır bulundukları coğrafyada Türkü mezheplere bölerek parçalayandır.

Türkler, 3000 yıldır var olan ve kendisinin 1300 yıldırda içine zorla sokulduğu ve nefes alamadığı Ortadoğu kültürünün ve ‘Peygamberlerinin’  kendi icatları olan dinlerin zulmünden ve karanlık hapishanesinden bir an önce bilim toplumu yaratarak ancak kendilerini kurtarabilirler.

Türk var olmak için, bundan sonra genel olarak dinin,  özel olarakta zaten kendisiyle hiç bir alakası olmayan, ama zorla alaka sahibi yaptırılan,  Ortadoğulu ‘Peygamberin’ icatları olan   Semitik dinlerin: ideolojik, siyasi ve kültürel soykırımından kendini bir an önce kurtarmalı ve kendi doğal gelişimini yeniden, bilim ve akıl yoluyla sağlamalıdır. 

Bu yüzyılda artık Türk, bu gibi dini kurgulardan ve bilinmezlikten, din kurumunun  Türkün aklını kilitlemesinden, dinin kurumsal ve günlük  esaretinden, kendini asil bir Millet olarak  bu dünyada ebediyen var olması için mutlaka kurtarması lazımdır. 

Yani Türkler dinden sıyrılıp yeniden kendisi olmalıdır.

Yeniden kendi geleneği, doğa ve insanla barışıklığıyla, göreneği, sanatı, edebiyatı, hissi ve dili ile Türk, medeniyetin taşıyıcısı asil bir Milletin insanı olmalıdır. 

Kısaca Türk, dinin  kendisini prangaladığı doğmalardan ve kurumlarından sorgulayarak, yorumlayarak, eğitilerek, kendini eğiterek, bilim ve aklını kullanarak ve karanlıktan kurtulmak için mücadele ederek bu yüzyılda ebediyen özgürleştirmelidir. 
Geliştirmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar