TÜRK GEMİSİNE HUKUKSUZ MÜDAHALE VE AKDENİZ'DE KRİZ

Dün gece, Libya’ya yük taşıyan ama hala uluslararası karasularda olan bir Türk bandıralı  ticaret gemisi, Almanya ve Yunanistan ortaklığıyla yapılan askeri bir müdahale ile Alman Deniz Komandoları timleri tarafından aranmış ve saatlerce  gayrı meşru olarak alıkonulmuştur. 

Uluslarası kurallara göre tabiki gemi Türk bayraklı bir gemi olduğu için Almanya ve Yunanistan tarafından gemide arama yapabilirmiyiz diye Türk yetkililere zorunlu olarak sorulmuştur.  Bayrak devleti olan Türkiye ise uluslararası hukuki haktan doğan kararını Yunanistan ve Almanya’ya bildirilmiş ve kendilerine hayır, gemimizi arayamazsınız denmiştir . 

Ayrıca Libya’ya yönelik olarak yük taşıyan herhangi bir gemide arama yapılması veya yapılmaması için 2011 yılından 2016 yıllarına kadar alınan Libya konusundaki  BM kararlarınıda içerecek şekilde, Libya’nın  meşru Trablus Hükümeti’nden de bu konuda izin alınması ve sorulması gerekirken,  Almanya ve Yunanistan tarafından Libya Hükümeti’ne de bu konuda bir  soru sorulmamış ve 

Libya’dan da  her hangi bir izin alınmamıştır.

Buna  rağmen, Almanya ve Yunanistan, 1603  yılında ortaya atılan ama 1670 yılından beri geçerli olan, açık denizlerde ticari gemilerin serbest dolaşım hakkı rejimi kuralı ve BM Deniz Hukuku Uluslararası Sözleşmesi’nin 110. maddesi bilerek ve kabaca İhlal edilmiş  ve çiğnenmiş ve  Alman Deniz Komandoları gemiye izinsiz olarak girmiştir. Gemiye giren  Alman  Deniz Komandoları tarafından kendi üst yetkililerinden aldıkları emir gereği, gemi açık denizde izinsiz ve gayrı meşru  bir şekilde saatlerce alı konmuş, mürettebat derdest edilmiş ve arama bizzat Alman Deniz Komandoları tarafından gerçekleştirilmiştir. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bayrağını taşıyan  gemisi ( açık denizde uluslararası hukuka göre gemi Türk Toprağı sayılıyor) resmen hukuksuzca baskın yemiş, saatlerce aranmış ve alıkonulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti bu şekilde bir bakıma rencide edilerek aşağılanmıştır. 

Bir kere konunun adını koyarsak, bu tip bir müdahaleyi, uluslararası sözleşmelere aykırı olarak açık denizlerde kim yaparsa yapsın, bunun adı hukuken:  denizlerde yapılan bir korsanlıktır. Almanya ve Yunanistan bu anlamda bu müdehale ile uluslararsı hukuku ve sınırlarını bildikleri halde bilerek Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı korsanlık yapmıştır.  Bu anlamda da Uluslararası sözleşmeye ve hukuka göre Türkiye Cumhuriyeti ‘ne karşı bir suç işlemiştir. 

Neresinden bu olaya bakarsanız bakın, bu durum meşru bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı hukuksuz ve gayri meşru bir müdahaledir.  

Bu duruma ve sonucuna bakarsak, bu olay esasında TC’ne  de kendisine saldıranlara  karşı her anlamda karşılık verme, cezalandırma ve denizlerde hukuku dengeleme ve saldırganlara ders verme adına  hukuken ve teamüller gereği olarak Almanya ve Yunanistan bandıralı ticari gemilere açık denizlerde müdahale edebilme hakkınıda vermiştir. Bu hakkı kullanıp kullanmamak Türkiyenin iradesindeki bir meseledir.

Ama, Akdeniz’de ki bu  olay, gerçekten iyi bir şekilde ve içerikte incelendiğinde, yapılış şekli ve yapılıştaki zamanlamada hesaba katılırsa,  Türkiye’nin geçmişte başına ABD tarafından  getirilen bir başka benzer olayla karşılaştırılabilecek kadar ciddiyette, ağırlıkta  ve onur kırıcı bir olaydır. Yani bu olay esasında, 4 Temmuz 2003 yılında, Kuzey Irak’ın  Süleymaniye kentinde bulunan ve başında bir Binbaşı’nın  olduğu 11 kişilik Türk Özel Kuvvetleri Timinin başına  ABD tarafından çuval geçirme olayının bir benzeridir. TC’nin egemenliğinin  çiğnenmesi açısından hiç bir farkı yoktur.

Türkiye ‘nin meşruyetine ve egemenliğine  karşı yapılan bu iki olayda uluslararası anlaşmalara göre asla meşru değildir. Buralarda Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı olaylara karışan ve suçu icra eden devletler tarafından Uluslararası suç İşlenmiştir. 

Bu ve geçmişte Süleymaniyedeki olay,  Türkiye gibi ciddi bir devlet ve Türk milleti açısından sadece bir kınama, özür  veya tazminat ödetilerek geçiştirilecek bir durum değildir. 

Bu gibi olaylarda, saldırıya  maruz kalan devlet tarafından suçu işleyenlere karşı, uluslararası hukuk çerçevesinde gerekirse mütakabiliyet kurallarına/esaslarına göre kendisine karşı suçu işleyenlerden güç kullanarak hesap sorma hakkını kullanmasıda  gayet meşrudur. 

Libya karasuları dışında ve açık denizde gerçekleşen  bu son olayı iyi inceleyip ve değerlendirirsek, bu olay doğrudan doğruya TC’nin serbest denizlerdeki egemenlik hakkına yüksek perdeden ve hukuken  bir tecavüzdür. 
Ama aynı zamanda da bu Türkiye ve dostlarına karşıda açık, küçümsenmeyecek ve emsal alınması gereken  ciddi bir tehdit göndermesidir. 
Bu olayın yapılış şekli ve amacı,  Türkiye ve Akdeniz için yakın ve orta vadelerde bir güvenlik sorununuda beraberinde getirebilir. Ve bu gerçektende böylede algılanmalıdır. 

Bu olay tesadüf bir olay değildir. Jeopolitik arenada bir güç gösterisidir. Bunu böyle okumak gerekir. 

Türkiye, bundan sonra bu tip korsanca tutum(lar) karşısında ve hakkında tedbirlerini alma ve gerekli müdahalelerinide uluslararası hukuk çerçevesinde yapma hakkına sahiptir. 

Açık Denizlerde bu olayda görüldüğü gibi barış  ve uluslararası hukuk içinde hareket etmeyen Almanya ve Yunanistan olarak böyle bir müdahale için Türkiye’ye de altın bir fırsatta yaratmıştır. Bu fırsatı kullanıp kullanmamak bundan böyle Türkiye’nin siyasi iradesindedir

Özellikle bu olaya ilişkin olarak Türkiye, denizlerde ki hukuki hükümranlığını  kararlılıkla göstermek isterse böyle bir müdahaleye ve Deniz gücüne fiilen ve fazlasıyla sahiptir. Bundanda kimsenin şüphesi olmamalıdır. Çünkü Türkiye’nin denizlerdeki bu kabiliyeti, donanımı, tecrübesi ve gücü gerçekten dudak ıssırtacak kadar mükemmeldir. Bunu dostlarıda düşmanlarıda yakınen bilmektedir. 

Bu son olaydan sonra olayı yapanların ve dostlarının söylemlerinden, taktiklerde ve stratejilerdende görülüyorki yakın zaman içinde, Akdeniz jeopolitiğinde sular kıyı devletleri ve uluslararası müttefikleri açısından bir hayli ısınacağa benzemektedir. 
Başta Türkiye olmak üzere Akdeniz’e kıyı ve müdahil olan devletlerin tümü  bu çetrefilli duruma bugünden hazır olmalıdır. 

Bundan sonra, bu bölgedeki ve dünyadaki gelişmeler, önümüzdeki dönemin Ege ve Akdeniz’inde de nasıl bir güç gösterisine, müttefikliğe, işbirliğine, bölüşümüne, dostluğa, hasımlığa veya barışa gidileceğinide gösterecektir.

Ama bu son gemi olayıyla gelişen yeni durumlarla  ilgili olarak izlemlerdende   görülüyorki,  bölge üzerinde hak idda eden “taraflar” arasında saf seçimi ve Akdeniz üzerindeki fiili  bilek güreşi bugünlerde hızlı ve  sert olarak başlamıştır. 

Türkiye ‘nin  siyasi, diplomatik, askeri ve müttefikleri, dostları  ile oluşturacağı ortak  tavrı, bu bilek güreşinin nereye kadar varabileceğinide gösterecektir. 
Bundan sonrasını hep birlikte 
izleyerek,
yaşayarak,
göreceğiz... 
öğreneceğiz...

Önceki ve Sonraki Yazılar