Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

KAYNAKLARIN LANETİ - ÜRETİM

ÜNSAL'a...

V- ÜRETİM:

1- Değer üreten iki kaynak olduğunu biliyoruz: Doğa ve İşgücü. İşgücü cari değeri kendinden daha fazla değer üreten tek kaynaktır . Soyut zaman bakımından iş gücünün ürettiği değerin , kendi değerinden arta kalanına ise artı- değerdir. ( Türkiye solu tarafından yapılan tüm artı değer tanımları yanlıştır).

İşte ne oldu ise, tüm değişim 18. yüzyıldan başlayarak iş gücünü geniş ve muazzam boyutta üretim sürecine sokan geniş çaplı sanayi üretimi ile başladı. Sanayinin Kıta Avrupa'sında ortaya çıkmış olması bir kaza olabilir ve nedenleri konusunda çok çeşitli varsayımlar üretilmektedir.

Ama en makul olanı; Endüstri devriminin Roma'nın köleci üretim ilişkilerinin hüküm sürdüğü kıta Avrupa'sında ortaya çıkmış olmasıdır.

Bir üretim biçimi olarak kölecilik sadece Roma'ya özgüdür. Köle ise el emeği ile çalışan kişidir. Elin üretim aracı olarak kullanılması , tarih içerisinde en ayırt edici özelliktir. Zira sadece baş parmağımızı idare eden beyindeki bölüm, zaman içerisinde, tüm bacak kaslarını idare eden bölümden daha büyük hale gelmiştir.

Bunu sağlayan ise köleci üretim biçimi olup; aynı iş gücünün üretimde kullanıldığı sanayi çağında bu iş gücü stokunun sadece Avrupa' da bulunuyor olması sanayi devrimine alt yapı hazırlamıştır denilebilir.

2-Güç tek başına tehlikeli bir içgüdüdür. Bunun iki alanda rafine edildiğinde bir anlamı olabilir. Birincisi iş gücü olarak, ikincisi politik güç olarak. Birincisi üretimi, ikincisi de onun hukuki alt yapısını oluşturan kurumsal ve adli mekanizmalardır.

Gücün serbest kaldığında, bireysel olarak iş gücü yerine yağmaya, politik güç olarak da derebeylikten, faşizme kadar çeşitli biçimlerde tezahür edeceğini tarihsel olarak biliyoruz.

Politik gücü sınırlayan yasa nedir? Yasa kralın olumsuzlaması, nefyidir, inkarıdır. Roma'da imparator seçildiğinde kendi uygulayacağı yasları Çiçek Meydanında ilan ederdi ve artık kendisi de buna uymak zorunda idi. Bu bakımdan diktatörlük bile hukuki bir statü ile tayin edilir ve buna uyulmadığı taktirde o imparator mutlaka senato tarafından alaşağı edilir idi.

Sezar bu gücü keyfi olarak kullanmaya kalktığında öldürülmüştü. Meşhur “sende mi Brütüs” sözünden sonra, Brütüsün cevabı daha meşhurdur. “Her Tiran'ın sonu budur.” Evet Tiranlık yasa tanımazlık ve gücün keyfi ve sınırsız olarak kullanılması şeklinde anlaşılmış idi.

Daha sonra Bartolus of Saxoferrato ( öl: 1357) isimli ünlü İtayan hukukçusu tarafından Tiran'ın özellikleri anlatılmıştır. Ve Bir tiranın her türlü yolla iktidardan alaşağı edilmesi meşru görülmüştür. Aşağıda Bartolus' un “on The Tyrant” isimi eserinden Tiranın 10 özelliği verilmiştir.

Her neyse, konuyu dağıtmadan belirtelim ki; politik gücün sınırlandırılması ve üretim ile mal ve hizmetlerin dolaşımı için hukuki alt yapı da Roma imparatorluğu tarafından 2000 yıl içerisinde sistemleştirilmiş idi. İmparator Justinianus'un Bugünkü Beyazıt'ta ki hukuk fakültesinde ders verdiğini ve İus Corpus Civilis'in yazarı olduğunu, Yine Napolyon'un Code Civile'nin yazarı olduğunu unutmayalım.

Özellikle usul ve medeni hukukun kıta Avrupa'sında üzerinde hassasiyetle durulmuş olup; bundan asla taviz verilmemesinin önemini aşağıda göreceğimiz için, konunun ehemmiyeti özellikle not edilmelidir.

Çünkü ÜRETİMİN TEMEL ALT YAPISINI SAĞLAYAN HUKUK OLUP; HUKUK üretimi en ağır disiplindir. Avrupa Roma kodifikasyonunu hazır elinde bulur iken, doğu ülkelerinin tümünde bir hukuk üretiminin gerekli alt yapısından ve kavramlarından yoksun idi. Japon anayasasının bile Londra da yazılmış olması bunun en tipik göstergesidir. 1856'dan beri anayasa yapmakla meşgul olan Türk entellejiyasının da ne kadar çaresiz durumda kaldığını düşünür iseniz, konunun ehemmiyeti sanırım daha da iyi anlaşılmış olur.

Ömrü en fazla 100 yıl olan Türk devletlerinin aksine Osmanlı'nın 600 yıl sürmesinin nedeni Roma esas ve usullerini devralması idi. Bunu Fatih Sultan Mehmet'e borçluyuz.

3- üretim ve yeniden üretim:

K. Marx kapital'de kapitalizmi , meta üretiminin muazzam boyutlara ulaştığı bir üretim biçimi olarak tarif eder ve ; kapitalizm sermayenin birike birike sanayiye dönüşmüş halidir.

İmdi, bir çiçekçiden, bir buket çiçek alıp, sevgilinize verdiğinizde ne olmaktadır. Bir üretici ile bir de satıcı kimse para kazanmaktadır.

Fakat , sadece Kimyanın 2000 alt bilim dalına ulaştığı üretim dünyasında işler başka türlü dönmektedir. Bu çiçeğin öz suyunun kimyasal formülü bulunup; diğer bir takım çiçek kokuları ile losyon yapılmaktadır.

Sadece losyon üreten bir üretim alanında çalışan, bunun kutusunu yapan, şişesini üreten, kutu ve şişeyi bir sanat eseri gibi dizayn eden, muhasebesini yapan, pazarlamasında çalışan, nakliyesi, reklamı, defilede sergileyen mankeni, reklamı yayımlayan kitle iletişin organları, uçak şirketleri, bayileri , marka hakları..vb bu çiçekten 150.000 istihdam sağlamaktadır.

ÇİÇEK bir KATMA DEĞER YARATMAKTADIR ve ÜRETİM SÜRECİNDE bir sömürü ilişkileri, sınıfsal ayrımlar, bunların kültürü, müziği, edebiyatı, şiiri dolayısıyla bir entelektüel yaratımı ile birlikte giden bir hukuk da yaratılmaktadır.

Çocukluğumuzda annelerimiz yaralarımıza yarpız denilen bir bitkinin yapraklarını basar idi. Fakat bu bitkinin kimyasal formüllerinin analizi ile bir merhem haline getirilmedikçe , yani üretilmedikçe ekonomik bir değeri ve istihdam özelliği bulunmamaktadır.

Her nasılsa tıp fakültesine devam eden bir Aborjin, anneannesinin karınca yuvaları önüne koyduğu bez parçalarının , tüm yarları iyileştirdiğini söyler. Araştırmalar karıncaların ürettiği antibiyotiğin bilinenlerde onlarca kat fazla olduğunu gösterir, fakat bunu üretim ve ticaret mevkiine koyan yine bilim- üretim alt yapısı olan insanlardır.

Bugünkü dünya da üretim yapabilmek için ise; kalifiye bir insan stokunuz ( mühendis, doktor,..vb ) yüksek bir teknolojiniz, ham madde kaynaklarınız ve hukuki bir alt yapınız olması lazım gelir.

Sonuçta üretimin olmadığı tüm ülkelerde; hukukun gelişmediği gibi, üretim dışı kalmış tefeci bezirgan zihniyetli ayak takımının çeşitli ideolojiler adı altında mevcut zenginlikleri bir yağma ve talan çatışmasına girmeleri kaçınılmaz olup; ülke yönetimlerinin de kendi tarihini, toplumunu ve doğasını hunharca talan etmesi kaçınılmazdır. Hele de tarih boyunca kaynakların en bol olduğu Ortadoğu ve Mezepotamya da tarih boyunca cereyan etmesi daha da kaçınılmazdır. ÇAĞDAŞ faşizm BENCE KÜRESEL SERMAYE İLE İŞ BU AYAK TAKIMININ İŞBİRLİĞİNDEN DOĞACAK ve tarihteki tehlikeli şiddet biçimini alacaktır . Bu tehlikelidir. Zira, avrupa'da ortaya çıkmış bulunan faşizm öngörülebilir ve sınıfsal nitelikte idi.

Fas'tan Suriye kadar ki tüm ayaklanmalar,eksik tüketim ile tam tüketim arasındaki arasındaki bir çatışmanın ürünüdür. Ülkenin artı ürün ve emeğini politik düzeyden artı çekme mekanizmaları ile yağmalayan; doğasını ve ulusal kaynaklarını nepotist bir yöntemle yakınlarına ve yabancı sermayeye peşkeş çeken; kendi tarihi dokusunu tahrip eden ve tarihi değerleri olan eserleri kalp olanı ile takas ederek satan sürekli- kalıcı bir nepotist kleptokrasinin çağdaş “encommendarolar”ın tam tüketimine karşı, kendileri de üretmeden tam tüketim yapmak isteyen yönetilen kütlelerin doğal- tatminkar arzusu bir başkaldırı ortamı yaratıyor. Tabii aynı kitleler Libya örneğinde olduğu gibi merkezi otoritenin dağılması sonucunda yerel fief sistemi ve derebeylikler kurarak pek tabii olarak, eski elitlerin küçük bir alt modelini kurmaktan başka bir şey yapamamaktadır. BUNA ARAP BAHARI DENİLMEKTEDİR.. ARAP AYAKLANMASI TAM TÜKETİM İLE EKSİK TÜKETİM ARASINDAKİ ÇATIŞAMANIN ÜRÜNÜDÜR. SINIFSAL OLMAKATAN UZAKTIR VE BU NEDENLE ÜRETİM İLİŞKİLERİ VE BU İLİŞKİLERİN HUKUKİ İFADESİNDEN BAŞKA BİR ŞEY OLAMAYAN MÜLKÜYET İLİŞKİLERİNDE DEVRİMCİ BİR DÖNÜŞÜMÜ İMLEMEZ.

Türk elitinin bu olguları görmeden arap baharına bağladığı ümit hüsranla sonuçlanmış ve bizim için ağır bedeli olmuştur.

(Size iç içe dürümlenmiş sırf talan için her bir halkası diğerini boğan trajik bir mikro hegemonya olayını anlatayım: IŞID'in 3 temmuz 2014 de Şengal dağı etrafında yaşayan saldırılarından önce Barzani tüm silahlı güçlerini Şengal'den çekiyor ve bölge halkını da silahsızlandırıyor. Anlıyoruz ki, amaç Rojova ve Kobani'ye bir koridor açmak imiş. Bu konuda IŞİD ile bir anlaşma yapıldığından bahsediliyor. ( iddia İMC TV'nin 20.01.2015 tarihli bir programında Yezidi temsilcisi tarafından ileri sürüldü). Buna göre IŞİD , Şengal koridorundan Rojava'ya girecek ve orada bulunan PKK ve PYD güçlerini imha edecek; böylece Barzani kendini huzursuz eden, liderliğini ve kendi egemenlik alanını tehdit eden en etkin güçten kurtulacaktır. Yine Kerkük'ü de kurtaran lider olarak, henüz statüsü saptanmammış olan bölgenin fiili fatihi olarak burayı topraklarına katacak idi. -Zaten bir demecinde Kerkük artık Kürt coğrafyasıdır dedi de- Olay böyle olmuyor, IŞİD önce Yezidlere saldırarak binlercesini katlediyor, çocuk ve kadınları ganimet olarak alıp gidiyor. Sonra öğreniyoruz ki, IŞİD'in Musul- Kerkük işgali Barzani, Türk ve Arabistan istihbarat yetkililerinin de katıldığı bir toplantıda planlanıyor. IŞİD Rojava ve Kobani'yi tahrip edince, Kandil'e girecek. PKK güçlerinin çoğunu kaybedecek ve TC'de en güçsüz durumda kalmış halde A. Öcalan'a ile barış görüşmelerinde istediğini kolayca dayatacak.

Durum böyle olmuyor tabi, PYD Kobani'de direnince tüm parametreler değişiyor, . Plan bozuluyor. İmdi Türkiye'nin güney sınırının yarısına Cizire, Kobani ve Afrin kantonlukları yolu ile PYD hakim ve A. Öcalan üç devlet sahibi olan bir aktör haline geliyor.

Aralık 2014 ayında Yezidiler kutsal mekanları Laleş vadisinde toplanıp 200 kişilik bir delegesyon tayin ediyorlar. Ve kendi öz savunma güçlerini kurma kararı alıyorlar. Bunun üzerine Barzani bunun yasa dışı olduğunu, devletin egemenliğine başkaldırı olduğu melainde bir bildiri yayınlayıp, buna müsaade edilmeyeceğini bildiriyor. Öz savunma birliklerine katılan Yezidilerin aileler çekilip tehdit ediliyor, “oğullarınızı oradan çekin yoksa sizi karda kışta kamptan atarız”.

Sonra, her ne oluyor ise; IŞİD güçlerini bölmemek için Şengal'den çekilme kararı alıyor. Burada iddia şöyle, Barzani IŞİD çekilir iken, kahraman komutan edası ile Şengal'e gelecek. Fakat bu arada Yezidi öz savunma güçleri ile PYD ve HPG güçleri IŞİD'le çatışmaya giriyor. Barzani geliyor ama, geri dönüyor. Peşmerge'nin muazzam zaferi akim kalıyor .. ve ilahinihayet.

Bu sahnede sadece insan yok, katledilen, öldürülen, tecavüze uğrayan, fidye olarak alınıp 100 dolara köle pazarlarında satılan 72 fermanla yok edilmeye çalışılan Yezidiler yok. Hukuk yok, adalet yok, özgürlük yok, eşitlik yok, kardeşlik yok. Bir anlık egemenlik için Kendi öz kardeşlerinin bile gözünü kırpmadan katliamına aracı olan, sebep olan, zemin hazırlayan, seyirci kalan mini, mikro bir alan ve tabii ki talan savaşı var. - bu arada Kerkük ve Musul petrol denizinde 40 trilyon dolarlık bir reserv olduğunu da akılda tutalım -Tabii geçen sürede her gün ne gibi değişiklikler oldu bilemiyoruz ve bir akşam birlikte savaşanların, sabahleyin birbirlerine karşı savaştıkları bir orman jangılı burası ve tüm ortadoğu ve belkide İslam topografyası. PEKİ BURADA NE YOK: ÜRETİM.

Türkiye'nin GSMH'sı 800 milyar dolar civarında olup; milli varlığı bunun iki katı kadardır; yani 1.trilyon 600 milyar USD. ( Avrupa' da bu oran 5- 7 katına kadar çıkar)

Sadece Facebook ve Twitterin değerinin bu kadar olduğunu düşünür isek; bizim neden hala Ahmet İbn. Hambel “Müsned” de, Abbasilerin korkusu ile , zulme karşı çıkan hadisleri sonradan attı mı , atmadı mı ? Gibi konulara tüm mesaimizi harcar iken; değerlerinden şiddetle nefret ettiğimiz sömürgeci batının Brookhaven National Labratory' de Relavistik Ağır İyon Çarpıştırcısı deneyleri ile uğraştığını anlayabiliriz.

07. ocak 2015 Paris katliamı ve Suriye de ve Irakta ve Libya da olanların İslam ile hiç bir ilgisinin bulunmadığı, üretim dışı kalmış toplumlarda, günahkar ve rüşvetçi, talancı yönetici elitin ve iktidar çevresinin siyasal düzeyden artı çekme ( üretim dışı ) mekanizmaları ile şişkinleşerek giriştiği tam tüketim ile, geri kalan üretime katılamayan eksik tüketim alt yığınların da katıldığı bir yağma, talan, haraç, fidye savaşıdır. Siz hiç bir karıncanın bankaya para yatırdığını gördünüz mü! ki talan savaşlarına karışsınlar.

Bunu dinsel veya sair bir ideolojik formda ( etnik haklar, kültürel haklar..vb) yürümüş olmasının , her tarafın kendi mevzisine insan devşirme aracı olma dışında bir anlamı yoktur.

Kişi başına yıllık gelirin 100.000 doları aştığı Baltık ülkelerinde neden bir çatışma olmadığı ve sair dış güçlerin sürekli komplolar kuramadığı sorusunun cevabı da sanırım buradan çıkabilir.

Diyeceğim odur ki, “ her ağacın kurdu özünden olur” ( Pir Sultan)

Önceki ve Sonraki Yazılar