Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

ŞEREF- HAYSİYET, ZİLLET VE TRAJEDİ

Euripides Hippolytos isimli eserini iki defa yazar. Birincisinde Phaidra üvey oğluna aşık olur. Ama bu yasaya ve ahlaka aykırıdır. Günahkar bir tutumdur. Toplumun nefret duygularına , yasaya ve ahlaka aykırı olmasına rağmen bu aşkını İFŞA eder.

Gelen tepkiler üzerine Euripides oyunu ikinci defa yazar. Burada da Phaidra üvey oğluna yine aşıktır ama, bu kez onu ifşa etmez. İçine atar. Öldürücü aşkın şiddetine gögüs gerer ve acılar içinde yaşamaya devam eder.

Oyunlardan birincisi trajedi, ikincisi ise dramdır. Trajediler genellikle ilahi bir dünya ve ilahi dünya ile bu dünyanın yasalarının ve kurallarının kesiştiği bir noktada ortaya çıkar. Gökyüzü dünyasının aktörleri bu dünyanın yasalarını tanımaz ve karşı koyarlar. Onları bağlayan sadece kendi anlam dünyalarında içselleştirdikleri yasalardır. Bu yasalar erdem , marifet, hikmet ve irfan içerir.

İFŞA dayatılan mevzuu nizama, müesses iktidarlar ve onalrın yeryüzü hakimiyeti için koydukları yaslara, değerlere ....vb karşı çıkma eylemidir, belki sonunda ölüm var rdır ama, haysiyetin korunması da ancak böylesi bir trajedi üzerine kurludur.

İşte piyesin ilk temsilindeki bu dışa vurma olayı haysiyetin korunması ile ilgidir. İkici temsilde bir ifşa olmadığı için , bu şereflilik durumudur. İşte haysiyet şereflilik durumunun dışa vurulmuş halidir. İkinci halde Phaidra yasak aşkını hiç dışa vurmaz ve şerefli bir insan olarak yaşar. Şerefin karşıtı zillettir. Şerefini koruyarak zillet içinde yaşabilirsiniz. Ve asla hakikati dışa vurmazsınız. Kendi içinde ve kendi üstüne dürülü bir birey olarak. Buna kendisizleştirme diyoruz. Bu durumda hiç kimse kendisi değil, ancak toplumun ona saygınlık bahşettiği istenilen bir bireydir.

Haysiyetin karşılığı ise trajedidir. Cüneyd-i Bağdadi “ en el hak” diyen Hallac -ı Mansur’a bu sırrını sakla, yoksa seni öldürürler der. Zaten halife Muktedir’in cellatları kolları ve bacakları çapraz olarak kesilir.

Cüneyd’in tavrı şerefli, Hallac’ınki ise haysiyetlidir.

İmam Hüseyin Yezid’in rejimine karşı çıkmasa idi, saygın ve refah içerisinde şerefli bir yaşam sürebilir idi. Fakat içinde yanan zulme baş kaldırma ateşini yakarak , ölümü ile haysiyetli bir tavır ortaya koymuş oldu.

İslam dünyasında iki büyük trajedi Hallac ve İmam Hüseyin’in tavrıdır. Yapılan zulme zillete, yasaya, baskıya boyu eğmekle haysiyetin korunması arasındaki tercihtir olarınki Onlar bir tarihsel momentumun ve rollerinin bilincindedir. Ancak bu yolla “ tahakküm eden zihniyet”i ümmete ifşa edebilirlerdi.

İşte haysiyet korunacaktır, ama nasıl. Candan ve maldan vaz geçerek tabii ki.

Batıda trajedi geleneği vardır. Doğuda ise taziye geleneği hüküm sürer. Doğuda ölene uzun bir süre yas tutulur, batı da ise daha ziyade trajik olayları göze alırlar. Bunun en belirgin örneği Sophokle’in Antigone isimli oyunudur.

Otoriter ve faşist rejimlerde yargıçların şerefli olduklarından hiçbir kuşku yoktur. Ama siyasal olayların ve iktidarın ağır baskısı karşısında dirençleri giderek düşer ve sadece iktidarın siyasi hegemonyasının tahkim eder tarzda; siyasi hedeflerinin önündeki engelleri temizlemek ve dikensiz bir gül bahçesi yaratmak için yargılama yaparlar. Bu çoğu zaman yasaların yozlaştırılması yolu ile yapılır . Hukuk iktidarın modus aparendi bir aracı haline gelir.

Artık yargı siyasi mücadelede okka altına gidenlerin mezarlık bekçiliğini yapmaya yarar.

Bu o kadar doğal bir süreç haline gelir ki, aslında ülkenin ve devletin yüksek menfaatini korumak vecdi ile yapılan bu yargılamalar, tarihte bir mim olarak kalır

Hitler’in yargıçları yargılanma sürecinde, hepsi bize o kadar normal geldi ki, komünistler, Yahudile, Çingeneler hepsi de vatan haini olduğu için, berteraf edilmeleri çok normal hatta vatana hizmet gibi gördüklerini söylediler.

İŞTE BU GÜN SORULACAK SORU DA BUDUR. SADECE ŞEREF Mİ KORUYACAK, YOKSA HAYSİYET Mİ?

Önceki ve Sonraki Yazılar