Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

ULUS DEVLET ve HUKUKİ ALT YAPISI -III

Cumhuriyetin temel özelliğinin yasamanın genel ve eşit oyla seçilen yasama meclislerinin eline geçmesi olduğunu belirtmiş, yasama tekelinin bir kişi- gurup- katman- sınıf ..vb eline geçtiği sistemin cumhuriyet olmayacağını II. yazımızda vurgulamış idik.

Uluslaşma sürecinde iki sistem ortaya çıkmış idi. Bunlardan ilki maddi Hukuk devleti, diğeri ise Prosedural Hukuk sistemidir.

1- Hukuk Devleti- Maddi Hukuk Devleti.

Cumhuriyetlerin ortaya çıkışındaki Fransız, Alman, İngiliz ve ABD farkını anlatmıştık.

Peki yasalar nasıl yapılacaktır? Burada ortaya çıkan sorun şöyleydi: meclisler yasama - yürütme ve yargı tekelini elinde tuttuğu sisten convansiyonel meclislerdir. Bizde 1921- 1924 yılları arasında uygulanmıştır. Daha sonra bu usul terek edilerek güçler ayrılığı sistemine geçildi. Katı bir güçler ayrılığı önerildi. Devletin yasama- yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden ayrılması öngörüldü.

Devletin hukuki yapısı ile siyasi yapısı birbirinden ayrıldı. Sonra idarenin/ yürütmenin eylem ve işlemlerinin yasalar uygunluk denetiminin yapılması ve yasaya aykırı eylem ve işlemlerin iptal ve ortadan kaldırılma hakkı yargıya tanındı. Bunun için idare mahkemeleri ve danıştay ihdas edildi.

Güçler ayrılığının diğer bir unsuru devletin siyasal yapısının yasalarla sınırlandırılması olmuştur ki, anayasalar böyle ortaya çıkmıştır.

Bunun nedeni seçimler yolu ile mecliste çoğunluğu ele geçiren bir partinin, hem yasamayı hem de yürütmeyi elinde bulundurmasıdır. Bu açık bir keyfiliğe yol açabilir. Meclis'in çoğunluğunu elinde bulundurun parti her türlü keyfiliğe yol açan yasayı rahatlıkla çıkarabilirdi. Örneğin akşam saat 10 dan sonra elini camadan çıkranın kolu kesilebilir gibi bir ahmaklık da olabilir. Bu tür rejimlerde başbakanlar aslında seçimle gelen krallardır.

Bu durumda yapılacak hiç bir şey yoktur! İşte anayasacılık denilen ve en üst norm niteliğini taşıyan evrensel hukuk kurallarını içeren toplumsal mutabakat metni ve anayasal ilkeleri korumak için oluşturulan Anayasa mahkemeleri bunun için oluşturuldu.

Mevcut anayasamıza göre tek başına bir yargıç ve yasama Türk Milleti adına karar verebilir iken, yürütme ( yani hükumetler) Türk Milleti adına karar veremez. Burada en baskın güç olan ve diğer iki erki ortadan kaldırarak hükumet darbesi gerçekleştirme ihtimali olan yürütmeye güvensilik açıkça vurgulanmıştır. İşte 3. Napoloen Bonapart'ın 1848 hükumet darbesi böyle ortaya çıkmış idi. Bunun gibi yüzlercesi tüm azgelişmiş ülkelerde yapıldı zaten.

Ulus devletin bu tür bir mekanizma üzerinde örgütlenme tarzına maddi hukuk devleti veya hukuk devleti denildi. Bugün Türkiye'de de sürekli vurgulanan şey hukuk devletinin ortadan kaldırıldığı, yasama , yürütme ve yargının tek erk elinde toplanarak, devletin totaliter- otoriter yapıya evrildiği evrildiğidir. Tüm muhalif siyasi stratejiler ise , bu noktadan hareket ile üstünlerin hukuku yerine, hukukun üstünlüğünün sağlanacağı tezi üzerine kuruludur.

1924 den itibaren ülkede "güçler ayrılığı" olduğu tezi demegojik bir similasyondur. Güçler ayrılığı var... mış gibi, yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrı ..imiş gibi davaranıldı. Bunlar kocaman bir yalandır ve yasama her zaman çoğunluğu elinde bulunduran yürütmenin tekeline tabi idi. Başkan ve adamlar zaten yürütme ve yasamayı elinde tuttu.

Yargı ise zaten cumhuriyet boyunca hep yürütmenin vücut dilini takip etmiştir ve devletin merkezi siyasetine uygun olarak konjoktürel kararlar vermiştir. böylece Avrupa'dan tercüme edilen tüm yaslar uygulama içerisinde yozlaştırılmıştır. ( Bunun İçin sadece terör örgüt üyeliği kıstaslarında yapılan yüzde yüz yozlaştırmalara bakmak yeterlidir). İstiklal mahkemeleri, İzmir Suikastı, 1926 Şeyh Sait ayaklanması sonrası yargılamalar, Dersim yargılamaları, Komünist tevfikatları, 1960 darbesi, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, Ergenekon, Balyoz ve ..ilh hep yargının siyasal iktidarı tahkim etmek için bir gerilla silahı olarak kullanıldığının kanıtıdır.

Evet devletin meşrüiyeti hukuktur. sadece şekli bir cumhuriyetin kurulmuş olması yetmez. Bunun için İran Monarşisi dahil bir çok faşist rejim dahi şeklen cumhuriyettir. Çin

Halk Cumhuriyeti gibi nevi şahsina münhasır ( sui generis ) olanları da var.

Burada cumhuriyet eklenen "maddi hukuk devletinin", ulus devletin hukuki alt yapısını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bunun için gerekli şartların

- Develetin hukuki ve siyasi yapısının birbirinden ayrılması.

- Güçler ayrılığının sağlanması.

- Yargı erkinin bağımsızlığının teminat altına alınması.

- Anayasacılık denilen bir normlar hiyararşisinin kurulması.

- Devletin siyasal yapısı yaslarla ve idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal kararlar ile sınırlanması ve denetlenmesi olduğunu biliyor sanılıyoruz artık.

Burada üzerinde durulması gereken yargının bağımsızlığı ve işleyişidir. Ceza usul prosedürüne göre yargı devlet adına suçlamada bulunan savcı, savunma ve bağımsız yargıçlarca temsil edilir.

Burada esas olan savunmanın kendisidir. savunmanın teminat altına alınmadığı , eşitliğinin sağlanmadığı adaletin tecellisi için başat olduğu bir sistem kurulmadıkça hukuk devletininden asla söz edilemeyeceğidir. Bu bakımdan devletin meşruiyeti hukuk/ adalet ise, adaletin temeli de savunmadır. Bu bakımdan baroların hayati rolü ve önemi açıktır. Savunmayı temsil eden barolar bu bakımdan meşruiyetin vazgeçilmez olan en önemli unsuru olarak ele alınmalıdır. Hatta, barolara bir imperium ( yasalaştırma faaliyeti) yetkisi dahi tanınmalıdır. Roma'da avukatların İmparator adına imperium yetkileri olduğu da bilinir.

BU NEDENLE SAVUNMANIN OLMADIĞI BİR ÜLKENİN HUKUK DEVLETİ OLMASINDAN BAHİS EDİLEMEZ. Bu konuyu ayrı bir makale ile irdeleyeceğim.

İşte mevcut cumhuriyetler çözülür iken ilk olarak baroların tahrip edilmesinin nedeni budur. 12 eylül de olanlar ile Cumhuriyetin ilk yıllarında gelişen İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri olayı irdelemeye değer.

Baroların sadece savunma değil yargıçların ve yargının da bağımsız ve özgürlüğünün teminatı olduğu "Avrupa Konseyi Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler Hakkında 9 Numaralı Tavsiye Kararı" 21. maddede açıkça vurgulanmıştır ki, Kıta Avrupa'sı devletin meşruiyeti ile savunma / baro arasındaki sıkı ve bağdaşık ilişkinin farkındadır.

"Madde 21. Adalet sisteminin tarafsız ve adil uygulanması ve insan hakları ve temel özgürlüklerinin etkin korunması, hem yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına (bkz., 1994 Tavsiyesi) hem de avukatların özgürlüğüne bağlıdır. Yargının ve avukatların bağımsızlığı, her adalet sisteminin temel unsurlarındandır."

Almanya'nın burjuva demokratik devrimini yapar iken aristokrasiyi ve monarşiyi tasfiye edemediğini, Hatta bu devrimini Napolyon'a borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Zira, Napolyon Almanya'ya saldırırken mevcut aristokrasinin belini kırarak, iktidara gelecek kadar palazlanmamış olan burjuvazinin yolunu açmıştır. Yani gelişme pek içsel dinamikler ile değildir.

İşte burjuvazinin yanından varlığını sürdüren aristokrasinin biçimlendirdiği devlet, Almanya'da tüm yasaları kendi tekeline aldı ve merkezileştirdi. Devletin ulus karakteri monarşi boyası ile boyandı. Böylece devlet tüm hukuk ve anayasa ile birlikte, devlet dışı alan olan " kamu alanını" nı da belirledi. Böylece organik ve organist mürekkep ve bağdaşık bir hukuk nizamı ortaya çıktı.

Burada kamu alanını kavramının önemini vurgulamak isterim. Hukuk devletinden demokrasiye geçişte kilit kavram kamu alanıdır. Sivil toplum denilen ve bu alan onca felsefi vurguya rağmen Almanya'da kadük kaldı. Kamu alanı devletin merkezi örgütlenmesi dışında kalan tüm alandır. Yerinden yönetimler, kamu kurumu niteliğindeki tüm kuruluşlar ( Barolar, meslek örgütleri, sendikalar, odalar ..vb) ile üniversiteler, dernekler, öğrenci ve işçi kollektifleri, çevre örgütleri, basın, yayın, kooperatifle gibi sayısız örgütlenmelerdir. İşte Almanya'da burjuvazinin yanında varlığını koruyan aristokrasi sayesinde bu özerk alanların gelişip, yeşermesine müsaade edilmediği için, bu alanların kolayca ortadan kaldırılabileceği veçhile faşizme yol açan hukuki yapıyı da kendi bağrında taşıdı. Bu analiz faşizmin neden Fransa ve İngiltere'de değil de Almanya'da doğduğunun tek açıklamasıdır.

Fransa'sa aristokrasinin kökten tasfiye edildiğini belirtmiş idik. Bu nedenle Fransa 1789'dan başlayıp 1871'e kadar uzanan süreçte hukuk devletinin temel özelliklerin ve hatta sosyal devletin temellerini de atabildi.

Bu maddi anlamada hukukun ( yasama yolu ile kural koyma ) zamanla iki sonuç doğurdu. "yasa devleti" ve bunun daha da kötüsü "yasacıl" devlet. Diğer taraftan mevcut yasaların yozlaştırılması yolu ile cumhuriyetin ve demokratik rejimin diktatörlüklere evrilmesinin önüne geçemedi. zaten bunun en üst biçiminin kararname yetkisinin yürütmeye verilmesi olduğunu söylemiştim. Türkiye de Kanun Hükmünde Kararname yetkisi ilk defa 12 Mart 1971 faşist darbesi ile mevzuata girdi ve bir daha da cumhuriyetin yakasını bırakmadı.

Diğer taraftan "yasacıl" devletler de kolayca "kamu alanını" tahrip ederek korkunç ve dehşet verici bin bir çeşit rejimler inşa ettiler. Bunun için Azerbeycan'dan Rusya'ya, Özbekistan'dan Türkmenistan'a kadar ve tüm Kıta Afrika'sına bakmak yeter. İçler acısı bir sefalettir durum. Zira sefaletten erdem doğmaz.

İşte sürekli iç çatışma içinde ve bölünme riski ile karşı karşıya kalan bu tür ulus devletler giderek hukuki alt yapılarını kaybetmektedirler ve bana göre bölünme öyle hızlanacak ki, hödük bir soygun ve yağma düzeni kuran iş bu muktedirler sayesinde gelecek 50- 60 yılda 2000'e yakın site devleti ortaya çıkacaktır. Esas tuhaf olan da her türlü keyfiliği hak gören tek dertleri "siyasal düzeyden artı çekerek" halkın sırtında 4K1 olan bu titanların ve kisraların özgürlük için ayaklanan ve adalet talep eden halk kesimini " dış mihrak", "emperyalizmin ajanları", "vatan haini" gibi geniş bir koleksiyon oluşturan kataolog terimlerle suçlamalarıdır. Bunun için İran ve Çin'e bakmak yeter.

Türkiye ise hem KHK hem de "yasacıl" devlete evrilmektedir. Herkesin bu noktada aklını başına laması lazım gelir. Muhalefetin de hukuk devleti ve güçlendirilmiş parlementer sistem gibi soyut, ne idüğü belirsiz, kerameti kendinden menkul, frapan ve abalak çıkışlarının temeli yoktur.
zira cumhuriyet kurulduğundan beri bu sistemi oturtabilmiş değildir. Sorun bir kişi ile ilgili minimal değil yapısaldır.

2- Hukuk devleti- Prosedürel hukuk -- Hukukun üstünlüğü

Bu konuya diğer bir yazıda devem edeyim müsadenizle. Sonra hukuk devleti ile demokrasi bağıntısı ve demokrasinin nasıl ortadan kaldırılabileceğini analiz edelim.

1- 4K , Kırım Kongo kanamalı kenesidir. bu keneyi vücudunuzdan kopardığınız anda sizi zehirleyerek öldürür. tek şansının onun kanınızı emmesine müsaade etmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar