BİR SINAV HİKAYESİ (1)

Napolyon’un bile korktuğu sınav benim için çok özel değildi sadece o günü atlatayım gerisi kolay havasında oynanacak oyun,bazen hüzünlü sonuçları olurdu ancak ders çalışmak büyülü dünyadan çalmak olarak algıladığım gereksiz bir mecburiyetti aslında nerdeyse bütün öğretmenlerimle hissedilmez ısrarım sonucunda yazılı maddeleri olmayan anlaşma yapar bende keyfini çıkarırdım.Benim için ev ödevi iki dakikada bitirilen dünyanın en gereksiz işlerininin başında geliyordu bazen anacığım benim yerime yapıverirdi ev ödevlerimi elbet ben sokakta keşif yaparken bazen top ardında koşarken.
İlkokul dördüncü sınıfa kadar (bu arada üç yer ve okul değiştirmiştim)artık Çal’da iken öğretmenim yaptığımız anlaşmayı bozdu ve dehşet içinde kaldığım isteğini tekrarladı “oku bakalım Metin,ev ödevini!” 

Bu savaş demekti içimden ne kadar silahım varsa ona boşaltıyorum tık dediği yok tekrar gök gürledi tepeme bindi “Oku bakalım Metin”
Bütün sınıfın gözü üzerimde sihrin bozulmasını bekliyor,içimdeki isyan duygusu dayak korkusunca yenildi kekeleyerek asla okunmaması için yazılmış olan ev ödevimi seslendirmeye çalışıyorum ancak bu olmaz olamaz…

Enseme inen el öbür eldeki değnek benim okuma yeteneğimde devrime yol açtı kekeme bülbül misali şakımaya başladım sınıf önce kıkırdadı sonra fıkırdadı en sonunda makaralar serbest kaldı artık çın çın çınlatıyorlar koca dersliği eee böyle durumlarda horoz yanım üste çıkar geri çekilip pusacağıma bende böyle koroya başka makamdan eşlik ediyorum ancak herkes sustuğunda okumakta olduğum ödevin konu ile alakası olmayan aklına ne gelmişse yazmış birinin deli saçmasından beter uyumsuzluğunu anlayabildim ve sesim yavaş yavaş söndü gitti.Tekrar ani bir kahkaha esintisi ve sessizlik evet bu bana ders olsundu bundan böyle asla  okunamayacak yazılarla dolduracaktım defterimi ev ödevlerimi ….Askeri okula kadar da bu gittiğim yolda ilerledim puanlar hocalara, zamanda bana kalıyordu.

Elbette böyle okumuş birinin sonraki hayatı da öncekiyle  uyumlu çevresi ile hengameli olacağı belliydi.Benim ilk sınavda farkındalık yarattığım ders ne gariptir ki Edebiyat dersi parçası olan kompozisyon sınavında olacaktı garipti çünkü benim yazıma yazı denmezdi ki çirkin densin! 
Yıl sanırım 1971 falan olmalı Çal Lisesi birinci sınıf öğrencisiyim geçmişi inişli çıkışlı sıradan olmayan sıralanamayan  öğrenciyim o zamana kadar en çok yaptığım iş birincisi kır ve dağ keşif gezilerim ikinci ise okuduğum kitap çokluğu.Çal Halk Kütüphanesi benim resmî olmayan ilk makamım, görevli ile ikimizden başka kimse olmaz zaten o da anahtarı verip veya vermeden çıkar gider binlerce kitapla yanlız kalırdım sonrasında ise yaşıma uygun olan olmayan kitaplara dalış.Dört beş sene içinde elime  almadığım birazını okumadığım kitap ansiklopedi kalmamıştı.Beni en çok etkileyen kitaplar ise “Bir,iki,üç sonsuzluk…. ; “4 sene mektep tatili”; “Denizler altında 40.000 fersah “; Aya seyehat “; Dünya keşifler ve icatlar tarihi benzeri olanlarıydı ilk zamanlar roman çok okumuş sonra roman okumayı uzun süre ara verecektim.Kısacası çevremde bulunan hiçbir kişiye benzemiyordum arkadaşlarımla her tartışmada hepsi bana karşı birlik oluştururdu bu durum zaman zaman çok aleyhime oluyordu aslında tek tek sorsan en sevilen kişilerden biriydim ancak topluluk için de tehlikeli biri kabul ediliveriyordum oysa külhanbeyliğine hevesli bazı çocukların yaptığı gibi kimseye fiziksel zarar vermiyordum.Fakat genel geçer kabuller benim savaştığım düşmanlarımdı bu nedenle bildiğim kadarı ile iki defa “afaroz “ edildim ikiside yıkıcı idi.Birinci afaroz yaklaşmak üzere idi fakat o ayrı konu.
                                                     

Edebiyat hocamız Cengiz BENLİ olmuştu sanırım Çal’a o sene gelmişti bekardı.Hayatım boyunca en sevdiğim öğretmenlerimden biri olacaktı ancak önce de canımı yakarak.Hocasını sevince dersinizin kötü olma ihtimali yok gibidir nitekim yüksek notlar alıyorum fakat kompozisyon da ciddi sorunum oluştu.Olay şöyle başladı,ilk yazılı sınavda çoğu zaman olduğu gibi bir “özlü söz “verdi ve bunu hakkında yazmamız istendi normalde benim bize öğretildiği gibi yazmamız gerekirdi fakat o anda nasıl istiyorsam o şekilde geçmişe öğretilene kalıplara uymadan kendime göre bir yazı  yazdım.Bir yandan da merak ediyorum bu ilk denemem nasıl sonuçlanacak diye!
Aradan bir iki hafta geçince hocamız her zaman yaptığı gibi sınav kağıtlarını öğretmen kürsüsüne bıraktı ve tek tek alıp sonuçları okumaya başladı “Ayşe Gül 6 ,Ali Tok 5 …” herkes gibi bende merak içindeyim fakat benim ismim okunmadı ancak masada tek bir sınav kağıdı kalmıştı.
Epeyce sınıfı süzen Cengiz hoca kağıdı aldı ve okumaya başladı “aman allahım ! Gök kubbe başıma çöktü çökecek “  artık sesini duymaz olmuştum sonunda durdu “Size çok basit bir soru soracağım “ herkes meraklı öyle bakıyorlar “arkadaşınız bu kompozisyonu yazmış olabilir mi?” Hay bu dünyanın kara sularına,ak sularına!” Bana sen karışma işaretini çaktı sonradan o meşum konuşmayı yaptı.Özetle böyle bir yazıyı edebiyatçı olmasına karşın kendisinin yapamayacağını ve haksızlık yapmamak için beni tanımaları nedeni ile aralarında bu konuda tartışma açtığını benim de ses çıkarmadan izlemem isteniyordu,öyle de oldu nerdeyse tüm sınıf konuştu hepsi aynı makamda şarkı söylüyorlardı “Metin ,bu yazıyı yazmış olamaz” 
Sonunda demokrasi seramonisi oylama ile perçinlendi ve sanırım tarihte “arkadaşlarının oyu ile sıfır alan ilk kişi oldum” 
Orta ikide sudan sebeplerle sınıfta kaldığım için (din dersi hocasına ‘ Adem ve Havva’nın göbek deliği varmı ? sadece bunu sorarak rekor kırıp 5.5 dan sınıfta kalmıştım….) babamın duyargaları dik durumdaydı ve gereksiz yere laf yiyeceğim kesindi.Kendisine konuyu açmadım “hoca anlar ya!“ 
                                         

Artık Cengiz hocanın gözlerinin özel olarak üzerimde olduğunu hissediyor hem rahatsız oluyor hem de biraz hafiften gururlanıyordum derken bizi ikinci yazılıyı yapacağını bu sefer soruyu evde hazırlamayacağını son anda sınıfta karar vereceğini elbet bunun sebebinin de ben olduğumu belirterek duyurdu.Aslında bu olayda benim hemen önümde oturan üç kızdan biri olan Süheyla”ya uyarı yapmış oluyordu ancak hoca tamamen yanılıyordu.Süheyla’nın ablası ile hoca nişanlı idi yazılı sorusunu ondan öğrenip ya hazır bir yerden aldığımı (o yıllarda bilgsayar yok ki internet olsun Google dede daha doğmamış) ya da bilen birine yazdırdığımı düşünüyor elbette o kız bana ne soruyu verdi ne de o kadar samimi ilişkimiz mevcut.
Derken o gün geldi hocamız önce kürsüde bir süre çalıştı sonra soruyu verdi.Daha önce sırf korktuğum için cesaret edemediğim yazı anlayışıma uygun ikinci yazımı  da yazdım.Artık beklemedeyiz, evet bütün sınıfta.


Üç beş gün sonra yazılı kağıtları masaya yığıldı her kişinin kağıdı okundu hoca bazı kişilere yazısı ile ilgili eleştiriler yaptı belli ki benim kağıtlar yalnızlığı  seviyor masanın bir köşesinde mahzun mahzun boylu boyunca yatmakta. Sonunda biraz abartılı hareketlerle masaya gitti kalan kağıdı bir kılıç misali çekip yukarı kaldırdı sonra okumaya başladı.İlk kağıdımın okunmasından tedirgin olmuştum fakat bu sefer can kulağı ile dinledim niye  dinlemiyeyim beğenmesem yazmazdım…
Sonunda yine o lanet tartışma hoca tarafından,gonku çalınarak başladı daha ilk arkadaşım dişini hemen en  acıtıcı yerden geçirdi,ne oluyor be ! Meğer beni seven tek kişi yokmuş hatta O bile. Sevgili sınıf arkadaşlarım etimi lime  lime edip hocanın önüne attılar herkes sadistçe duygular içinde iken gelen soruda ki uyarıyı da dikkate almadan hükmü verdiler oysa Cengiz Bey eğer bu yazıyı arkadaşınız yazmadı ise her ikisine de “sıfır “ vereceğini açıklıyordu o dönemde sıfır sadece kopya çekene verilirdi. Fakat karneye sıfır düşme olasılığı beni çok tedirgin etmişti o sırada yapabileceğim tek şeyi yaptım hocanın artık eşinin kızkardeşi olan Süheyla’ya derdimi  açıp zaten soruyu hocanın sınıfta belirlediğini falan söyledim nedense aynı cümleleri hocaya kuramıyordum.! Neticede mesaj yerine ulaşmıştı haberci ile gelen haber şöyle idi gelecek yazılıda özel önlem alacağını eğer ortada hile yoksa hakkımı vereceğini belirtmişti tekrar umut kanatlandı  uçmaya başladı.
Bu sırada okulun hepsi olayı duymuştu kimi test yapmak için gelenler bile oldu.Sömestre tatili yaklaşırken üçüncü yazılımızı olacaktık bende müthiş bir heyecan.Bu sefer sürprizi patlatmıştı çünkü beni öğretmen kürsüsüne çağırıp oraya oturttu elbette önceden çekmeceyi kontrol ederek soruyu da sınıfta belirledi ve startı verdi.Biraz huzursuz ancak artık her tür önlem alınmış olduğu için ve kimsenin diyecek lafı olmadığını düşünerek mutluyum.

Sınav bitti hoca gitti dedikodu kazanı kaynamaya başladı neden bilmiyorum hiç kimseye karşı savunma yapmayı canım istemiyor salak salak bakınıp sonunda oradan kaçıyorum.
Yine yazılı kağıtları geldi yine en sondayım yine okundu yine tartışma açıldı sen karışma denilerek,yine yinelendi eskiler, tam anlamı ile delirmek üzereyim her söz alan arkadaşım benim neden bu yazıyı yazamıyacağıma  dair ferman veriyor yahu sınıfta kalacağım bu gidişle!…
Cengiz hoca bazı yeni uyarılarda bulunup son oylamayı yaptırdı bu sefer birazcık  oyum artmıştı ancak sonuç şu ; bunu sen yazmadın NEDEN ? Çünkü sen bunu yazamazsın NİYE ? Çünkü oy çokluğu ile karar verildi NİÇİN ? Çünkü  bunu sen yazamazsın…
Sonuçta birinci karnede bizim kompozisyon “0” olarak arzı endam etti ama babamda görüverdi epeyce tatlı sözden sonra hiç yapmazdı ama hocayı da görmüş,tesadüfen hocanın nişan işinde  babamında parmağı varmış “kız istemede “ katkısı olmuş çünkü kızın babası ile arkadaş imiş falan.Babama merak etmemesini eğer ikinci dönemde aynı şekilde yazarsam sıfırın yanına bir ekleyeceğini söylemiş babam memnun eh bende şüpheli memnun!

Bu ilk sınav hikayem gerçekten mutlu sonla noktalandı ikinci ve son karnede sonuç 10 olarak yazıldı.Bu hikayenin askeri okulda devamı biraz farklı şekilde sürdü..Edebiyat hocamız öğr.Yüzbaşı Sümer GÜLEZ ‘di diyebilirimki matematikçi hocamla beraber ( kendisi Atgm idi üniversite de hocaydı ) en sevdiğim kişilerdi.Artık kendime güvenim geldiği için kendime uygun kompozisyon yazmaya devam etmiş ve Sümer hoca tarafından çok seviliyordum benim yazıları öğretmenler  odasında okuduğunu söylerdi sonradan K.KK. lığına da göndermişti uzun yıllar sonra Ankara sokaklarında gezerken karşılaştım kendisi albay olmuştu ilk sorusu “kaç üniversite bitirdin ? “ olmuştu.Ne yazık ki sıfır deyince inanmadı kısaca başıma gelenleri anlattım ne yazık ki altı üniversiteden hiç birini bitirmeme izin verilmemişti neyse zaten bunların hikayesini yazacağım hiç olmaz ise yapılan haksızlıkları duyurabildiğimi duyurup kim bilir  belki  de  didiklenen birilerini  de kurtarabilirim.
Asıl anlatmaya can attığım konu mekanı Çankırı Astsubay Hazırlama Okulu.1973 yılında sınava girmiş ve başka okullar ile birlikte burasını kazanmıştım Deniz Lisesini ise sırf subay yetiştirdiği için gitmemiştim elbet bir de anam zaten göndermezdi sebebi de “denizciler evlenemez “ diye duymuş o nedenle istemiyor babam ise sivil okula gitmeyeyim de neresi olsa fark etmez diyor çünkü ona kalırsam “üniversitede “ mutlak gebertilirmişim,anaşistmişim falan filan” Herkes memnun okula gidip kayıt olduk başladık küçük yaşta “süper askerliğe “ 
Süper askerlik diyorum hem yaşımız küçük (ben bu konuda biraz avantajlıyım zira orta ikide sınıfta kalmışım lise biri tekrar okuyacağım vs) hemde okul hiçbir askeri  birlikle kıyaslanmaz sertlikte, disiplin içinde.Burada dayak küfür hem gökten hem yerden kısacası her yerden gelebilir.Dayağa direnmek linç edilmene sebep olacağı inancı kafalara  kazınmıştır.Üç senemi geçirdiğim bu yerde çok berbat olaylar yaşadım şahit oldum erkenden insan sarrafı olmak zorunda kaldık(k).
                                                   

Arada yaşananlar sonraya kalsın kamerayı son seneye çevireyim.Artık üçüncü sınıftayız doğrudan sınıfı geçenler sınıf okuluna gidip bir sene daha okuyup astsubay olacağız.Fakat benim asi damarım kabardı artık astsubay olmak da istemiyorum benim amacım dipte durup devrim ateşini alttan ateşlemekti fakat iş sandığım gibi değildi orduda ne kadar rütben büyükse sözlerini duyan kulak sayısı büyüyordu yanında senin gibi olanın sesine  umursanmıyordu, ezilmişliğin,burnu büyüklüğü!
                                                     

Son senenin sonlarında ardı ardına salvo atışlarını patlattım.İlkin Okul idaresini çıldırtacak dilekçeyi verdim.Dereceye girdiğim için okulun yönetmeliğinin bilmem kaçıncı maddesi gereğince Harp Okuluna gönderilmemi istiyordum oysa olmayacağını da pekala biliyordum fakat yasal olarak da haklı idim okulun statüsü değişince yönetmelik aynı kalmıştı vs.Tabii okul komutanı tarafından çağrılıp bir güzel taltif edildim !Ancak yılgınlık yok,mücadeleye devam …Bu sefer ayrı bir dilekçe ile okumakta olduğum askeri okul (lise düzeyi) son sınıf öğrencisi olduğum için üniversite sınavına girmek istediğimi ve bu hizmetin sağlanmasını talep ettim eee bu sefer biraz fazla ileri gitmiştim çünkü bu talep çok tehlikeli idi.Başımızdakiler olaya şöyle baktılar; bunlar sınava girerse çoğu kazanır ve astsubay olacak personel azalır.Yılanın başı ezilmeli idi tekrar komutan çağırdı bu sefer daha nazik biçimde haykırdı! Baktım tek başıma başa çıkamıyorum zaten iyi olduğum propagandaya başladım. Bu arada ilk katıldığım zamanki okul değildi artık okulumuz geçen zaman içinde evirip çevirip kendimize benzetmiştik. Geçen üç sene içinde sol ve ilerici olanlar baskın şekilde çoğunluğa ulaşmıştı. Benimde hatırı sayılır etkim vardı. Neticede arkadaşların büyük çoğunluğunun desteğini aldım artık beraber hareket ettiğimiz on civarında bir grupta oluşturmuştuk. Bunların biri hariç (Ali Filibeli bu arkadaş en erken ölenlerimizden olacaktı) sanırım diğerlerinin ders durumu parlak öğrencilerdi. Bu arada idare pek çok sorun çıkartıyordu davayı kaybedeceğiz derken aklıma babamın “Resmî Gazete “alıp biriktirdiği geldi,o yıllarda telefonla görüşmek çileli iş ama epeyce uğraşıp görüşmeyi sağladım babamdan okulun statüsünün değiştiği tarihli resmî gazeteyi istedim hakikaten bir hafta olmadan geldi. Bu gazete çok işimize yarayacaktı hatta bazen içinde olmayan fıkralar bile ekliyiveriyordum!


En sonunda Okul idaresi ile şöyle bir anlaşmaya mecbur kaldık.Bu sene sınava girmeyecektik fakat ilk defa (belki son defa ) olmak üzere isteyen öğrenciler sivil olarak gitmek kaydı ile Çankırı Lisesinde kurslara katılıp bitirme sınavını geçerlerse diğer sivil öğrenciler gibi mezun olup bitirme belgesi alabileceklerdi.Bu bahsettiğim yıllarda lise son sınıf öğrencileri bütün dersleri 10 bile olsa bitirme sınavına girmeye mecburdu.Bu sınavlara da sanırım bir ay kadar süre ile kurs gösteriliyordu bizde buraya katılabilecektik askeri öğrenciler için bu şenlik demekti fakat işin kötüsü bu süre tatile denk geliyordu ve çoğunluk belki hayatlarının en uzun yaz tatilini tepmek istemiyordu.Nihai sonuçta sadece on bir arkadaş kalmıştık.Bunların çoğu üniversite bitirdi Süleyman arkadaş milletvekili oldu(S.COŞKUNER,21.nci  dönem milletvekili)bazıları öğretim üyesi oldu bazıları subay oldu içlerinde en güdük ben kalmıştım.
Sonunda ve neticede sadece sanırım on bir  kişi birde ikmale kalan öğrenciler kalmıştık koca binalarda.Bu arada evimize yazıp sivil elbise istemiştik artık sivil olarak il merkezine iniyor yemek ve yatacak ihtiyacımız eskisi gibi karşılanıyordu. Herşey iyi gidiyordu gerçi ilk istediklerimizden çok taviz vermiştik ama bu durumda bir ilkti. Burada eklenmesi gereken bir ek bilgi var.MEB bağlı liselerde ikinci sınıftan sonra o yıllarda “Edebiyat ve Fen “diye iki bölüme ayrılırdı fakat bizde böyle bir ayrım yoktu biz hem fen bölümünün hem edebiyat bölümünün bütün kitaplarını orjinal hali ile görüyorduk.Bu nedenle bizden biri normal lise öğrencisinden daha bilgili oluyordu.Yani biz hem “süper asker “ hem de “süper öğrenci “ idik ancak farkında olamayacak kadar da toy.
Bu bölümden sonrası üniversite okuma maceram olacak ancak arada ekliyeyim aynı sene ben kendi başıma MEB nı mahkemeye verdim sanırım bizden bir üst sınıftan da verenler olmuş (öyle duymuştum) bir sene sonra mahkemeyi kazanıp bizim okulun ismi üniversiteye girecek okullar listesine girdi ve kod verildi.
NOT : DEVAM EDECEK

Önceki ve Sonraki Yazılar