Osman Selim Kocahanoğlu

Osman Selim Kocahanoğlu

BİR  ÜLKÜCÜ KARDEŞİME SAMİMİ CEVABIMDIR

Geçen gün okurlarıma duyuru niyetine ufak bir not yazarak,  bizden doğrudan kitap istenmemesini,  beni merak edenlerin  "Medrese mi Modernite mi?" kitabımı okumalarını rica etmiştim.   Bu duyurunun altına yüzden fazla beğeni geldiği halde, bir kişiden de küçük bir itiraz notu  yazıldı. Kısaca şöyleydi:  

"... Osman Bey yazınızın en az altı yerinde "BEN" kelimesini kullanarak  "EGO"nuzu  tatmin etmiş,  kendinize gereksiz yere payeler vermişsiniz.  Sol milliyetçilikten uzak olduğunuz gibi sağ milliyetçiliğe de yakın durmuyorsunuz. Zaten biz de sizi fazla önemsemiyor,  sadece yaşınıza hürmeten  iyi günler diliyoruz..." 

Bu arkadaş tanıdığım biri değildi. Anlaşıldığı  kadarıyla  bizimle "dalaşmaya" niyetlenmiş biriydi.  Kısa notuna bakılırsa, önce benim "milliyetçi"  duruşuma takılmış.  Bu bir görüştür elbette tartışılır. Sakıncası yoktur. Fakat    diğer bir  bir cümle  ile de bana "sen  büyüklük kompleksi içindesin" "iması" yapılıyordu. İyi ki "beyni sulanmış" falan dememiş. Benim  paylaşım notumla   hiçbir  ilgisi olmayan bu  not  hayretimi mucip oldu.  Bu arkadaşın  sayfasına girdim.  Anladım ki benim tabirimle  bir "kuru hamaset ve kasaba milliyetçisi", belki de kendini "ülkücü" sayan bir  delikanlı... 

Ben bu sayfada şimdiye kadar hiç kimseye "ülkücü" kelime ve yakıştırmasını  kullanmadım,  bununla ilgili bir yazı  da yazmadım. Gene böyle bir  soru üzerine fazla derinine inmeden sadece kısa bir Nihal Atsız yazısı yazmıştım. Anlaşılıyor ki  bu  arkadaşımız sayfamdaki  yazılardan az çok  beni tanıyor,  öfkeli olduğu da satırlarından belli oluyordu.... Halbuki bu  sayfanın  bir parti veya grubun gözcüsü veya sözcüsü değil bağımsız bir düşünce platformu  olduğunu defalarca ifade etmiştim. Bu durum, kendi yazılarım dışında yaptığım akademik paylaşımlardan da bellidir. 

Ancak yazılarım da olay ve olguları milliyetçi bir görüşle yorumladığım,  bu arada   bazı bazı   özlü söylemlerimle de görüşümü dışa vurduğum  oluyordu.   Örneğin, "Türklüğün en büyük milliyetçisi, en büyük Türkçüsü en büyük Başbuğu Atatürk'tür"söylemi benim bir aforizmamdır.   Uzun soluklu bir makalemin başlığı da şöyle:  " Türk milliyetçiliği mi, Atatürk milliyetçiliği mi,  kasaba milliyetçiliği mi?" Yazılarda bu söylemlerin akademik  açılımları da var elbetteki...İlginç nokta şurası ki, bu arkadaşımız, hiçbir ideolojik yazımın altına itiraz notu koymayıp da,  böyle sıradan bir duyurunun altına birkaç cümle  sıkıştırmış oluyor. Anlaşılıyor ki  bu itirazı bir " öfkesini boşaltma" hamlesi oluyor.  

Açık söyleyeyim benim bu yazıyı yazma nedenim,  bu  nottan ziyade benim için "büyüklük kompleksi"   "iması" oldu. Bunu yazmasa belki hiç üzerinde durmayacaktım.  Hiç tanımadığım  bu arkadaşa sadece şunu söyleyebilirim: Ben  sayfamda genellikle yakın tarih ve erken cumhuriyet ağırlıklı yazılar yazıyorum. Çünkü  birikim ve ilgi alanım burasıdır. Otuzdan fazla da kitap ürettmişimdir. Bu kitaplara   bakılırsa,   dört kitap ve dört rivayetten 400 sayfalık kitap üretenlerden biri olmadığım görülür.   Bazı  kitaplarımda  1.000-1.700  arası  birinci el kaynak kullanmışımdır.  Kendi alanımdaki akademik yayınları da yakından takip eder, kimin ne olduğunu  iyi bilirim.  O halde kendim için şunu söyleyebilirim,  ben kitaplarımı değil kitaplarım beni   ortaya çıkarmıştır. 

Ara sıra  iddialı söylemler üretiyor veya paylaşıyor olsam da,  hiçbir zaman kendime "mütefekkir!" veya  "süper mürşid" payesi  vermiş falan  değilim. Bu sıfatları kendime yakıştıramam. Haddimi bilirim.  Bu psikoloji içinde  olmayıp  bu sıfatların  tamamen uzağındayım.  Olay ve olguları çarpıtmaya müsait bir akademik  karıyerim de yok.  Eğer  denildiği gibi   "megaloman"  biri olsaydım,  utanıp sıkılmadan, yüzü   kızarmadan  din sömürgeni ve ahlak sürüngeni kültürün zırvalarıyla  bezeli  kitaplar yazardım!. Eğer "keşke Yunan galip gelseydi" kültüründe olsaydım, "O'nun anası umumhane karısıydı" gibi  alçakça iftiralar üretirdim! Bu iftiraları da  Bağdat'a gidip Arap diyarına pazarlardım. Eğer böylesi bir alçaklığa tenezzül etseydim,  yazdığım kitabın  adını "Medrese mi Modernite mi?" diye koymaz,  "Tek Adam" dan  mülhem  "Rical'üs Sanem" (Put Adam) koyardım!.  

Bu arada arkadaşımızın "sağdaki milliyetçilik konusuna uzak durduğum" iddiasına da geleyim. Ben, muhafazakar milliyetçi, muhafazakar sağcı/dinci ve komplocu kültürün "mütefekkir taslaklarından"   feyz almadım.  Fesli ve püsküllü meczupların  ne dergahında ne tezgahında bulundum, ne yüzlerini gördüm, ne  tilmizleri oldum.  Medrese öğretisinin Milli Mücadele ve Mustafa Kemal karşıtı zırvalarının zihinsel kaynaklarını  da çok iyi bilirim. Geçenlerde,  " Medrese öğretisinin en itibarlı haini, Mustafa Sabri" başlıklı bir yazı yazmıştım.Namık Kemal Zeybek, "sakın bunlar arasına Mehmet Akif'i koyma" diye bir not  göndermiş. Buna da  katılırım. 

O halde kendimi  nereye koymam gerekir? Şunu ifade edeyim ki, milliyetçilik 17. asrın ürünü  bir modernite ideolojisidir. Bu aynı zamanda aydınlanma düşüncesinin bi ufkudur. Bize de en basit ve utangaç şekliyle Jön -Türklerle girmiştir. Mustafa Kemal de bu neslin çocuğudur. Kendini ancak Cumhuriyette ifade edebilen   seküler/laik Türk ve Atatürk milliyetçiliği,  aslında bu  idealizmin tarihsel bir evrimidir. Kendimi Atatürk ve Ziya Gökalp idealizminin bir neferi görürüm. Bu ülkü duyduklarımla, komplocu  tezlerle değil, tarihsel okumalarımla  zihnime yerleşmiş yüksek seviyeli kutsal bir idealizmdir. Hem de  gençliğimden beri.

Bu kategori içinde, akademik ve kavramsal hiçbir anlamı ve yeri olmayan soğuk savaş dönemi "komünizma" çığırtkanlığını ben, "kuru hamaset ve kasaba milliyetçiliği" diye tanımlarım. "Devrimci gençlik yükselişi  karşısında  "Komandoculuk" diye ortaya çıkan, sonra "ülkücücülük" adını olan bu parti militanlığı, sonradan anlaşıldı ki bir Amerikan projesidir. Bizi yüzyıl geriye götüren Kenanizm darbesi de işte buradan doğmuştur. Ben bu "komandoculuk" ve "ülkücülük" hastalığını Taha Akyol'a   havale ediyorum.  Arkaplanını o yazmıştır...  

Bu arkadaş  bir de sol milliyetçiliğe uzak durduğum iddiasını dile getirmiş. Kendisiyle  ilgisini de anlayamadım. Ona da cevap verelim. Nedir bu sol-sosyalist eğilimli/liberal  aydınların milliyetçiliği...  Milli Mücadelenin  en krıtik bir zamanında  sırf Mustafa Kemal karşıtlığı ve öfkesinin tetiklediği  saltanatçı  Arif Oruç  veya "Yorgileşmiş  Ethem!" kafası, aynen  tilmizlerine de geçmiştir. Cumhuriyet  devrimleri  jakoben ve faşist  bir yöntem sayılmıştır. Emperyal Batıya karşı çıkarken, O'nun aydınlanma değerlerini de burjuva devrimi diye öteleyen Marksist kökenli bu etno kültürel anlayış, sol düşüncenin "çocukluk hastalığı" sayılır. 

Şöyle örnekleyim. Basiret gazetesi yazarlarından ve Midhat Paşa  havariliğinden dolayı ömrü sürgünlerde geçen Mehmet Es'at Beyin oğlu Asaf Bey,  Adana Ermeni olaylarının (1909) ihmalkar bir suçlusu olmuştu. Onun oğlu Burhan Belge, eniştesi Yakup Kadri'yi bile sollayan  katıksız bir Kemalistti.  Çok geçmeden Necip Fazıl gibi Menderes yalakası oldu. Niyazi Berkes birgün  ne bu hal diye sorunca, çok net bir cevap verdi. 

-" Ben bir FİKİR orospusuyum para nerde ben ordayım..."  

Murat Belge de işte bu babanın  oğluydu. "Sosyalizmin deli saçması olduğunu 40 yaşından sonra anladık" itirafında bulundu. Şimdi nerelerde bilmem. Daha dün Fetö'cü ve Arabesk  yobazlarla yaptıkları  Abant toplantılarını unutmuş  değiliz. 2. Cumhuriyetçi  Altan kardeşlerin  zihinsel ve tarihsel zırvalıklarını bir yazımda  "FİKİR orospuluğu"  diye nitelemiştim. Aynı yerdeyim. 

Mustafa Kemal 600 yıllık çağın gerisine düşmüş feodal  saltanat üzerine bir burjuva devrimi yapıyordu, fakat burjuvası yoktu. Yanında Robespiyer ve Volter gibi aydınları da yoktu. 13 milyon nüfuslu 46.000 köyde cahil bırakılmış  bir halk yaşıyordu. Her köyde bir cami var ama tek okul yoktu. Mustafa Kemal, Jakoben olmayıp da kıyameti mi bekleyecekti? Japon imparatoru MEİJİ ondan daha jakoben davranmıştı. Memalik-i mahrusadan vatana, tebaadan vatandaşlığa geçilirken, en doğru yolun o gün de bugün de Cumhuriyet devrimleri ve Atatürk milliyetçiliği olduğuna iman derecesinde inanıyorum.   

Bana itiraz yollayan ülkücü kardeşime gelince, benim nazarımda "milliyetçilik" bir grup veya partinin tekelinde ve ona ait olan "militan çetecilik" değil, milletin bütününe şamil yüksek ülkülerin   ulus potasında kaynaştığı bir idealizmdir. Benim zihnimde  bir parti militanlığı veya yandaşlığı olan "ülkücülük" kavramı değil, Cumhuriyet modernizminin aydınlanmacı ülküleri yer alır. Laiklik bunun temelidir.

Bilmem sevgili kardeşim!  Kendi içini soğutmak veya dalaşmak için bana yönelttiğin "megalomani" iddiası ve "milliyetçilik" konusundaki düşüncelerimi ifade edebildim mi? Eğer SEN,  Atatürk'ü tanımıyor, isminden bile nefret ediyorsan, Abdühakim Arvasi ve Saidi Nursi'nin  ortaçağ dehlizlerinde dolaşan "mütefekkir!" taslakları ve "Süper Mürşidler" peşinde isen, benim nazarımda "kuru hamaset ve kasaba milliyetçisi" sayılırsın. Cumhuriyeti paranteze almak isteyen İslamcı güruh ile eğer ittifak içindeysen, bunun adına da "ülkücülük" diyorsan, aynı yolun yolcusu sayılırsın. "Beyni sulanmış" denilen Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un senin zihniyetine verdiği cevabı da okumanı tavsiye ederim.

Benim doğru bulduğum ve gerçekçi bildiğim yol, tarihin bu coğrafyaya tesadüfen doğurduğu "monadik" beyinli Adamın milliyetçilik ve devrimcilik ülküsü, uluslaşma paradigmasıdır.  Cumhuriyetin kurucu ülküleri olan, akıl ve bilimi öncelleyen laik modernite aydınlığıdır. 

Sevgili kardeşim! Eğer bunları doğru bulmuyor, aklına ve vicdanına sığdıramıyorsan, henüz düşüncenin çocukluk çağındasın demektir. Nokta. O halde herkes kendi yoluna.?!..

Önceki ve Sonraki Yazılar