Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

YASA, HUKUK, AMİRTA VE HASİBELER -KAVEL ÖRNEĞİ

1848 deki Fransa ayaklanması, Viktorya çağında Poor Law yasalarına karşı sanayi işçilerinin verdiği mücadeleler, Decamviristlere karşı pleplerin savaşları, Rosa Parks olayında olduğu gibi siyahilerin uzun süren direnişleri ve benzeri olaylar göstermiştir ki ; YASALAR KRALIN NEFYİDİR FAKAT HUKUK SINIFSAL/ SİYASİ MÜCADELELERİN ESERİDİR.

Bu satırları "Yasa Kralın nefyidir- II" isimli makalemde anlatmış idim. Türkiye modernleşme sürecine girince seçme ve seçilme hakkından, sosyal devlet ilkelerine, oradan sendikal haklara, örgütlenme özgürlüğü, düşünce hürriyeti, basın özgürlüğü ve dahası Medeni Kanun'un sağladığı sivil haklara kadar her şey Avrupa'dan çeviri yolu ile ithal edilmiş hazır lokmalar idi.

Oysa sadece sosyal hakların tanınması içim Paris'te 30.000 kişi barikatlarda can vermiştir. kadınların en güzel elbiselerini giyip, rujlarını sürüp, saçlarına kan kırmızı karanfiller takarak nasıl jandarmalar ile çatışmaya girdiklerini biliriz. Bilmeyenler özgürlik ve eşitlik için ölümü şehvetle kucaklarım diye yargıçların yüzüne karşı haykıran Louise Michel'in hayat hikayesini okusunlar.

Bizde yasa normları hazır telif iken, bu yasaların birer hukuk normuna dönüşmesi için hiçbir mücadele verilmediği için, ihsan edenler veya bağışta bulunanlar bundan istedikleri zaman rüc'u edebilirler idi. Çoğunlukla öyle de oldu. Zaten medeni Yasaya göre muris her zaman bağışlamadan dönebilirdi.

1- Amrita ( veya Amirta ) Devi Hindistan'ın Khejarli kasabasında kendi halinde yaşayan bir bir kadın. 1730 yılında kralın adamları saray yapımı içim köyün ağaçlarını kesmeye gelirler.

Üç çocuk annesi Amrita buna karşı çıkar ve ağaçlara sarılır. Bunun üzerine sultanın adamları kendisini uyarırlar. Rüşvet önerirler. Amrita'nın onlara verdiği cevap çok kesindir:

"Sar sāntey rūkh rahe to bhī sasto jān" "(सर सान्टे रूख रहे तो भी सस्तो जाण)". Anlamı şöyledir. "Eğer bir ağacın korunması bir kafaya mal olacak ise , buna değer".

Amrita'nın gövdesi tarihe " kara salı " olarak geçen bir günde ağaç ile birlikte kesilir. Bunun üzerine ayaklanan 363 Bishnois köylüsü ( Bishnoi Hindistan'da bir dini mezhep adıdır) ağalara sarılır ve 363 ü birden öldürülür.

Sultan'ın merhameti yoktur, o sıradan, basit, zavallı, aşağılık bir sıçan gibi yaşayan köylüler sarayın verandalarından daha önemli olabilir mi! Kim sultanın itibarını ve otoritesini sarsmaya cüret edebilir ki! Kim yasaya meydan okuyabilir ! İblis'ten başkası emre karşı gelebilir mi ! Sahi ya, ilk emre karşı gelen İblistir. Tanrı O'na dedi " emre neden karşı geldin ey mehin?" İblis dedi "sen de dedi mehin, aşıklar zaten mehin." Mehin alçak, zelil, kepaze demektir. ( Hallac-ı Mansur, Tevasin ). O nedenle Mevlana " ey aşıklar, ey aşıkalar ben kepaze bir aşığım" der.

Bir ağaç için hunharca katledilen, doğaya aşık, Vahdet-i Vücûd'cu Bishnois köylüsü doğa ölürse tüm insanlığın öleceğinin farkında idi. Tıpkı para karşılığı topraklarından zorla sürülen Kızılderili şef Seattle'nin ABD başkanına gönderdiği mektubunda söylediği gibi, " beyaz adam bir gün paranın yenmeyeceğini anlayacaktır, ama zaten o zman kendi sonu da olacaktır". 1 Bu mektubun bir kısmı dipnotta verilmiştir. Umarım tüm çevirisini yayınlarım. "Çiçekler kız kardeşimiz, geyik, at , kartal erkek kardeşimiz, derelerden akan su atalarımzın kanıdır" der Şeattle.

Hem Kızılderililere hem de Bishnoislere göre, doğa insana ait değil, insan doğaya aittir. Ve daha da önemlisi bu alemde var olan her şey, dalgalı nehir yollarından, büyük Sahradaki bir kum taneciğine kadar, bir erguvan fidanından Amazon Ormanı'na kadara, bir ateş böceğinden insan kadar her şey, her şey Tanrı'nın özünden bir parça taşır. Bu nedenle onlara dokunmak Tanrı'ya kasttır.

Bu görüş ilk defa İbn Arabi tarafından dile getirilmiştir. Anadolu Alevileri ise ağacın kuru dallarını keser iken , dua ile ondan izin alırlar.

İşte hem inançlar hem de kanlı mücadeleler sonucu doğayı koruma ve çevre yasaları çıkarılmış, bunların bir kısmı değişmez hukuk normlarına dönüşmüştür. İşte tarihin 5000 yıllık şaryosu üzerinde gelişen EVRENSEL İNSANLIK İDESİ olan hukuk normları, mücadele içinde yasadan hukuka, böyle oluştu.

Rize'nin İkizdere ilçesi İşkencedere'de direnen kadınlar da, belki birer Amirta olduklarının farkında mıdır bilmem ama, bu direnişler Türkiye'de de bir çevre koruma hukukunun oluşumuna yol açabilir umarım. Bu konuda en geniş yasal faaliyet elan başlatılmalıdır.

Şurası unutulmamalıdır ki, kapitalizm gölgesini satamadığı her ağacı keser.

Yukarıdaki fotoğraf zaten doğanın parçası olan bir Amirta ile doğaya yabancılaşmış ve onu düşman gören tüm güçleri yeterince simgeler.

Karl Marx "Fuerbach Üzerine Tezler" 11. tezde "filozoflar doğayı yorumlamakla yetinmişlerdir, söz konusu olan onu değiştirmektir" der. Bu gün artık şöyle yazabiliriz, insanlar doğayı yeterince değiştirdiler ve kendilerine benzettiler, söz konusu olan onu olduğu gibi korumaktır.

2- Kavel: Bir Çoban ateşi. "Türkiye Maden-iş Sendikası'na üye 220 işçi, 1 963 yılının ilk aylarında KAVEL Kablo ve Elektrik Malzemesi Limited Şirketi'nde 36 gün süren bir grev yaptı. Bu grev, Türkiye işçi sınıfı tarihinde çok özel bir yer tutan, önemli grevlerden biri olarak kabul edilir. Grevi önemli hale getiren en belirgin unsur, 1 961 Anayasası'nın işçilere tanıdığı grev hakkının nasıl kullanılacağına ilişkin yasal düzenleme olmadan, üstelik İş Yasası 'nda grev yasağı sürerken hayata geçirilmiş "kanunsuz" bir grev olmasıdır." (Zafer Aydın "Kanunsuz Bir Grevin Öyküsü, KAVEL 1963").

1938 yılında çıkarılan "Cemiyetler Kanunu" sınıf esasına dayaılı cemiyetler kurmayı yasaklamış idi. 1946 yılında bu yasak kaldırıldı. 1948 yılında CHP Sadi Irmak hükûmeti " grev hakkına karşı olduğunu açıkladı".

1947 yılında "5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkındaki Kanun" yasalaştı. Ancak bu yasada sendikalara grev ve bilinen adıyla toplu sözleşme hakkı tanınmamaktaydı. Yürürlükteki "3008 Sayılı İş Kanunu" ise grevi yasaklıyor ve greve katılanlara hapis cezası verilmesini öngörüyordu. İşte bunlar birer yasa idi ve fakat HUKUK NORMU DĞİLDİ.

Şimdi bunun nasıl yasanın nasıl hukuk kuralına dönüştüğünü göreceğiz. Demokrat Parti'nin dış borçlanma yolu ile hızlı sanayileşmenin olduğu 1950- 1960 yılları arasında, köyden kopup gelmiş işçi yığınları İstanbul'a akmış idi. İlk defa gerçek bir sanayi işçi sınıfının ortaya çıktığı dönemdir. (2)

1961 Anayasa'sı ile grev hakkı tanında, ama buna ilişkin yasa yapılmadı. Grev halen yasak idi. 31 Aralık 1 961 'de Ülkenin o zamana kadar görülen en büyük mitingi yapıldı. 100 bin kişi müdahalesiz grev hakkı için yürüdü. İşler kızıştı.

1954 yılında KAVEL Kablo ve Elektrik malzemeleri Ltd. şti kuruldu. 220 işçisi vardı ve İstinye Sarıyer adresinde idi. İstinye Mahallesi Çayır caddesi no: 1. Bugün tüm fabrikaların başına geldiği gibi orada da bir alışveriş merkezi var.

İşçilerin yıllık ikramiyelerin ödenmesine son verilmesi ve 25 kuruşluk zam yapılmaması üzerine, Kavel işçileri 28 Ocak 1963 yılında kanunsuz greve başvurdular. Yetkililer işin bilincinde değildir . Çalışma bakanı olan Ecevit, "grev nedir, mahkemeye başvursunlar" demiş idi.

Grev üzerine işçi önderleri işten atıldı, iş akitleri fesh edilerek fabrikanın dışına kondular. İşte o gün olan oldu. İşçilerin eşleri, anneleri, babaları, çocukları ve unutulmaz İstinye halkı Kavel'e aktı. Ve fabrikanın önünde BİR ÇOBAN ATEŞİ YAKILDI. İçeride kalan işçiler bu çoban ateşinden cesaret aldılar.

Sonra hepsi işten atıldı ve fabrika önüne bir çadır kuruldu. İstanbul halkı destek için geldi. Bunların içinde Çetin Özek ve İdris Küçükömer de vardı. Gelen yardım öylesine büyük idi ki, her gün kollektif iki kazan kaynardı. Bir işçi ilk defa salam, pastırma ve baklavayı orada yedim der.

Bunun üzerine atlı polisler devreye girdi. İşçiler çatışmaya girdiler. Basın onları komünistlik ile suçladı. İçeri girme girişimlerine karşı işçiler Kavel'in demir kapılarını kaynak makinesi ile kapadılar. O gün makineler durmuştu ve Zamyatin'in deyimi ile artık "kargaşa yasaların zinciri ile bağlanamaz" idi. Çünkü kargaşayı yasaların zinciri ile bağlayan şey yaslardır ki, devletin cebir kudreti tarafından korunur.

Daha sonra fabrikanın çevresinde "grev hattı" ilan edilerek, halk fabrikaya girişi keser. Her daim İstinye sırtlarından ellerinde börekleri, baklavaları, tencereleriyle bir düğün alayı gibi Kavel'e yürüyen kadınlar olayın merkezindedir. İşçi Hamit Şindi "Kavel'in önü bayram yeri idi" diye nakleder. Grev hattındaki dayanışmaya " demir kenet" denilmektedir.

İşçiler Hamdi Biçer, Ahmet Ağca, Recep Hamza, Şakir Çap, Semih Bektaş, Hasbal Kayalı, Osman Özkan ve Sefer Mert , işte bir avuç hak arayıcısı eylemlerinin ne kadar muazzam neticeler vereceğinin farkında olmadan, bir yasayı, hukuk normuna çevirmek üzere idiler. her zaman olduğu gibi, grevi kırmak için teklif edilen rüşveti reddetmişler idi.

Halk işçilerle polisin arasında tampon bölge oluşturmuştu. İşçilerin, Hasibe Nine dedikleri

Karadenizli yaşlı bir kadın sık sık elindeki bastonunu polislere sallayıp "Bu çocukların kılma dokunun, hepinizi öldürürüm." diyerek tehdit etmekteydi. Bu kadın Hasibe Hamza'dır. ve o günlerde aynen İkizdere'de elinde değneği ile dim dik duran kadın gibi, İstinye sırtlarında karanlığın ve görünemez giysilerinin içinde bir patlayan bir süliet olarak, bir Zapata silüeti olarak resmedilir.

Sonunda bakanların araya girmesi ile, grev sona erer, işçiler zam ve ikramiyelerini alırlar. hepsi işe alınır. Dört kişi çıkarılır ve onlara da tazminat ödenir.

Olay uluslararası boyuta taşınır, meclis karışır ve sonunda GREV hakkı ve işten çıkarılma tazminat yasalaşır. İşte bir "çoban ateşi", "grev hattı" ve "demir kenet" ile başlayan direniş, yasa dışı bir grev, yasanın hukuka dönüşmesini sağlar.

Tıpkı siyah ayırımcılığında olduğu gibi yasaya aykırı bir eylem, yasa kuralının hukuk normuna dönüşmesine yol açabilir. ve bir devletin meşruiyetini sağlayan, yasalar değil hukukun üstünlüğü ile hukuk devleti olmasıdır.

Kavel grevi ilk kanunsuz ama hukuki grevidir. demek ki, yasaya aykırı olan hukuki olabilir. Çoğunlukla da öyledir. Yine belirteyim, bir yasa hukuk normuna ancak mücadele ile dönüştürülür. Çünkü eğemen devletler asla buna teşne değillerdir ve ebediyen de olmayacaklardır.

İkizdere'nin bir "çoban ateşi" " bir doğa hattı" ve "demir kenet" yaratması umudu ile. İkizdere'nin yeni Hasibe ninelerine atfolunur.

10. Mayıs 2021

(1) - "Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir.Büyük Beyaz Reis bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise onun çocuktan olacağımızı söylüyor. Toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil atalarımızın kanlarıdır. .. Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderirler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler."

(2) -Türkiye'nin dört dönem sanayileşme hamlesi vardır. birincisi 1923- 1950 yılları arası. Burada devlet halktan aldığı ağır vergiler ile kamu hizmetlerini ve sanayileşmeyi kendi yaptı. devlet ile halk arasında bir aracı ( müteahhit ve yabancı mandarinler ) yok idi. Bu yolla bir yere varılamayacağı ve kalınmanın yavaş olduğu anlaşılı. DP ile ilk defa yoğun dış borç alınarak kamu ve özel sektör kalkınma hamleleri yapıldı. Bu AP ile devam etti. Üçüncü dönem 12 eylül darbesi sonucu Özal ile başladı. Bu kamu- özel sektör ortaklığıdır. Burada kamu hizmetlerinin denetimi yine devletin elindedir ve özel yatırımcı ile halk asla karşı karşıya gelmezler idi. Dördüncü dönem ise AKP dönemi olup, Yap İşlet Devret veya KOİ ( Kamu Özel İşbirliği) dönemidir. devlet burada özel sektörün işbirlikçidir. Bu dönemde halk tamamen ( elektrikten, doğal gaza, eğitimden sağlığı, ulaşımdan madene) müteahhitler ile baş başa bırakılmıştır. Bunun bedeli insanların önce çoğunluk ile bedava olan hizmetleri, ancak tüm maaşları ile satın alamayacakları Latin Amerika türü bir sefalettir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar