ADALET, MÜSAVAT, HÜRRİYET DEMEYE…

Yalnız ben mi öyleyim diye düşünedurayım. Gördüm ki, yıllar önce şairin birine benden çok yakışmış. Ne de güzel anlatmış:

“Eloğlu binlik bozdurur

Ben bozduramam

Eloğlu başını yastığa kor komaz uyur

Ben uyuyamam

Eloğlu sofrasında dokuz türlü

Benim aç yattığım olur bazen

Benim evim gecekondu

Eloğlunda apartıman

Eloğlunda ince müzik

Benimkisi aman aman

Benim kuru başım bana yeter

Eloğlunda karı kızan

Ben keçileri kaybettim

Eloğlunda usta çoban

Bu soyadı bana haram”

Bu da nereden çıktı diye sormayınız. Metin Eloğlu’dan söz edeceğim de, onun için güreşçilerin perdah yapması gibi ısınıp bir şiirle el ense çekeyim istedim. Bende çok saygın yâri vardır. Ama şiir mahfillerinin katılımcıları da çok severlerdi. Mustafa Kuşçuoğlu ağabeyimiz vardı. Allah uzun ömür versin. Sırası gelip şiir okuyacağı zaman çok uzun bir şiir sunacağını söyler, ama üç dört mısralık bir şiiriyle sırasını salıverirdi.

Alın size Metin Eloğlu’nun çok ama çok uzun bir şiiri:

“ÇİLİNGİR SOFRASI

Bu zıkkımın yanında

Arnavut ciğeri ister, bir.

Çiroz salatası ister, iki.

Cacık ister, üç.

Adalet, müsavat, hürriyet demeye

Sadece yürek ister.”

Metin Eloğlu’nun daha uzun (!) şiirlerini de hatırlıyorum. Öyle adalet, müsavat, hürriyet gibi tehlikeli sulara girmiyor. Buyurunuz okuyunuz:

“ŞİŞEDEKİ

Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir

Tutar insana yaşamayı sevdirir”

İşte bu kadar. Daha uzun söze ne gerek? Elbette, yaşamak için sofra, sofra için de adap gerek. Onu da aktaracağım ama, biraz Metin Eloğlu hakkında bilgi vereyim:

Metin Eloğlu, ortaokuldan sonra, 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. 1946’da siyasi nedenlerden dolayı iki ay tutuklu kaldı. Olay üzerine Akademi’deki kaydı silindi. 1947’de başladığı askerlik hizmetini, disiplinsizlik nedeniyle aldığı uzatma cezaları nedeniyle ancak 5 yılda tamamlayabildi.

Edebiyata öyküyle adım attı. 1942’de Serveti fünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsü yayınlandı. 1943’te İzmir’de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan “Sabah Şarkısı” şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok çalışma ve sergiye imza attı.

1967’de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976’da yapılan Yarımca Sanat Şenliği’nde birincilik ödülü aldı. Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin, Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ayrıca birçok eleştiri yazısı kaleme aldı. 11 Eylül 1985'te İstanbul'da öldü.

Eloğlu'nun ilk kitabı, Orhan Veli'nin 'Şoförün Karısı', 'Dedikodu', 'Tahattur', 'Altın Dişlim', gibi, lümpen orta tabakanın dilini ve duyarlılığını yansıtan şiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor. Ayrıca Nazım Hikmet'in 'İnsan Manzaraları'nın etkisi de seziliyordu.

Sultan Palamut’ta konuşma dilinin engin tatlarını, edalarını, tonlamalarını çok başarıyla kullandı. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor ve ironi'yle, yeni şiirimize getirdiği olanakların alanını daha da genişletmişti.

Metin Eloğlu, ilk kitaplarıyla, kendi dönemini ve kendinden sonraki kuşakları büyük ölçüde etkiledi. Yine sanatçının “toplum ve tabiatla ilişkisini büsbütün kesmemesi” gerektiğini bunu yaparken de “kopyacılığı, taklitçiliği, basmakalıp realizmi, konu ezberciliğini değil dış dünyada olup bitenleri, iç dünyasının yenileyici gücünü yararlı bir araç olarak tanıması” ile sanatına yansıtması gerektiğini öne sürüyordu.

"Kolay anlaşılan şiirin, kolay yazılabildiği kanısına vardım deneyler sonucu. Daha açığı: şiiri anlamak da, tadına varabilmek de özel bir çaba işi." demişti.

Şöyle devam etmişti:

“… çağımızın ileri sanatçısına düşen ödev; özel işlerini, kişisel duygularının türküsünü aklına estiği gibi çığırmak değil, içinde barındığı toplumun gerçeklerini aydınlatıp, onun acılarını sevinçlerini, umutlarını göz önüne sermek; Başkalarını da bu konular üzerine düşündürmektir.”

Özetle, Metin Eloğlu, edebiyatımızda yazdıklarıyla, yaptıklarıyla kendine has bir çizgi tutturmuş, akımlarla dirsek teması olsa da hiç birine dâhil olmamış, ilk kitabından itibaren sanatını hayatına koşut tutarak geliştirmiş, resimden kazandığını şiire aktarmış, özgün sanatçılarımızdan biriydi.

Kitaplarından da bir kaçının adını yazayım: Düdüklü Tencere, Sultan Palamut (Seçilmiş Hikâyeler), Odun, Horozdan Korkan Oğlan, Türkiye’nin Adresi, Ayşemayşe,, Dizin, Yumuşak, Rüzgâr Ekmek, Hep, Yine, Şiirce, Ay Parçası, Önce Kadınlar, Bektaşi dedikleri….

Şimdi gelelim “Sofra Adabı” adını taşıyan şiirine:

“Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;

Şu güveçte helmelenir fasulya.

Kuzu şu kadar ateşte çevrilir;

Tuzlama şu tabağa konur ille..

Yumurta şu sahana kırılır.

Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii,

Hoşaf bu kaşıkla..

İster uskumru olsun, ister kolyoz,

İster orkinoz, ister hanos;

Balık şu bıçakla kesilir..

Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,

Beyazsa bu kadehe

Yavan ekmeği nasıl yersen ye...”

Yazıya pehlivanla başlamıştım. Cümle iyimserlikler karşısında yalancı pehlivanlar gibi istediğim kadar perdah çekeyim, kimi aldatabilirim ki? Hal ve gidişat pek iyi değil dostlarım. Korkum o ki, kuru soğandan da vazgeçtik, yavan ekmeğe de muhtaçlarımız giderek artıyor. Ah keşke önümüzdeki pastırma yazı günleri biraz daha uzun sürse derken, Metin Eloğlu’nun “Pastırma yazı” şiirine rastladım. Bununla yazımı bitireyim:

PASTIRMA YAZI

Dedim ya benim aşklarımın doğusu bura

Bura benim yarınımdan sakınan tel tel

Bura işte ilkyazından irkilip huylandığım

Dedim ya gün batmadan kunnamaz çakal

Işıtmaz solutmaz bir aşkın doğusu bu

Köpeklenmiş havuzda boğum boğum kediler

Hoşundu be İstanbul hoşundu savsak günler

Çöl dünümle ikizlenen ne yavan olgu

Bu çağandan kalacak bir sünepe bildiri

Öncelenmiş yalanlarla yakapaça gidiyor

Olmaz olaydı bu yaz, demez olaydı şiir

Dedim ya aşkımızın en firavun günleri

Kaskatı bir güz içi daldım yazık hayatıma

Hasan diye birim vardı uzamış perçemleri

Ben, Güzin, yaz da bitti e sonra

Amcasına babasına pay veren çiçekleri

Önceki ve Sonraki Yazılar