Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

AFGANİSTAN’DA NELER OLDU?

Bugünün tarihi dün yazıldı. Eğer, Afganistan'da neler olduğunu gerçekten anlamak istiyorsak, önce, Afganistan'ın yakın tarihine göz atmak zorundayız.

 Son Afganistan kralı Muhammed Zahir Şah’ın aynı zamanda kuzeni olan Muhammed Davud Han, 17 Temmuz 1973’te Afganistan Cumhuriyeti’ni ilan ettiğinde, ülkenin geleneksel Sovyet dostu çizgisini de terk edeceği sinyallerini veriyordu.

Davud Han’ın hem “geleneksel düşman” Pakistan ile ve hem de Batı ile daha yakın ilişkiler kurmaya yönelmesi siyasi konsensüsü bozucu etki yaptı ve 27 Nisan 1978’de Sovyet yanlısı komünistlerin darbesi ile Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlandı.

Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan eden siyasi güçler kendi aralarında şiddete dayalı bir iktidar mücadelesine girişirken, aynı zamanda darbe karşıtı (kralcı, liberal, islamcı ve Maocu komünistler) güçlerin de örgütlenerek eylemlere girişmesi ülke içerisinde büyük bir siyasi istikrarsızlığa neden oldu.

Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Nur Muhammed Terakki’yi öldürerek yerine geçen Afganistan Demokratik Halk Partisi Genel Sekreteri Hafızullah Emin’i öldüren Sovyetler Birliği, Prag büyükelçisi olarak sürgüne gönderilen partinin kurucusu Babrak Karmal’i üçüncü cumhurbaşkanı olarak atadı!

Ülkenin içine düştüğü siyasi istikrasızlık girdabında etkili olamayan Babrak Karmal, 27 Aralık 1979’da Sovyetler Birliği askerlerinin ülkeye “davet mektubu”nu imzalayarak, 42 yıldır Afganistan’ı terk etmeyen iç savaşı ve işgal sürecini başlatmış oldu.

Afganistan’ın işgal edilmesine karşı silahlı bağımsızlık savaşı yürüten siyasi kuvvetleri sadece İslamcı bazı partilerden ibaret görmek yanılgıdır.

Tam tersine, işgalin ilk yıllarında sosyal demokrat, komünist ve liberal/batıcı siyasi partilerin de Sovyet işgaline karşı silahlı direniş örgütlerinin varlığını görmek mümkündü.

Hatta, bizzat Çin Halk Kurtuluş Ordusu subaylarının Afganistan’da işgale karşı savaşan militanları eğittiğine dair pek çok kaynak vardır.

Ancak, Karmal ve Necibullah hükümetleri muhalif sol kuvvetleri acımasızca yok etti.

15 Şubat 1989’da Sovyetler Birliği tüm askeri kuvvetlerini Afganistan’dan geri çektiğinde, arkasında sayısı halen tam olarak bilinmeyen binlerce ölü ve sakat bırakmıştı.

SOVYET İŞGALİNİN DEĞİŞTİRDİĞİ SİYASET

Afganistan’ın bugüne gelmesinde, hiç kuşkusuz Sovyet işgalinin tayin edici etkisi olmuştur.

Sovyet işgaline karşı ideolojik argümanlar üretemeyen sol ve batıcı liberallerin yerine İslâm, iç savaşta direnişin ideolojisi olarak yükseldi.

Öyle ki, 1987’de, Sovyet yanlısı hükumet dahi, yaptığı yeni anayasanın ikinci maddesinde “devletin dini İslâm’dır” hükmünü koymuştu.

Ayrıca, aynı anayasanın 73. maddesinde ise, “ancak müslüman bir aileden gelen kişilerin devlet başkanı olabilir” şartı getirilmişti.

1990’da yapılan yeni Afganistan Anayasası'nın 1. maddesinde ise, Afganistan “Bağımsız ve üniter İslam devleti” olarak tanımlanmaktaydı!

Afganistan’ın 1933’ten 1973’e kadar ülkeyi yöneten “liberal” Muhammed Zahir Şah’ın krallığından, Taliban’ın ortaçağ öncesi bir yönetim biçimi olan emirliğe “evrilmesi” şiddete dayalı bir dış müdahalenin sonucudur.

Bu dönemin tamamında, hem Sovyet ve hem de ABD desteği alan kuvvetlerin hiç hayat hakkı tanımadıkları siyasi örgütlenmeler ise, ülkenin demokratik, adil ve özgürlükçü bir yönetime kavuşturulmasını hedefleyen ekipler olmuştur.

ABD İŞGALİNİN AFGANİSTAN’DAKİ SONUÇLARI

Sovyet işgalinin 1989’da sonlanması Afganistan’da yıkıcı sarsıntıya uğrayan siyasi konjonktörü iyileştiremezdi.

Nitekim, hemen ardından iktidarı ele geçirmek için başlayan iç savaş, 1988’de İslamcı gruplara birkaç “seküler” grubun da katılımıyla oluşturulan koalisyon grubu Afganistan Mücahitleri İslam Birliği’nin 1992’de iktidarı ele alması ve Afganistan İslam Devleti’ni ilan etmesiyle sonuçlandı.

2001’de ABD’nin resmi olarak Afganistan’ı işgal etmesine kadar varlığını sürdüren Afganistan İslam Devleti, Afganistan’da fitili Sovyet işgali ile ateşlenen iç savaşı durduramadı.

1989’da Sovyetlerin askerlerini geri çekmesi sonrasında ayakta kalmaya çalışan Afgan hükumetine karşı savaşan cihadçı gruplara yaptığı askeri ve mali destekleriyle Afganistan’a ayak basan ABD, Afganistan’da asıl kazanan ülke olmak istiyordu.

Bağımsızlıklarını ilan eden Türk cumhuriyetleri ve Çin’e yönelik stratejik bir noktada duran Afganistan coğrafyasını ele geçirmek için, iç savaşı kışkırtan bu kez ABD olmuştu.

1992 ile 1996 arasında, birincisi Şah Ahmed Mesud’un (Cemiyet-i İslami), ikincisi Gülbeddin Hikmetyar'ın (Hizb-i İslami), üçüncüsü Abdul Ali Mazari’nin (Vahdet) ve dördüncüsü Muhammed Ömer’in (Taliban) liderliğinde oluşan 4 grup iktidar uğruna, onbinlerce Afgan’ın ölümüne neden olan kanlı bir iç savaşa giriştiler.

1994’te kurulan Taliban, 1996 yılına gelindiğinde, diğer ittifakların çoğunlukla etnik kökene dayalı hakimiyetlerinin yarattığı dezavantajı akıllıca değerlendirerek ve Hikmetyar'ı da yanına çekerek, Kabil dışında kalan bölgelerin büyük çoğunluğunda kurduğu ittifaklarla hakimiyetini sağlamış ve Afgan İslam Emirliği’ni ilan etmişti.

Taliban, Kabil’i ele geçirdiğine, kendisi dışındaki tüm islamcı örgütlere karşı da savaş açtı. Ülkede yıkım ve kaos daha da derinleşirken, Taliban’ın emirlere uymayan kişilere uyguladığı vahşetı batı dünyası seyretmekle yetiniyordu.

Taliban, içlerinde en güçlüsü Şah Ahmed Mesud’un liderliğindeki Kuzey İttifakı olmak üzere, ülkede kendisi dışındaki tüm siyasi akımlara karşı kanlı bir savaş sürdürürken en büyük desteği Pakistan, Suudi Arabistan ve ABD’den aldı. ABD subayları Taliban kuvvetlerini önceleri Pakistan’ın sınır bölgelerinde, sonra da bizzat Afganistan içlerinde, Kandahar gibi merkezlerde eğittiler.

Taliban’ın ABD arka planlı bir “proje” olduğu, önceleri Afganistan iç savaşında muhaliflere karşı kullanılan, ancak daha sonra İslam coğrafyasının her yerine gönderilen cihadçı uluslararası milislerin ülkede eğitilmesinden de anlaşılıyor.

ABD, Afganistan’da binlerce Uygur, Özbek, Tacik, Kırgız, Türkmen, Fars, Arap vd. etnisitelerden savaşçı militanlar eğitti.

ABD’nin Taliban iktidarının gölgesinde, Afganistan’da eğittiği bu militanlar, kendi ülkelerinde sözde İslam devleti kurmak için, gerçekte ise, ABD karşıtı hükumetleri devirmek için yaratılan iç karışıklıklarda piyon olarak kullanıldılar.

11 Eylül 2001 saldırılarından sadece 2 gün önce Taliban’a karşı güçlü bir direniş cephesi yaratan Şah Ahmed Mesud’un El Kaide militanları tarafından bir suikasle öldürülmesi ve 7 Ekim’de Afganistan’ın ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri tarafından işgal edilmesi, ülkenin önemini ortaya koyuyor.

Yine, bu tarihten sonra yaşanan gelişmelere göz atarak, planlamanın boyutu hakkında daha somut fikir sahibi olabiliriz.

2003’te Irak işgal edildi ve sonra IŞİD olarak isim değiştirecek El Kaide milisleri ülkeyi çökermek üzere sahneye çıktılar.

Ortadoğu’yu tam anlamıyla kan gölüne çevirecek hamle ise, cihadçı militanların Suriye’ye saldırması ile gerçekleşti.

Bu ülkelerde ve daha sonra başka ülkelerde de Arap Baharı adı altında sahaya sürülen bütün milisler Afganistan’da eğitilmişti!

Bugünden, geçmişe doğru bakınca, ABD’nin Afganistan’ı, Orta Asya’ya dönük stratejik öneminin ötesinde, tüm İslam coğrafyasına terör ihraç etmek için militan üretme merkezi olarak kullandığını söyleyebiliyoruz. 

YARIN: ABD, AFGANİSTAN'DA YENİLDİ Mİ?

Önceki ve Sonraki Yazılar