Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

TÜRKİYE OSCAR’A NEDEN YANLIŞ FİLMİ GÖNDERDİ?

Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'nden yapılan açıklamaya göre 95. Oscar Ödülleri 12 Mart 2023'te düzenlenecek.

12 Aralık'ta başlayacak ön oylama ve 21 Aralık'ta ilan edilecek kısa listeler sonrasında 12-17 Ocak 2023 tarihlerinde yapılacak aday oylamalarının ardından, 24 Ocak’ta kesin adayların duyurusu yapılacak.

2-7 Mart 2023 tarihlerinde gerçekleşecek final oylamasının ardından, 12 Mart 2023’te düzenlenecek törende kazanan adayların açıklanması bekleniyor.

Uzunca bir süredir, “Sinemanın Eurovision’u” işlevine indirgenmiş olan Oscar ödüllerinin “Yabancı Film” (International Feature Film) kategorisinde yarışacak filmler de bu vesile ile açıklanıyor.

Şimdiye kadar dünyanın 85 ülkesinden adayların yarışacağı açıklanan 95. Oscar ödüllerinin “Yabancı Film” (International Feature Film) kategorisinde Türkiye’yi Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr” filmi temsil edecek.

Sanatsal Etkinlikler Komisyonu’nun (SEK) koordinasyonunda Sinema Meslek Birlikleri Güç Birliği tarafından yürütülen seçim süreci için ASİTEM, BİROY, BSB, FİYAB, SENARİSTBİR, SETEM, SESAM, SE-YAP, SİNEBİR, TESİYAP gibi sinema meslek örgütlerinin yanı sıra, ÇASOD, FİLM-YÖN, SİNESEN, SİYAD, SODER ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü temsilcilerinden oluşan Seçici Kurul, aday adaylığı başvurusu yapan filmleri değerlendirmiş.

Aday adaylığı kabul edilen Allah Yazdıysa Bozsun (Barış Yöş), Bandırma Füze Kulübü (Ömer Faruk Sorak), Bergen (Mehmet Binay ve Caner Alper), Ceviz Ağacı (Faysal Soysal), Dirlik Düzenlik (Nesimi Yetik), Kerr (Tayfun Pirselimoğlu), Klondike (Maryna Er Gorbach), Kurak Günler (Emin Alper), Okul Tıraşı (Ferit Karahan), Sabırsızlık Zamanı (Aydın Orak) ve Şair (Mehmet Emin Yıldırım) filmlerini değerlendiren Seçici Kurul, Oscar ödüllerinin “International Feature Film” kategorisinde yarışması için “Kerr” filmini göndermeyi uygun bulmuş.

SEÇİCİ KURUL’UN KARARI BİR SKANDALI İFŞA ETTİ

Yaptığı başvuru ile aday adaylığı kabul edilen Maryna Er Gorbach’ın “Klondike” filminin Ukrayna adına yarışacağı, “Kerr”in Türkiye adına gönderileceği bilgisi ile birlikte ilan edildi. 

Bu açıklama bir skandalı ortaya çıkarıyordu!

Değerlendirmeye 11 film başvurusu kabul edildiği halde, Seçici Kurul’un paylaştığı basın duyurusunda 10 film arasından “Kerr”i seçtikleri bilgisini veriliyordu.

Bu açıklama ile, “Klondike” filminin aynı anda iki ülkede de aday olduğunu ve bunu Seçici Kurul’un da bildiğini anlıyoruz.

Mantık silsilesi içerisinde düşünürsek, ancak “Kerr”in Türkiye adına yarışmaya gönderileceğinin ilan edilmesinden sonra, 11 film içerisinde yer alan “Klondike” hakkında Ukrayna’da bir karar verilebilmesi mümkün iken, Seçici Kurul, son duyurusunda, sanki 10 film başvurusunu değerlendirmiş “gibi yapmıştı”!

Üstelik, Ukrayna – Türkiye ortak yapımı olan “Klondike”, 41. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde, sadece Türk filmlerinin katıldığı “Ulusal Yarışma”da en iyi film kategorisindeki büyük ödül olan “Altın Lale”’ almıştı!

Neden böyle bir yola başvurduklarını ve bu durumu nasıl kabul ettiklerini mantıklı ve kabul edilebilir bir gerekçe ile açıklamak Seçici Kurul üyelerinin görevi. 

Sinema sektöründe listeler bu kadar kolay değiştirilebiliyor, hatta filmine göre yapımcı ülkeler bile değişebiliyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. 

VARAN İKİ: TERÖRÜ DESTEKLEYEN YAPIMCININ FİLMİ DE ADAYDI!

Oscar’a gitmeye aday 11 film içerisinde, Sanatsal Etkinlikler Komisyonu (SEK), Sinema Meslek Birlikleri Güç Birliği’nin yanında, 5 sinema bağlantılı dernek ve Sinema Genel Müdürlüğü temsilcilerinin adaylığını kabul ettiği bir film daha vardı ki, o farklı bir skandala yol açıyordu.

Aydın Orak’ın yönetmenliğini de yaptığı “Sabırsızlık Zamanı” filminin diğer yapımcısı olan Salih Süleymani, doğu illerimizi “Türkiye’nin işgali altında” olarak tanımlayan birisi. 

Linkini de verdiğim kayıtta aynen şöyle diyor:

Bizim ülkemiz işgal edilmiş, dilimiz yasaklanmış, köylerimiz şehirlerimiz boşaltılmış, insanlarımızın yarısı batı illerine göç ettirilmiş, dilimiz, kültürümüz, müziğimiz, bütün varlıklarımız talan edilmiş, kala kala, elimizde sadece sosyal medya kaldı”!

Salih Süleymani’nin bu iddialarını Kürtçe değil, Türkçe dile getirmiş olması, kendisi açısından ayrıca bir ironi olmalı.

Ancak, bizi ilgilendiren nokta, Türkiye ile ilişkisini, “duygusal paydaşlığı”nı ve siyasi tutumunu açıkça düşmanlık kusarak ve ayrılıkçı teröristlerinin argümanlarıyla ortaya koyan böyle bir kişinin yapımcılığını yaptığı filmi

Oscar’a gönderme ihtimali!

Seçici Kurul üyeleri ve Sinema Genel Müdürlüğü yetkilileri “Sabırsızlık Zamanı” filminin Oscar aldığını ve Salih Süleymani’ye teşekkür konuşmasını yapmak üzere mikrofon verildiğini hayal edebilirler mi? 

Bence, etsinler! 

Belki, bu ülkeye olan sorumluluklarını hatırlamalarına yardımcı olur.

VARAN ÜÇ: NEDEN “KERR”?

Yazımın en başında da belirttim. Benim açımdan, Oscar’ın “Yabancı Film” kategorisinin Eurovision şarkı yarışmasından öte bir değeri yok!

Çok nadiren ve ancak elde ABD açısından kıymetlendirilecek başka bir film yoksa ve sonuç olarak yine ABD’nin küresel “müesses nizam”ını meşrulaştırmak dışında bir rol oynayamayan birkaç değerli filmin ödüllendirilmiş olmasını, Oscar’ı ciddiye almam için bir sebep olarak görmüyorum.

Ancak, bu değerlendirmem, “Seçici Kurul”un imza attığı tuhaflıklara dikkati çekmeme engel olamaz.

Bu bakımdan, uluslararası platformlarda 20 ödül toplayan “Ceviz Ağacı”nın, yine gençliğin başarı hırsı ve azmini ortaya koyan “Bandırma Füze Kulübü”nün veya gişe rekortmeni “Bergen”in ya da Seçici Kurul’u oluşturan üyelerin üçte ikisinin Antalya’da “başyapıt” övgüleriyle alkışladığı “Kurak Günler”in yerine “Kerr”in seçilmiş olması, objektif kriterlere dayanarak, mantıklı bir gerekçe ile açıklanmaya muhtaç.

Baştan söyleyeyim; Seçici Kurul’un bu seçimi için “mantıklı bir gerekçe” bulabileceğini sanmıyorum!

Birincisi, “Kerr” hem fokuslama, montaj, devamlılık, ışık, kamera hareketi, mizansen ve sair hatalarıyla teknik açıdan da “olmamış” bir film.

İkincisi, oyuncuların kendi tecrübe ve yeteneklerine göre ve hakkını vererek gösterdikleri performansa bakınca, yönetmenin bu noktada da kayda değer bir katkısının olmadığı belli oluyor.

Muttalip Müjdeci’nin neredeyse her sahnede farklı bir polisi oynayışı yanında, filmin tek kadın oyuncusu Jale Arıkan’ın rolünde yaşadığı huzursuzluk 100 metre öteden bağırıyor.

Hele ki, sokaklarda köpek kovalayan silahlı adamları “oynayamayan” 3 delikanlıyı izlemek, bu bir mezuniyet filmi olsaydı, “Kerr”in yönetmeninin sınıfta kalması için, tek başına yeterli sebep olurdu!

KÜRESELCİLERİN TÜRKİYE YALANI KERR’İN MESAJI OLMUŞ

Kerr”in kusurları sadece teknik ve sanatsal yaratıcılık alanları ile sınırlı değil.

Babasının ölümü üzerine kasabaya gelen Can’ın (Erdem Şenocak) tren garının tuvaletinde tanık olduğu bir cinayet sonrasında gelişen olaylarda, otoriter polis, “derin devlet” kasaba eşrafı, kiralık katil, karantina, sokağa çıkma yasağı, kuduz köpek avı, sokak hoparlöründen sürgit yasaklama anonsları ve sair “atmosferik efektler” ile yönetmen Tayfun Pirselimoğlu bir hikaye anlatmıyor, ama izleyicisinin üzerinde bir kanaat yaratmak istiyor.

Yönetmenle aynı dünya görüşünü paylaşan “neo-liberal” sinema yazarlarının ortak görüşünü Cumhuriyet gazetesinin sinema yazarı Emrah Kolukısa şöyle ifade etmiş: “Bana kalırsa izlediğimiz film tam olarak da günümüz Türkiye’sini tarif ediyor”!

Tayfun Pirselimoğlu, filmini zamansız, mekansız bir alana taşıyarak, “kendince” önlemlerini almış. Bu türden yorumların kamuoyunda tartışma yaratması halinde, itiraz edebilir ve bu “hikayesiz” filmin sadece kendi hissiyatlarından ve tasarımlarından ibaret olduğunu belirtebilir.

Ancak, biliyoruz ki, küreselcilerin Türkiye karşıtı propagandalarının temeli, “şeriat devletine koşar adım ilerleyen Türkiye’nin ele geçirildiği popülist diktatörlük tarafından yaşanılamaz hale getirildiği.

Tayfun Pirselimoğlu “Kerr” ile bir hikaye anlatmayı değil, ama bir atmosfer göstermeyi tercih ediyorsa, bu tercihini besleyen bir kanaati olduğu ve bu kanaatinin propagandasını yapmayı tercih ettiği içindir.

Ve bu kanaati de küreselcilerin dünyaya empoze ettikleri yalanla örtüşüyor!

Yani, “Kerr”in çıplak bir küreselci propaganda filmi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu da kendi tercihidir. İtirazımız tercihine değil, içeriğine!

Ancak, benim için asıl şaşırtıcı olan şey şu: Totalitarizmin toplumun alt katmanlarına sirayet ettiği, hatta benimsendiği ve kendisini yabancı hissettiği bir kasabada “tutuklu kalmış” bir bireyle ifade edilen baskıcı ve zorba rejimi “gösteren” ve teknik/sanat/atmosfer gibi çok önemli kriterleri de dikkate alırsak sinematografik açıdan da başarısız diyeceğimiz bir filmi, neden Türkiye’nin tüm sinema kuruluşları (+ Türkiye Cumhuriyeti’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Genel Müdürlüğü!) bir araya gelerek, “oybirliği ile” Oscar ödüllerine aday olarak göndermeye karar vermişler?

Türk sinemasının dünya sinemasına kendisi hakkındaki mesajı, 21 Aralık’ta büyük ihtimalle liste dışı kaldığı açıklanacak olan bu film midir?

Soruyu tersten sorarsak; tüm dünyada sinema sanatçıları kendi ülkelerini ve sanatlarını en iyi şekilde temsil edecek filmleri seçmeye gayret ederken, bizde neden Batı’nın dezenformasyon dolu politik yorumları ile Türkiye’ye bakanlar seçiliyor?

Neden?

Önceki ve Sonraki Yazılar