UÇTU UÇTU EYLÜL UÇTU!

Bakalım önce gözlerinizde ve dudaklarınızda bir tatlı tebessüm belirtebilecek miyim?

Geliniz dört beş yaşlarına gidelim. Ben ebe, sizler oyuncu olun. Söylediklerimi onaylayanlar elini kaldırsın:

“Uçtu uçtu kuş uçtu.” “Uçtu uçtu karga uçtu.” “Uçtu uçtu uçak uçtu.” Her soruda benimle birlikte herkesin elleri havada.

“Uçtu uçtu Eylül uçtu” Eller alışkanlıkla havada. Çocuklar eylül uçar mı, uçmaz mı tartışa dursunlar.

Biz gelelim bugüne ve eylülün son gününe. Eyvah bir kuş gibi uçup gitti ömrümüzün bir eylülü.

Artık güneşli sabahlarda uyanmıyoruz. İşe gidecekleri uyandıran zil, giderek koyulaşan loş bir ortamda çalmaya başladı. Günler kısalmaya geçti. Şimdi, bir başka anlam kazanıyor ve duygu yüklüyor Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiiri:

“Günler kısaldı. Kanlıca'nın ihtiyarları

Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.”

Kollarını açmış hazan mevsimi bizlere “gel gel!” derken, şimdi kolları arasındayız. Ne kadar ayak direyip, “daha pastırma yazı var” tesellisine sarılsak da, sonbahar rüzgârlarının önünde savrulmamak elimizde değil.

En çok şiirin bahar ayları üzerine yazıldığını sanırsınız ama, eylül üzerine yazılanlar daha çok. Elden gidene karşı duyulan özlem, sonbahar yani “hazan”la birlikte şarkılaşan melankoli, yalnız Yahya Kemal’in değil, hemen hemen her şairin şiirlerinde kendini duyurmakta.

Elveda doyamadığım ve doyasıya yaşayamadığım yaz günleri. Elveda hazanın ilk ayı. Gayri, dallardan bir başka hışırtı yükselmekte. Ağaçtan ağaca yankılanmakta geceler boyu. Bale yumuşaklığı ile düşmekte yapraklar çimenlerin üzerine. Yeşil; yavaş yavaş sarı, kahverengi ve kırmızının tonlarına dönüşmekte.

Çürümüş yaprakların, nemli toprağın ve yağmur bulutlarının kokusu yayılacak; yeni baharlara gebe bırakmak için doğayı.

Mustafa Necati Karaer, “Eylül Sofrasında Aşk”ı anlatıyor:

“Yağmur bulutları gibi doluyum,

Sabret gülüm düşeceğim toprağına,

Rüzgârlar deliyse ben de deliyim,

Gönlümü koymuşum güz yaprağına

Sabret gülüm, düşeceğim toprağına.

Şarabımsın, ekmeğimsin, düşümsün

Geceler boyu sarhoşum,

Akşam üzerleri gülüşümsün.

Eylül sofrasında oturmuşum

Sarhoşum, sarhoşum, sarhoşum..

.........”

Sonbahar yalnız hüznün mevsimi değil. Dileklerin, umutların, özlemlerin odaklandığı bir mevsim. Anadolu insanının çok işi var sonbaharlarda. Üzümler toplanacak, pekmez kazanları kurulacak, erişteler kesilecek, kuskus çevrilecek, bulgur çekilecek. Dahası mı? Uzaktan uzağa davulun, zurnanın sesi duyulacak. Anadolu’da, sonbaharda alınacak ürünlerin bereketiyle kaç yangın yürek sulanacak. Düğün-dernekle kök salacak.

Musikimizden sonbaharı dışlayabilir miyiz. Hüzün ve melankoli duyguları, sonbahar motifleri ile yer almış. Anılarla dolu bir ruh derinliğinin tadını bu şarkılarda bulmaktayız:

“Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden,

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!”

Yahya Kemal’in şiirini, Selâhattin Pınar “bayatî” makamında bestelemiş.

Eylül, Mehmet Rauf’un romanını hatırlatır bana. Arthur Rımbaut “O tatlı eylül akşamları, yol kıyısına/ Çöküp kulak veriyorum yıldızların sesine” diyor. Yukarıda da söz ettim, bu yaz benim için ha var, ha yoktu. Geç geldi, göz açıp kapayıncaya kadar bitiverdi.” diyor.

Yahya Akengin’in “Eylül Kuşatması”nda, “Ben hatırlarım hep, hatırlamalı insan / Renklerin ilk rengini, rüzgarların ilk uğultusunu / Daima bir tutam eylül çıkar geçmiş zamanlardan / Sarışın bir hüzünle gülümser eylüllerin sonu....” diyor.

Evet eylül girdi yaşantımıza. Bunu ekim, kasım izleyecek. Uzun bir kış bizi bekliyor. Umarsız gideceğiz. Ancak, şairin dediği gibi, korkumuz; gidip de gelmemekten, gelip de görmemekten.

Önceki ve Sonraki Yazılar