
Ahmet Özdemir
EDREMİT’İN DEĞERLERİNDEN MUSTAFA SEYİT SUTÜVEN
Havasından, suyundan olsa gerek; mitolojide sözü edilen çağlar öncesinden günümüze kadar Edremit yöresi, dönemlerine damgasını vurmuş pek çok sanatçıya vücut vermiş. Başka bir yerde olsa, bu sanatçılar için günler yapılır, adlarına festivaller düzenlenir. Ne var ki, köyleriyle birlikte yerleşik yüz altmış bin kişinin, yaz aylarında, total olarak yüzlerce bin kişinin yaşadığı Edremit’te, Tıflı Paşa’dan, Gazi İne Bey’den, Sarıca Ahmet Paşa’dan, Akçaylıoğlu Mehmet Bey’den, Kazdağlı Salih Reis’ten sual etseniz sanırım yüzünüze anlamsız bakarlar. Daha yakın zamana gelip bir halk feylosofu Acayip Ağa’yı sorsanız bilmem hatırlayan ve anan olur mu? Cumhuriyet döneminden Mustafa Seyit Sutüven’den, Mehmet Çakırtaş’tan, Halil Soyuer’den, İsmail Habib Sevük’ten söz etseniz, başka başka sanat dallarına geçseniz örneğin Zeki Müren’e hocalık eden bir Şükrü Tunar’ı sorsanız kim bilir, kim tanır? Edremitli olmayıp, Edremit’in ekmeğini yemiş, suyunu içmişleri saysam, bir Ömer Bedrettin Uşaklı’yı ve onun Sarı Kız Mermerleri’ni sorsanız? Burada onlarca Edremitli abide şahsiyet sayabilirim. Edremit’in Efelerini kısa kısa yazabilsem bir kitap olur.
Eh! Görelim Mevlâ neyler? Hiç olmazsa Mehmet Çakırtaş’tan, Halil Soyuer’den, Şükrü Tunar’dan, Ömer Bedrettin’den, İsmail Habib Sevük’ten birer yazıda söz edebileceğimi sanıyorum.
Bu girizgahtan sonra, sözün gelişine Mustafa Seyit Sutüven’le başlayalım. Bakalım sözün gidişi bizi nerelere götürür.
Mustafa Seyit Sutüven 1908 yılında Edremit’te doğdu. Dedelerinin Ilgın yöresinden gelip Edremit’e yerleştiği sanılıyor. 1921 yılında Edremit Numune İptidaiyesi’ni (İlkokulunu) bitirdi. Ortaöğrenimini dışarıdan girdiği sınavlarla Balıkesir Lisesinde tamamladı. “Köylüler Pazarı” adlı Kırtasiye dükkânı açtı. Çeşitli ticari işlerle uğraştı. Şiirle ilgisini kesmedi. 1940-1941 yıllarında Servet-i Fünun, Uyanış, İnsan ve Yeni Ses dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ilgi gördü. Ancak, bundan sonra 1950 sonlarına değin sanat çevrelerinde pek görünmedi. 1957’den başlayarak Hisar, Türk Dili, Yeditepe, yeni Ses dergilerinde yeniden şiirleri yayınlandı. Şiirlerinde Yunan mitolojisini kullanımdaki ustalığı ve özgün lirizmi ile dönemin başarılı şairleri arasında yer aldı. Mustafa Seyit Sutüven 14 Ekim 1969 günü İzmir’de öldü. Şiirleri ölümünden sonra 1976 yılında “Bütün Şiirleri” adlı bir kitapta toplandı.
Mustafa Seyit Sutüven’in sanatı ile ilgili bilgi vermeden önce bir şiirini aktarayım:
“KUTUP YOLLARINDA
Birbirinde ateşli dört âşık
Bağdaş kurup
Çelik postlar üstüne
Ellerinde efsunlu kamçılar
Birer birer
Vızıldayıp gittiler
Leylâ’nın yolunda
Can veren Mecnûn
Bu kadar uzun
Bu kadar korkunç bir yolu
Düşünde görmemiştir
Çünkü bu değildir
Onun peşindeki kum tarlası
Diğer adıyla Sahrâ
Konuştuklarım
Her yanı adım adım
Binlerce kilometre buz çölü
Veya
Cehennem ateşi kadar
Keskin bir soğuk
Ve meçhullere gömülü
Şimâle gidiyorlar
Oradan
Karı yapmayı
Göğsünde keyif çatmayı
Düşünmedikleri sevgilinin
Oradan
Selâmetini kollayacaklar
Ancak o sevgiliye
Ve ancak o zaman
İkinci sıfırdan
Selâm yollayacaklar
Plânlarında dönüş olmayan yoldan
Bir gün dönecekler ihtimal
Kucakları hediyeyle dolu
Bir gün dönecekler ihtimal
Göğüslerinde karbonsuz havasıyla
Temiz
Lekesiz
Bembeyaz şimal”
Mustafa Seyit Sutüven, şiirin önceliğinin ahenk olduğuna inanıyordu. Şiir dilini bulabilmek için özel gayret gösterirdi. Bir yandan geleneği önemserken, diğer yandan yeni arayışlar içindeydi. Ahenk temini için çeşitli biçimleri ısrarla denerdi. Kafiyeye önem verirdi. Şiirlerinin çok azı kafiyesizdi.
Diyebiliriz ki, Mustafa Seyit Sutüven, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin az tanınan, fakat Türk dilini ince bir zevkin süzgecinden geçirerek kullandığı için geniş araştırılması gereken, bir şairdi. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, şairin Sutüven adlı şiirini çok âhenkli bulmuş, mısraları teşkil eden seslerin kafiyeleri de takviye ettiğini belirtmişti.
İşte “Sutüven” şiiri:
Bir kayadan duman duman
On yedi metre atlayan
Dağ kokusuyla yüklü su.
Boşluğa fırlayınca, saç
Düştüğü yerde üç kulaç
Mavi su, ak köpüklü su.
Şi'rin elindesin bugün
Eski masalların bütün
Canlanacak birer birer.
Akhalılar da bir zaman
Şair, ilâhe, kahraman,
Şi'rini burda içtiler.
Hepsi tapardı rengine,
Rastlamamıştı dengine,
Hiçbiri, mor Tesalya'da.
Öyle füsunludur bu yer
Şi'rine borçludur Homer
Çünkü senindir İlyada.
Eski, uzun zamanların,
Tığ gibi kahramanların
Türküsüdür sesin henüz.
Dağda hayat uyandıran
Taşları duygulandıran
Bir son ilâhesin henüz.
Afrodit olmadan ilâh
Dağdan inerdi her sabah
Elde gümüş hamam tası.
Burda çıkardı örtüden
Kimseye gösterilmeyen
Gerdanı, göğsü, kalçası.
Altına mavi mermerin,
Üstüne ak köpüklerin
Kurt gibi saldırırdı hep.
Kimseye belli etmeden,
Hırsla kucakladıkça sen,
Göğsünü kaldırırdı hep.
Burda Moğol, Yunan, Mısır,
Med, Roma, Türk, asır asır
Taptı döküldüğün yere.
Tanrıların konakları,
Orduların otakları
Burda ererdi göklere.
Söylediğim masal değil;
Atları, kahraman Aşil
Burda sulardı bir zaman.
Burda gezerdi Keykubat,
Burda keserdi Mihridat,
Burda içerdi Antuvan!
Göğse nasıl batarsa diş
Öyle derinden işlemiş
Taşlara Hektor'un izi.
Söyle, bugün niçin, neden
Bunca ilâhlığınla sen
Kulluğa almadın bizi?
Halbuki bir Yunan kadar,
Hüsnüne her tapan kadar
Tapmayı biz de anlarız.
Bizleri başka görme sen;
Hüsnü, Huda kadar seven
Gönlü temiz adamlarız.
Hepsini at da bir yana,
Bari o günlerin bana
Şi'rini söyle tatlı su.
Şi'rini, geldiğin yerin
Şi'rini, eski günlerin
Söyle, köpük kanatlı su!
Yarın da Mustafa Seyit’e soyad olan Sutüven Şelalesinin çevresindeki köylerden ve Hasan Boğuldu adının nasıl verildiğini acıklı öyküsüyle anlatacağım.