Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

EMPERYALİZME KARŞI OMUZ OMUZA

Deniz Gezmiş’le arkadaşmışlar, Mahir Çayan’la yoldaşmışlar, acayip solcu ve de Emperyalizme karşıymışlar. ABD Coni’lerine “GO HOME YANKİİİİ!” demişlermiş. Birçok arkadaşımız 50 küsur yıl önceki hatıralarıyla yaşıyorlar. Aralarında çok sevdiğim, saydığım dostlarım var. Ne yazık ki, aralarında tek tük mücadeleyi sürdürenler olmasına karşın çoğu HDPKK’ya ve soykırım tüccarlarına karşı çıkma cesaretine, gücüne, iradesine sahip değiller artık. Karşı çıkmayı bırakalım bari sessiz kalsalar. Onaylıyorlar. Kafa sallayanlar, boyun kıranlar var...

İsveç’ten örnek vererek anlatmaya çalışalım.

HDPKK VE SOYKIRIM YALANCILARI EL ELE

HDPKK’ya karşı olursanız, soykırım yalanlarına karşı ülkenizi, halkınızı savunursanız hemen faşist, ırkçı, devletin adamı, ajan damgası yersiniz. Karalamaların, küfürlerin, tehditlerin, saldırıların arkası kesilmez. Yalnız Türklere değil, kendilerinden olanlara daha beter saldırırlar. Onlara çanak tutarsanız sevilirsiniz, ödüllendirilirsiniz. O nedenle, çoğu siyasi mülteci olarak İsveç’e gelmiş, lafta solculuğu kimseye bırakmayan insanlardan bazıları, sözde devrimciliği sürdürüyor özde karşı devrimcilik yapıyor. Zamanında, “ABD defol!” “Kahrolsun ABD Emperyalizmi!” diyenlerden birçoğu ABD’nin PKK’yı kara gücü olarak görmesine alkış tutuyor. Etnikçi, ayrılıkçı, soykırım tellalı, Emperyalizm işbirlikçisi gruplara omuz veriyor.

HDPKK ve yandaşları, soykırımcılarla, Türk ve Türkiye düşmanlarıyla kol kola işbirliği yapıyor.

Bir de hiçbir bilgisi araştırması olmayan saf ve saha dışı bir kitle var. Bunlar, sanki olaylar bugün olmuş gibi salya sümük ağlayan merhamet dileyenlere daha çabuk kanıyorlar ve acıyorlar.

Bunlara bir fıkra anlatıyorum:

Ermeni Agop ile Yahudi Mişon çok iyi arkadaşlarmış. Birlikte yer içer, gezer tozarlarmış.

Bir gün gene karşılaşmışlar. Mişon, “Ooo Agop ne haber?” deyip Agop’un yanına gelmiş. Gelmesiyle Agop’tan okkalı bir tokat yemesi bir olmuş.

Mişon şaşırmış,

“Ne oluyorsun Agop, delirdin mi, niye bana vuruyorsun?”

“Siz Hz. İsa’yı öldürmüşsünüz”.

“Yahu o iki bin yıl önceydi”

“Olsun, ben dün akşam öğrendim”...

106 yıllık olaylar için ne kavgalar oluyor...

DOSTLARI DÜŞMAN ETTİLER

1990’lı yıllara dek Ermeni Süryani dostlarla hiçbir sorunumuz yoktu. Kardeş gibi olduğum arkadaşlarım vardı. Yıllarca Türk, Kürt, Süryani, Ermeni, Hıristiyan vatandaşların sorunlarını hem radyodan hem televizyondan duyurdum hem de gazetelere yazdım. Şimdi konuşamaz haldeyiz. Parlamentoların, belediyelerin “soykırım” kararı alma girişimlerini doğru bulmadığım için birden bana da düşman kesildi profesyonel soykırım tüccarları. Sevdiğim dostları da etkilediler.

Örnek: Sevgili arkadaşım Yusuf Haddaoğlu ile 1971 yılında tanıştık. Mardin Midyatlı devrimci Süryani arkadaşım. Viyana’da aynı evde kaldık, en yoksul günleri paylaştık. Ben İsveç’e göçtüğümde dostluğumuz sürdü. 1978’de Aydınlık Gazetesi günlük olunca Viyana muhabiri oldu. Ben de Stockholm muhabiriydim. Eskiler onu Sovyet işgalinin 10. Yıldönümünde röportaj yapmak için gittiği Çekoslovakya’da tutuklanan ve Dünyanın tepkisiyle serbest bırakılan gazeteci olarak hatırlayacaklardır. Ne yazık ki kaybettim bu dostumu. Ölmeden önceki son görüşmemizden birinde, söz nasıl oraya geldiyse “senin deden benim dedemi öldürdü” deyiverdi. “Yahu benim dedem kimseyi öldürmedi” diye şakaya vurmaya çalıştıysam da o ciddi olarak soykırım yaptığımızı iddia etti. Oysa o zamana dek Emperyalizmin oyunlarından bahsederdi. Dostluğumuz ölünceye dek sürdü ama ne yazık ki tadı kaçtı. Böyle pekçok Ermeni, Süryani devrimci arkadaşımız var. Modaya uyup soykırım tüccarlarının şişirmesiyle yön değiştirdiler. Konuşamaz hale geldik.

DEMESE İYİYDİ AMA

Bazı aklı başında dostlar da Biden’in “soykırım” sözcüğü kullanmasına üzülmüş görünüyor ama bunun sebebini, muhalefet başta olsa Biden lafını sakınacakmış gibi, Türkiye iktidarında arıyor. Sanki soykırım yalanını Türkiye’de şimdiki iktidar uydurmuş... Oysa Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra gelen ve Emperyalizme ödün veren tüm iktidarlar paylaşıyor Emperyalizmin bu yalanının yayılmasının engellenememesi günahını. Hatta meselenin kökünü taa 1800’lü yıllardan, Emperyalizmin Osmanlı üzerindeki planlarından başlayarak aramak gerekiyor.

Bazıları hâlâ devleti suçluyor, “devletin vatandaşlarına reva gördüğü felaket” diyor.

Ermenilere felaketi devlet mi yaşatmıştır yoksa Emperyalizm ve işbirlikçileri mi? Devlet Ermeni çetelerin Rus, İngiliz, Fransız hizmetinde orduyu, milleti arkadan vurmasına sessiz mi kalmalıydı? İhanet suç değil midir? Devlet vatandaşlarının güvenini sağlamak için yurttaşlarını savaşa da sokar, savaş bölgesinden ülkenin daha sakin bölgelerine de göç ettirebilir. Bir tehcir olayı ve karşılıklı öldürmeler vardır.

“1915 olaylarının “soykırım olarak kabul edilip tarihimizle yüzleşmemizi isteyenler olduğu gibi, en ağır tanımlamaları hak eden bir kırım olduğunu ama bunların hukuki sonuçlar yaratacak şekilde “soykırım” olarak nitelendirilemeyeceğini düşünenler de var.

Oysa yanıt açıktır 1915 olayları “mukatele” yani “Karşılıklı birbirini öldürme, vuruşma, savaş” tır. “Soykırım” ya da daha başka ağır tanımları hak etmez.

Soykırım tüccarlarının İsveç’teki en büyük destekçilerinden birisi Uluslararası Hukuk Profesörü Ove Brink idi. Kim sorsa hemen “1915 olayları Ermenilere, Süryanilere, Asurlara, Keldanilere, Pontus Rumlarına ve diğerlerine uygulanan bir soykırımdır” derdi. Perinçek – İsviçre davası sonucu önemliydi ve onu da etkilemişti. Yalpalıyordu. Kendisine karar konusundaki düşüncesini sormuştum. “Bugün olsaydı soykırım olurdu” demeyi yeğlemişti. Yanıt bana saçma gelmişti... Kendisine meşhur sözümüzle yanıt vermiştim: “Halamın sakalları olsa amcam olurdu ama yok”

AĞLAYAN TÜRK ÖĞRENCİLER

Bir de “Ermeni vatandaşlarımızın Biden açıklamasının yarattığı gerginlikten zarar görmelerine engel olmamız, onları küçük düşürücü, ötekileştirişi söylemleri günlük dilimizden söküp atmamız ve merhum Hrant Dink’in ifade ettiği gibi, içine hapsoldukları güvercin ürkekliğinden kurtarmamız” gerektiğini söyleyenler var.

İsveç’te düşmanlıklar zamanın başbakanı Göran Persson’un Levande Historia (Yaşayan Tarih) isimli bir fesat yuvası kurmasıyla başlamış, üç beş soykırım tüccarının sistemli bir şekilde Türkiye ve Türk düşmanlığı çalışmalarıyla çığrından çıkmıştır. Bugün artık anaokullarından üniversitelere kadar okullarda bu düşmanlık körüklenmektedir. Zarar gören de Ermeniler ya da diğerleri değil Türklerdir. Özellikle de çocuklar.

Bir örnek:

Bir kadın arkadaşımız Şeker Bayramı’nda baklava yapmış, paketlere koymuş ve ilkokuldaki minik kızının arkadaşlarına, evlerine götürüp aileleriyle yemeleri için hediye vermiş. Ertesi gün kızı ağlayarak paketi geri getirmiş. Sebep: Ermeni olan arkadaşının ailesi “onlar bizim dedelerimizi, ninelerimizi öldürdüler” diyerek baklava paketini açmadan geri göndermiş. Anne bu işe çok üzülmüş kızmış ama elden ne gelir?

HRANT DİNK İSTİSMARI

Merhum Hrant Dink’in ifade ettiği gibi, içine hapsoldukları güvercin ürkekliğinden kurtarmak için çocuklarımızı nasıl koruyacağız acaba? Bırakın çocukları biz yetişkinlere bile durduk yerde bu konudaki fikrimizi soruyorlar, yanıt hoşlarına gitmezse bıyık altından gülüyorlar ya da açıkça kızıyorlar. “Bütün Dünya parlamentoları soykırım yaptığını kabul etti sen neden kabul etmiyorsun?” diye bastırmaya çalışıyorlar. Ben de yanıtlıyorum:

“Milyarlarca Hıristiyan İsa Peygamberin Tanrı ile bakire Meryem’in oğlu olduğuna inanıyor ben ise İsa’nın ölümsüz ilahi bir güç ile ölümlü bakire bir kızın çocuğu olduğuna inanmıyorum. Bence İsa, Meryem kadın ile Marangoz Yusuf’un oğludur” ...

Merhum Hrant Dink, yaşasaydı Biden’e ne derdi? Yaşarken yabancıların işimize karışmasına karşı çıkmıyor muydu? En çok da ABD emperyalizmine yüz verilmemesini istemiyor muydu?

Biz, “yüzleşmek” adı altında geçmişle boğuşmak yerine gelecek için mücadele etmek durumundayız. Bağımsızlık, demokrasi, refah mücadelesi HDPKK’ya, soykırım tüccarlarına arka çıkarak, ödün vererek olmaz. Yurtdışında ülke çıkarları böyle savunulmaz.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ

Kurtuluş Savaşı öncesi mecliste, hükümette, memurluklarda, büyükelçiliklerde, Hıristiyan yurttaşlar vardı, Kurtuluş Savaşına katılanlar, destek verenler vardı, Kurtuluş Savaşı sonrası da çeşitli kademelerde görev aldılar.

Artık “Yurtta Barış, Dünyada Barış” geçerliydi. Yaralar sarılıyor, ulusumuz etnik köken, din, mezhep demeden yurttaşlık temelinde kenetleniyor el ele, kol kola, omuz omuza Kemalist Devrim ile ülkeyi inşa ediyordu.

1915’e takılıp kalmak yerine, şimdi gene en geniş yurtsever birleşik cepheyi kurabilmeli ve Kemalist devrimi tamamlamak için el ele, kol kola, omuz omuza yürüyebilmeliyiz.

Sloganlarımız bugün de, “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!” ve “YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE!” olmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar