ALTTA KALANIN CANI ÇIKSIN!

Kovid-19 salgını iyice çığırından çıktı. Bir yıldır salgın hastalık baskısından, geçim derdinden, işsizlikten bunaldık, hata tükendik.

Kovid yüzünden, tedbirsiz davranmamız yüzünden neredeyse günde üç yüz insanımız ölüyor. Yani her biri elli yolcu taşıyan altı şehirlerarası otobüs dolusu insanımız her gün ölüyor.

Peki sebebi nedir?

Öncelikle çoğumuzun yetkililerin ikazlarına uymaması,

Bazı etkili ve yetkililerimizin kendi covit ikazlarına kendilerinin de inanmadığını gösterir gibi lebalep dolu faaliyetler düzenlemesidir.

Sokaklarımız lebalep.

Ölüyoruz lebalep.

Çilemiz lebalep.

Enflasyon lebalep.

Fiyat artışları lebalep.

Ücret artışları tosbağa hızında.

Azıcık yüzümüz gülsün, azıcık mutlu olalım desek, mutlu olmak için sebepler arasak, ara ki sebep bulasın.

Gerçekten hayat zor.

Her şeyin çivisi çıktı.

Geçenlerde sosyal medyaya Çaykur’un iki yüz geçici çay eksperi ile üçyüz geçici işçisi alımının nasıl yapıldığını gösteren bir video düştü.

Rezilliğin ulaştığı seviye, insanın yaşama sevincini elinden alıyor.

Çaykur’da çalışmak için belli ki yüzlerce iş başvurusunda bulunmuş. Güya işin nasıl adil yapıldığını göstermek üzere oryaya şeffaf bir sandık konmuş. Müracaat edenlerin isimleri de kağıtlara yazılıp sandığa atılmış.

Bunun anlamı işe alınacakların kura ile belirleneceğidir değil mi?

Buraya kadar her şey gayet güzel.

Lakin kurayı çekmek için bula bula aymaz bir adamı bulmuşlar. Adam, her kuradan sonra çıkan ismi yanında getirdiği listeden kontrol ediyor. Eğer çıkan isim listedeyse ismi okuyor, ama değilse okumuyor.

Bu resmen hırsızlıktır, düzenbazlıktır, sahtekarlıktır. Adam kayırımcılığın nirvanasıdır.

Kurayı çeken cazgır, kafasına göre hareket etmeyeceğine göre, bu adama böyle davranması için talimat veren veya verenler kimlerdir? Torpil listesini hazırlayanlar kimlerdir?

Devletin tarafsızlığı nerede kalmıştır?

Savcılar kura sahtekarlığı hakkında işlem başlatmış mıdır?

Hepimizin hissettiği gibi Türkiye’de ekonomik bakımdan yaşamak, gerçekten gün geçtikçe zorlaşıyor.

İşsizliğin girdabındaki milyonlarca insan, sokaklarda avare avare dolaşıyor.

İş yok iş.

Ay sonunu nasıl getiririz?” endişesi bütün ebeveynlerin ruh sağlığını bozar oldu. Bir ailenin elektrik, su, doğalgaz ve telefon giderleri zaten başlı başına ağır vergi değil mi? Eğer evi de kiraysa, okula giden çocukları da varsa, Allah o bir maaşla, asgari ücretle geçinen ailelerle yardım etsin. Çünkü işimiz artık Allah’a kaldı.

Okullar ayrı bir dert. Hasbelkader yeter geliri olan ailelerden olup da devlet okullarından umudunu kesenler, özel okulların eline düşüyor. Bu çocukların üniversiteyi bitirene kadar ana okulu da dahil on altı, on yedi sene okula gideceğini hesaplanırsa işin vahameti de ortaya çıkıyor.

Ağır ekonomik şartlar altında ezilen insanlarımızın kaliteli bir yaşam sürmesi, geleceğe umutla bakması mümkün olabilir mi?

Ailede huzur olur mu?

Sağlıklı bireyler yetişebilir mi?

Böylesine çileli hayatı gören gençlerimiz evlilik sorumluluğunu yüklenir mi?

Evlenmeyen insan sayısı neden artıyor sanıyorsunuz?

Görüldüğü üzere her şey paraya, ekonomiye dayanıyor.

Temel gıda ürünlerindeki, günlük ihtiyaçlarındaki fiyat artışları, aldı başını gidiyor.

Ülke ekonomisindeki istikrasızlık ve pandemi, market fiyatlarını çıldırtmış durumda.

Alış verişi eşimle birlikte yapıyoruz. Bir poşet market ürünü en ucuzundan yetmiş seksen lira. Haftalık temel gıda giderleri dört yüz beş yüz lirayı geçti. Ve biz emekliyiz ve sadece iki kişi yaşıyoruz.

Okutacak ve evlendirecek çocuğu kalmamış şanslı anne babalarız.

İyi de, genç anne baba olanlar ne olacak? Çocuklarımızın torunlarımız geleceği nasıl olacak?

Çocuklarınız harçlık istiyor vermiyorsunuz, üst baş istiyor alamıyorsunuz. Torunlarınıza bir şeyler almak veya harçlık vermek istiyorsunuz ama paranız yok.

Gerçek olan şu ki; Türkiye’de hem çok ciddi ekonomik sıkıntı var, hem de aşırı derecede gelir dağılımında eşitsizlik var.

Krizler önce bireylerin psikolojisini olumsuz yönde etkilerken, Toplumun temeli olan aile kurumu, umutsuzluğun ve çaresizliğin sebep olduğu çöküntünün altında inliyor.

Aile kurumu mutsuz ve çaresiz toplumlar geleceğe umutla bakabilir mi?

Ama gel gelelim bu çöküntü kimin umurunda ki?

Televizyonlarda, gazetelerde; ekonomiyle, sağlıkla, aileyle, bireyle ilgili parlak parlak laf edenlerin çoğunun tuzu kuru.

Karnı tok, sırtı pek olanlardan halkın, yoksulun, düşkünün sıkıntılara çare bulmasını umuyor ve bekliyoruz.

Son zamanlarda TBMM çatısı atındaki kimi siyasetçilerin ısrarla aldığımız maaşı hak etmeye çalışıyoruz sözlerine duyuyoruz. Bu sözleri duyunca dehşete kapılıyorum. Milletin, dertlerine çare olsun diye meclise gönderdiğimiz milletvekili, milletvekilliğini işi olarak görüp aldığı paranın hesabını yaparak çalışmasını vicdanını rahatlatmak üzere yapıyorsa, derhal milletvekilliğini bırakmalıdır.

Ne demek aldığımız maaşı hak etmek?

Böyle bir sözü bile millete saygısızlıktır.

Sizi oraya geçiminizi sağlamak üzere seçilmediniz. Sizden milletvekilliğini vatan görevi idraki ile yapmanızı bekliyoruz.

Ama kazın ayağının böyle olmadığını bildiğimden aldığımız maaşı hak etmeye çalışıyoruz diyene de bir şey diyemiyorum. Çünkü onun milletvekili olmasına karar veren, seçilir sıradan listeye alan seçmenleri değildir.

Bunu söyleyen milletvekilleri her halde özgürlüğü, özgürce hak savunmayı bilmediğinden, aldığı maaşı hak etmenin peşine düşüyorlar olsa gerek.

Çünkü Türkiye’de hayat, geçim dünyasına dönüşmüş durumda.

Gemisini yürütenin kaptan,

Torpili olanın her işi tamam olduğuna göre;

Altta kalanın canı çıksın.

Önceki ve Sonraki Yazılar