Prof. Dr. Ünal: Müslümanlar cehalet ve hamakatten nasıl kurtulur?

Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal, Denizli gazetesinde, Müslümanların en önemli tartışma konusu hakkında görüşlerini yazdı.

Prof. Dr. Ünal: Müslümanlar cehalet ve hamakatten nasıl kurtulur?

Harda bir [yobaz] görürem, gorhuram”, Sabir

Adamın biri bana mail atıyor ve diyor ki;

Bilmiyoruz, dikkatinizi çekti mi? Osmanlıda, başta padişah olmak üzere, vezirler, askeriye, medreseler, esnaf olmak üzere halk, dağdaki çobana kadar, toplumun büyük kesimi, mutlaka bir veli-mürşide tâbi' olarak yani, tasavvufî sistemle yaşamışlardır. Bunun nedeni, tasavvuftaki manevi eğitimin, her insanın olgun (kamil) olmasını sağlamasıdır. Bu da, her insanın bulunduğu yerde görevini, en üst seviyede yapmasına neden oluyor. Yani başka bir deyişle, tasavvufî hayatı yaşayan insan, Allah'a bağlandığı için, hep işlerini, Allah'ın istediği şekilde, mükemmel yapma becerisi kazanıyor. Yani yönetimde hep Allah oluyor. Mesela padişah, problemler karşısında nasıl hareket etmesi gerektiğini, mürşidine (lalasına) soruyor, onun Allah'tan aldığı bilgiye göre hareket ediyor. (Fatih Sultan Mehmed Han'ın, İstanbul'un fethi sırasında mürşidiyle arasındaki yaşananlar, örnektir.)

Eğer günümüz Türkiye'sinin, çözülemeyen problemleri varsa, bunun esas nedeni, Osmanlı'nın bu yönünü örnek almamasıdır. Ne yazık ki günümüz genelinde (%95) islamî anlayış, 5 şarta indirgenmiş, insana gereken faydayı sağlamayan durumdadır. Bir an önce tasavvufî yaşantıya geçilmesi gerekiyor, kişisel ve toplumsal problemlerimizin çözümüne ulaşmamız için.

Ve devam ediyor,

İnşaallah anlatabilmişizdir. Eğer konunun açıklanması gereken bir yeri varsa, âmâdeyizdir. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Bir de EK yazıyor:

EK İslam, tâbiiyyet ile yaşanabilir. Sahabe, Peygamberimize (SAV), Tâbiîne, Sahabeye, Tebe-i Tâbiîn, Tâbiîne ittiba' ile islamı yaşamışlar,Kur'an'ı hayatlarına tatbik etmişler (kütüphaneler dolusu kitaplar okuyarak değil). Bu sistem, günümüze kadar tasavvufî uygulama şeklinde gelmiş. Tarihimizde en yakın örnek ceddimiz Osmanlı. Onlar padişahtan dağdaki çobana kadar, toplumun büyük kesimi, mutlaka bir veli-mürşide tâbi' olarak yaşamışlardır. (Tarikatlar, bazı uygulamalardaki değişiklikler nedeniyle ayrı isimlerle anılan, tasavvuf kollarıdır. Eğer iblis tarafından kurulmamışlarsa hakikidir.)”

Şimdi buradaki cehalet ve hamakati nasıl açıklayalım? Müslüman bu kadar echel olmak zorunda mıdır? Adam tarihi bilmiyor, Osmanlı tarihini hiç bilmiyor. İslâmiyetten de tasavvuftan da bihaber. Ama bana akıl veriyor ve gerekirse açıklama yapmaya da hazır! Hani şair diyor ya:

Kesb etmeyince bu denlü cehl olmaz/Cehlin ol mertebesi sehl olmaz”.

Dağdaki çobandan padişahına kadar bütün Osmanlılar mutlaka bir veli-mürşide tâbi yaşamadılar. Evet, padişahlar tasavvuf erbabına müsamahakâr davrandılar, hatta içlerinden bazıları ehl-i tarik idi ama gerektiğinde bazı şeyhleri asmaktan da geri kalmadılar. Ayrıca toplumun kahir ekseriyetinin de tasavvufla alakası yoktu.

Fatih İstanbul’u feth edebilmek için 150 bin kişilik bir ordu kuruyor, Rumeli hisarını yaptırıyor, devasa toplar döktürüyor, donanma inşa ediyor, gemileri karadan yürütüyor. Ondan sonra Akşemseddin’in duasını alıyor. Hatta İstanbul’u bizim duamızla aldın diyen bir softaya, “hoca bu kılıcın hakkını unutma”, diyor.

Mesela III. Murad Manisa’da şehzade iken kendisinin yakında padişah olacağını söyleyen asıl işi sarayın bahçesinde bahçıvanlık olan bir adamı kendisine şeyh yaptı. Padişah olunca onu İstanbul’a getirtti ve bir dediğini iki etmedi. Şeyh de bunu istismar etti; zengin oldu, kendi adamlarını devlet kademesine doldurdu. Meraklısı bulup okur, III. Murad’ın şeyhine yazdığı mektuplar, Kitabü’l-Menamat adı altında yayınlandı.

Kur’anı hayatlarına tatbik etmişler, (kütüphaneler dolusu kitaplar okuyarak değil)”. Yani kütüphaneler dolusu kitaba ihtiyaç yok! Biz hayatımızı heder etmişiz! Hâlâ kitap alıp okuyoruz.

Günümüz Türkiyesi’nin çözülemeyen problemlerini sebebi Osmanlı’nın bu yönünün örnek alınmaması imiş! Tasavvufî yaşantıya geçersek problemler çözülecek! Tasavvuf tek çözümse ve dağdaki çobandan padişahına kadar herkes ehl-i tasavvuf olduğuna göre Osmanlı niye battı?

Yahya Kemal tam tersini söylüyor: “Eline def alan ene’l-hak dedi çıktı” ondan battık diyor.

Kur’an akıl sahiplerine hitap ediyor ve sık sık “hiç düşünmüyor musunuz?” diyor. Yani düşünmeye, tefekkür etmeye çağırıyor. “Dağlara, denizlere, yıldızlara bak” diyor. Uluğ Bey herhalde bu emri dinleyerek rasathane kurmuştu. Ali Kuşçu orada yetişti. Fatih Ali Kuşçu’yu Semerkant’tan İstanbul’a getirtti. Takiyüddin Efendi de 16. yüzyılda rasathane kurmuştu ama yobazlar yüzünden top ateşine tutularak yıktırıldı. Ondan sonra da din taassuba dönüştü, meydan yobazlara kaldı.

17. yüzyıl Kadızadeliler çağıdır. Her yeniliği bid’at dediler ve yasaklanmasını istediler. Nelerdi bunlar hatırlayalım:

1-Akla dayanan ilimlerin meşru olup olmadığı,

2-Hızır Aleyhisselam’ın hayatta olup olmadığı,

3-Ezanın, Kuran’ın ve Mevlid’in makamla okunup okunamayacağı,

4-Sema ve devranın caiz olup olmadığı,

5-Tasliye (Hz. Muhammed’e salâvat) ve tarziye (sahabeye Radiyallahu anh demek)’nin caiz olup olmadığı,

6-Tütün ve kahve gibi sonradan ortaya çıkan şeyleri içmenin caiz olup olmadığı,

7-Hz. Muhammed’in ebeveyninin imanla ölüp ölmediği,

8-Firavunun imanının caiz olup olmadığı,

9-İbn-i Arabî’nin kâfir sayılıp sayılmayacağı,

10-Yezid’e lanet edilip edilemeyeceği,

11-Bid’atlerin (Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan örf ve âdetlerin) terkinin şart olup olmadığı,

12-Kabir ve türbe ziyaretlerinin caiz olup olmadığı,

13-Regaib, Kadir ve Berat gibi gecelerde cemaatle namaz kılınıp kılınamayacağı,

14-Büyüklerin el ve eteklerinin öpülmesinin ve selam verirken eğilmenin doğru olup olmadığı,

15-Emr-i maruf ve nehy-i ani’l münker (iyiliği emr edip kötülükten men etmek) meselesi,

16-Rüşvet almanın caiz olup olmadığı, meselesi

İşte Osmanlı 17. yüzyılda bunlarla uğraştı. Batı’da bilim adamları Kilise’nin taassubu ve skolastik zihniyetine karşı mücadele ederken bizdeki mollalar Firavun’un imanını tartışıyorlardı! Avrupa’da Newton, Bacon, Galile, Decart ilh… bilim adamları çağıydı. Onlardan haberimiz bile yoktu. Bir tek Kâtip Çelebi bilim adamı yetişmediğinden yakınıyordu.

EK’teki parantez içerisindeki son cümleye dikkat edin; “Eğer iblis tarafından kurulmamışlarsa hakikidir”. Nereden bileceğiz? O kadar çok iblis var ki aralarında, kimi müridlerine tecavüz ediyor, kimi kız çocuklarını istismar ediyor, kimi kendi adamlarını devlet kademesine yerleştirmekle meşgul. En makul görüneni yanmaz kefen ve nalın satıyor.

Kur’an’ı hayata tatbik etmek bilim yapmakla mümkündür. Çünkü Kur’an bilimi her Müslümana farz kılıyor. Tasavvufun farz olduğuna dair tek bir âyet yok.