Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

HÜKMEN GALİP GELME KÜLTÜRÜ

Ülkemiz ne yazık ki, büyük kirlenmeler, bozulmalara maruz kaldı. En önemlisi de insani değerler alanında gerçekleşen erozyondur.

Toplum-kültürel erozyonun en uç göstergelerinden birisi ise, tepeden aşağı kılcal damarlarımıza kadar sirayet etmiş olan hükmen galip gelme alışkanlığıdır.

Nedir, hükmen galip gelme kültürü?

Yorulmadan, emek vermeden, hak etmeden para kazanmak, makam-mevki sahibi olmak, imtiyaz kazanmak kültürüdür, bu.

Temel taktiği ise, rakibi alt etmeye dayanır!

Diyelim ki, bir lokanta işletmesi var. İşini iyi yapacak, lezzetli yemekler çıkaracak ve bunu da aynı zamanda ödenebilecek ölçülerde fiyatlandıracak ve müşteri kazanacak...

Hayır, hükmen galip kültürüne sahip birisi bu yoldan gitmez. Bu yoldan giderse, zarar ve hatta iflas edeceğini öne sürecektir!

Onun kazanma yöntemine göre, rakibi olabilecek lokantaların işi bırakması gerekir!

O halde, rakip lokantalar devlet kurumlarına ihbar edilecektir, müşterinin oradan kaçması için türlü tuzaklar kurulacaktır, dedikodular yayılacaktır vs.

Diyelim ki, iki profesör de aynı fakülteyi yönetmeye aday oldular. Alanlarında başarı, uluslararası onaylı çalışmalar, yönetim/yönetişim deneyimi, vs? Geçiniz bunları!

Profesörler birbirleri hakkında akla hayale gelmedik dedikodular uydururlar ve bunların karar makamına ulaşması için yoğun çaba gösterirler!

Gayrı-meşru ilişkilerden intihale, FETÖ bağlantısından yolsuzluk iddialarına kadar insan aklının düşünebileceği her şeyin rakip profesör hakkında söylendiğine şaşırarak tanık olursunuz!

Rakibin havlu attığı an, zaferin ilan edildiği andır!

Beceri, donanım ve deneyim ile değil, hükmen galip gelinir!

Rakibi bertaraf ederek kazanma yöntemi, öncelikle ahlaki erozyonun zirve noktasıdır. Çünkü, toplumun başarı/ödül bağlamında algıladığı, sonuç olarak hak edenin değil, “işini yürütenin” galip geldiğidir.

Dolayısıyla, toplumda para kazanmak, makam sahibi olmak gibi özelliklerin hüner, donanım ve deneyim alanına ait değerler tarafından belirlenmediği kanaati yaygınlaşır.

Böylece, toplumun edilgen, yönetilen kesimlerinde toplumsal meşruiyete dair güvensizlik oluşur.

Bu yöntemin yarattığı zihinsel deformasyon ise, bilginin, becerinin, deneyimin, donanımın önemsenmemesi olarak ortaya çıkar.

Hayata yeni atılan bir genç olarak bu fotoğrafa bakıp, gelecekle ilgili hayal kurmak, umut büyütmek mümkün mü?

Böyle bir fotoğrafı gördüğünde, örneğin yurtdışında eğitim almış ve ülkesine, halkına hizmet etmek isteyen bir akademisyeni ikna etmek mümkün mü?

Kafasına yer etmiş bu fotoğrafla, bir girişimcinin ürettiğine güvenerek risk alması mümkün mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “fikri iktidar”ı kazanamadıklarından şikayet ediyordu, hatırlarsanız...

Hükmen galiplerin yetkiyi elinde tuttuğu bir ülkede fikri iktidar diye bir şey olabilir mi? 

Bence, Cumhurbaşkanı öncelikle bu soru üzerine düşünmelidir.

Fikri iktidarı kurabilmek için, yetki verdiklerinizin bir fikri olması gerekir!

Ya da, başka bir deyişle; her alanda yönetim, fikri olanlara teslim edildiğinde, fikri iktidar da sağlanmış olur!

Soralım; bilim, ekonomi, kültür alanlarında yetkiyi elinde tutanların bir fikri var mı?

Bilim alanında örneğin; ne zaman ülkemiz üniversitelerini dünyanın en iyi ilk 500/100/50 üniversitesi arasına sokacağız?

Ekonomi alanında örneğin; dış ticaret açığını pozitife çevireceğimiz üretim ve pazarlama planımızda öngörülen tarih nedir?

Milli kültürün galebe çalacağı ve dünyada da saygınlık kazanacağı hamleleri ne zaman göreceğiz?

Ben size söyleyeyim: hükmen galiplerin yetkilerini ellerinden alıp, işi ehline vermeye başladığımız zaman!

Önceki ve Sonraki Yazılar