Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

TÜRKİYE KOVİD-19 VİRÜSÜNÜ YENEBİLİR Mİ?

Özbek sinemasının kurucusu Kamil Yarmatov’un 1957 yılında, Ferganalı Satim Uluğzade’nın senaryosundan çektiği İbn Sina filminde bir sahne var.

Buhara’da veba yayılmışken ve herkes şehirden kaçarken, İbn Sina kente gelir ve Orta Asya’nın en önemli uygarlık merkezlerinden birisi olan Harezmli El Birunî ile görüşmek ister. Karşılaştıklarında selamlaşmak için ilk şartını söyler:

Selamlaşmadan önce, bize temiz elbiseler ve sirkeli su getirin!

El Birunî’nin selamlaşmadan önce şart koşulan bu ritüelin hangi ülkenin adeti olduğunu sorması üzerine, İbn Sina tarihe geçecek sözünü söyler:

Bu adet, veba bulaşan her ülkenin adeti olmalıdır!

İbn Sina, El Birunî ile karşılaşmasında, veba ile mücadelenin ilk şartının ise, insanların veba korkusundan kurtarılması olduğunu belirtir!

1000 YIL ÖNCE TÜRKLERİN BİLDİĞİ YÖNTEM!

İbn Sina’nın Buharalılara bulaşıcı bir hastalık olan vebayla mücadele etmek için önerdiği yöntem, Türklerin çok daha önce de bildikleri bir yöntemdi. Büyük hekim İbn Sina’dan 100 yıl önce yaşayan Er-Râzî de bulaşıcı hastalıkların nitelikleri ve mücadele yöntemlerini kayda geçirmişti.

Fergana-Harezm bölgelerinin uygarlık birikimi Moğol saldırıları ile tahrip edilince, bu bölgedeki bilginlerin büyük bir bölümü batıya doğru kaçtı. Çok azı ise, doğuya, Karahanlıların hakimiyet bölgesine geçti.

Anadolu’ya gelen Türklerin en başından beri, örneğin en yaygın bulaşıcı hastalıklardan birisi olan çiçek hastalığına karşı sadece izolasyon/karantina ve temizlik/hijyen gibi mücadele yöntemlerini değil, aynı zamanda korunma yöntemi olarak aşılamayı da bildiklerini öğreniyoruz.

TÜRKİYE NEDEN BAŞARILI?

İbn Sina’dan tam bin yıl sonra, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ne yazık ki, Anadolu yine salgın hastalıklar pençesinde, acınacak bir durumdaydı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aynı zamanda bir medeniyet projesi olduğunun en somut kanıtlarından birisi, kuruluşundan itibaren, Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın önderliğinde ülke olarak salgın hastalıklara savaş ilan edilmiş olmasıdır.

Cumhuriyet’in daha başında, 1924 yılında Hıfzısıhha kurumu oluşturuldu ve trahom, sıtma, verem, çiçek, kuduz, kancalı kurt, firengi, cüzam, şark çıbanı, tifüs gibi, Anadolu’yu kasıp kavuran ve yüzlerce yıl Osmanlı devletinin çaresiz kaldığı salgın hastalıkların kökünü kazımak için uzun süreli, sabırlı ve çok çetin bir mücadele verildi.

Refik Saydam, Nuri Fehmi Ayberk, Behçet Uz, Tevfik Sağlam, Hulusi Behçet ve daha nice isimsiz kahramanlar salgın hastalıkların pençesinde kıvranan Anadolu’nun kaderini değiştirdiler.

Adıyaman’ın ‘körler şehri’ olduğunu şimdi kaç kişi hatırlar? Adana, Gaziantep, Elazığ, Malatya, Kırşehir, Trabzon, Denizli, Tekirdağ... 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde, şehirlerimizde salgın hastalıklara karşı çok başarılı mücadeleler verildi. Salgın hastalıklarla mücadele konusunda dünyanın en zengin deneyimlerine sahip olduğumuzu iddia edebiliriz.

KİM KORKAR, KOVİD-19’DAN?

Gerçekten de, İbn Sina’nın 1000 yıl önce Buharalılara söylediği gibi, bulaşıcı hastalığın en büyük yardımcısı korkudur! Hastalıktan korkmak demek, hastalığa daha baştan teslim olmak demektir.

Bütün toplum, Kovid-19 ile mücadele ederken, toplumsal histeriyi ve korkuyu büyütecek açıklamaları ve yorumları, bu açıdan değerlendirmek de gerekiyor. Çünkü, bilerek veya bilmeyerek hedef alınan toplumun mücadele azmidir.

Öncelikle, Kovid-19 virüsü ne kadar tehlikeli olursa olsun, onu yenebilecek gücümüzün ve birikimimizin olduğunu bilmemiz gerekir. Kovid-19 virüsünün bizi teslim alması, ancak bizde yaratacağı korku ile mümkündür.

DOĞANIN DENGESİNDE VİRÜSLERİN YERİ

İkinci olarak, anlamamız gereken konu şudur; milyonlarca yıldır virüslerle birlikte yaşıyoruz! Virüs doğanın bir parçasıdır. Üstelik, daha da önemlisi, bugüne kadar virüsleri yok edecek bir madde veya teknoloji de üretilmemiştir!

Yapılan şey, virüslerin insana zarar vermesini önlemekten ibarettir!

Yani, yapılması gereken, öncelikle virüsün izole edilmesidir. İkinci aşama ise, aşılamadır.

İBN SİNA’DAN NASIL ÖĞRENİRİZ?

İbn Sina, bize elbette karantina ve hijyeni öğretti. Ama, asıl öğrettiği bulaşıcı hastalıklarla nasıl mücadele edileceğidir.

Kitlesel yaygınlaşan ve kırımlara yol açan her durumda olduğu gibi, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede de, esas olan, toplumun bu mücadeleye katılımıdır.

Kovid-19'a karşı başarılı olmanın en önemli şartı, mücadeleye toplumun katılımını sağlamaktır.

Batı devletlerinin zaafı tam da bu noktadadır. Çünkü, burjuva devrimlerinin sonunda kurulan modern devletler halkın katılımını öngören çalışmalardan uzak durdular ve tam tersine, bireyselleşmeyi önerdiler. Devletin varlığını sürdürebilmesinin ön koşulu olarak mobilizasyonu, imeceyi engellediler. Bu şekilde, birkaç yüz yıl içerisinde övünerek felsefesini dahi ürettiklerl “yalnız insan”a ulaştılar. İşte, Avrupa ülkelerinde gördüğümüz tablonun ve üretilen komplo teorilerinin kaynağı da bu 'yalnız insan' felsefesinin sonucudur.

MODERNİZMİN YERLEŞEMEYİŞİ TÜRKİYE’NİN GÜCÜDÜR

Türkiye ise, modernizmi tam olarak benimseyemedi. Binlerce yıllık gelenekler, tüm Batı hayranlığına, felsefi, ekonomik ve siyasal dayatmalara rağmen yok edilemedi!

Türkiye toplumunun felsefi anlamda ‘en batıcı’ kesimleri olan sosyalistler dahi, imece ruhunu yüksek tuttular. Nerede bir deprem, sel felaketi olsa yardıma koştular. Köylülere hasatta yardım etmek sosyalist üniversite öğrencilerinin en romantik hobilerinden oldu!

Lafı uzattığımın farkındayım. Ama, ülkemizdeki mobilizasyon yeteneğinin tarihsel köklerini anlamaz isek, salgınla nasıl baş edeceğimizin yöntemini de bulamayacağız.

SALGINI AŞI İLE DEĞİL, BİRLEŞEREK BİTİRECEĞİZ!

Topluma yayılan bir kanaat, aşı ile salgının biteceği yönünde. Ne yazık ki, milyonlarca insan buna inanıyor!

Aşı elbette gereklidir. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak, aşının bir ‘ilaç’ olmadığını kimse söylemiyor. Daha da önemlisi, virüslerin doğal ortamda milyonlarca yıldır var olduklarını ve bundan sonra da var olmaya devam edeceklerini, tıp uzmanlarımız da unutmuş durumda!

Aşı bizi korur. Doğrudur. Ama, virüsün hayatımızı olumsuz olarak etkilemesini engellemek aşı ile değil, bizim alacağımız önlemlerle gerçekleşecektir. Dolayısıyla, toplumsal yaşamımızı virüsü çevremizde barındırmayacak şekilde yeniden örgütlemeden, bulaşıcı hastalıktan kurtulmak mümkün olmayacaktır.

Yeniden, İbn Sina’ya dönersek, Buhara vebadan nasıl kurtulduysa, biz de Kovid-19’dan aynı yöntemle kurtulacağız. Bu ise, devletin alacağı kararlarla, vereceği emirlerle ilgil ibir durum değildir. Her bir kişinin toplumsal aidiyetinin farkında olarak, davranışı, virüsün yayılmasını ya da dışlanmasını belirliyor.

Virüs taşıyıcısı olarak düğüne, cenazeye katılan, toplumun buluşma alanlarına giren kişilerin engellenmesi ancak toplumsal olarak mücadele bilincimizi geliştirerek, seferberlik ruhu ile başarılır. Salgını biterecek olan ise, tam da budur!

Virüsü değil, bilinçsizliği yenmeliyiz.

Virüse karşı ortak hareket etme yeteneğimizi geliştirerek başarı kazanabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar