BEKA YERİNE HÜVEL BAKİ Mİ DİYECEĞİZ?

Karma karışık bir yazı yazacağım, bu karışıklık içinde bir ana fikir çıkaran olursa, kutlarım. Komple teorisi kuruyorsun, Şeytan’a uyuyorsun diyeniniz olursa “keşke” derim.

Mahkumun biri viziteye çıkar. Birkaç gün sonra bir kolu kesilmiş olarak gelir. Bir süre sonra tekrar revire gider bu kez ayağın biri gitmiştir. Birkaç ay sonra bir başka organı alınmış olarak hapishaneye getirilince baş gardiyan kafasını sallar: “Ufak ufak tüydüğünün farkında olmadığımı sanma da!” der.

Belediyeler de dahil bir kısım resmi dairelerin adının önünde bulunan TC’ler yok olmaya başladı. Stadyumlar, hava alanları, okullar benzeri emareler devam etti. Devlet madalyalarından Atatürk kabartması kaldırıldı. Ufak ufak madeni paralardan kaldırılmaya başladı. Şimdi Kültür Bakanlığı Devlet Türk Halk Müziği Korolarından “Türk” adı birer ikişer kalkıyor. Şanlıurfa’da Atatürk’ün adının “Sıra gecesi” olarak, Edirne’de Rumeli, Dıyarbakır’da medeniyet kelimeleri Atatürk’ün yerine geçti. Ufak ufak kaçışı görmek için gardiyan mı olmak gerek.

Türk ve Atatürk adları, kimi çevrelerin tüylerini diken diken ediyor. Oysa ikisi birbirinden ayrılmaz bir bütün. Son yıllarda ”beka beka beka” diye kiminin dilinde tüy biterken kimimiz içinine sinmese de “ya körün taşı isabet ederse diye” tereddütlü, sabırla bekayı milli duygularla eşleyenimiz oldu.

Hala beka baka! Ne bekası be. Yeminler ettiğimiz, namusumuza haysiyetimize şartlar koştuğumuz Türklük, andımız bile yok olurken dut yemiş bülbül olduk. Dilimizin altındaki tükrük bezleri kurudu.

Aşık Veysel’in Türklüğümüzle övündüğü şiiri “Andımız” gerekçesi ile yasaklanırsa şaşmayınız:

“Muhabbetin canda haslardan hastır,

Avutur Veysel’i bir şen piyestir.

Türk adı babamdan bana mirastır,

Daha bundan başka adı neyleyim.”

Veysel, Cumhuriyetin temeline konulacak en tehlikeli dinamitin ayrılıkçılık olduğunu biliyor ve dikkat çekiyordu. Bugün de aynı tehlike ile karşı karşıya değil miyiz? Türklüğümüzle öğünmeyecek miyiz? Atatürk’ün adının çıkarıldığı Devlet koroloronda Veysel’in türküsünü söylemek yasaklanacak mı?

Dünya dolsa şarkıyılan

Türküz türkü çağırırız

Yola gitmek korkuyulan

Türküz türkü çağırırız

Türküz Türkler yoldaşımız

Hesaba gelmez yaşımız

Nerde olsa savaşımız

Türküz türkü çağırırız

Türklerdir bizim atamız

Halis Türküz kanı temiz

Şarkı gazeldir hatamız

Türküz türkü çağırırız

Öncelikle Türk olmanın onurunu yaşayan, Türklüğü yüceltmek için türlü acı çeken, can veren herkesi saygı ile anıyorum, ebediyete göçenlere Tanrı’dan rahmet, hayatta olanlara da sağlıklı uzun ömür diliyorum. Ve sözü “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyen Yüce Ata’ya getirmek istiyorum.

Atatürk, Cumhuriyet’in temelini kültür üzerine kurmayı amaçlamıştı. Türk dili, tarihi, edebiyatı, musikisi, oyunları, etnografyası, hasılı Türk kültürü ile ilgili çalışmalara önem vermişti.

O’na göre, kalkınma demek, yalnızca ekonomik gelişme demek değildi. Çağdaş uygarlık düzeyine her alanda ulaşmamız, ama önce kendimizi bilmemiz, öğrenmemiz, özümüzü kaybetmememiz gerekiyordu.

Yüce Atatürk neyin araştırılmasını arzuluyordu?

Türkiye’nin en eski halkı kimlerdir? Türkiye’de ilk uygarlık nasıl ve kimler tarafından kurulmuştur? Türklerin dünya tarihinde ve uygarlığındaki yeri ve yararlılıkları nasıldır? Türklerin Anadolu’da aşiretten devlet kurmalarındaki sır nedir? Türklerin İslam tarihi ve kültürü içindeki yeri ve rolü nelerdir? Daha bir çok soru...

Yüce Ata diyordu ki:

“Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuşlardır. Bunu aramak tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kuvvet bulacaktır.”

Kuşkusuz, atalarını seven kişi, halkını da sevecekti. Büyük Önder’in Türk folkloru ile de ilgilenmesi doğaldı. Halkı ile çok iyi diyalog kurması, folklorunu bilmesiyle olmuştu. Zeybek oynar, halay çeker, hora teperdi. Atatürk’ü sevdiği şarkıların çoğunluğu halk türküleri kökenliydi.

Kurdurduğu halkevleri, Türk folklorunun gelişmesine katkılar sağlamış, her halkevi yöresinin folklorunu derlemiş ve yayınlamıştı. Atamız, halk sanatlarımıza gerekli değeri vermiş, sanatçıları teşvik etmiş, ödüllendirmişti. Maddi kültür ürünlerimizin derlenip sergilenmesini istemiş, 1930 yılında Ankara’da Etnografya Müzesi’nin kurulup açılmasını sağlamıştı.

Ulusal sanat ve folklorumuzun fışkırdığı Rumeli’nin göbeğinde doğup büyüyen Mustafa Kemal, bir halk çocuğuydu. Askerî, idarî ve ulusal görevleri sürecinde, halkına, ulusuna dayandı. Türk halkı, bir alt kimlik arayışı ve kaygısı olmadan, öz değerlerinin en güzel, en canlı, en coşkulu anlatımını O’nun kişiliğinde buluyordu. Atatürk ve Cumhuriyet sevgisini yüreğinde yaşıyordu.

Cumhuriyet’in aydın yazar ve şairleri, aydınlıklarını halka ulaştırırken, halkın bakış açılarını de göz ardı etmiyorlardı. Çünkü kağnıyla sırtta top mermisi taşıyanların görevi bitmiş, onların görevi başlamıştı. Çünkü, Cumhuriyet, uyanıştı, özgürlüktü, uygarlıktı. Aydınla halkın kaynaşması, halkın bölünmesi değil, aydınlığa çekilmesi amaçtı.

Bugün Türk kimliğinin korunmasını savunanlara “paranoya” tanısı koyuyorlar. Attilâ İlhan, toplumda yüzde on hainlerin olacağını vurgular.

En büyük Türk Atatürk’ü böyle andıktan sonra size şiirlerden bir geçit resmi yapayım mı?

Türkçülük hareketinin itici güçleri arasında şairlerin payı büyüktü. Şimdi yüzyılın ötesinden günümüze doğru şiirlerin kanadında bir gezinti yapacağız:

Türk Parkları, Milliyet Düsturları, Divan-ı Lügati’t Türk tercümesi, Türk Lügatı ... gibi bir çok eserin yazarı Sâmih Rifat diyor ki:

“Kar kış, dere, bayır, ırmak

Durma atıl koşmaya bak.

Yerler kirli gökler ırak,

Ya yükselmek, ya yok olmak!

Yürü, uğraş muzaffer ol,

Azmin sana göstersin yol!

Fâik Ali Ozansoy, 1876’da Diyarbakır’da doğmuş. Süleyman Nazif’in kardeşi. 1950’de Ankara’da ölmüş. Türklüğünü ve yurdunu sevenlerden:

“Ey Türk, ey güneş oğlu

Yurdun güzellik dolu.

Toprağın gül kokulu

Cennettir Anadolu

Nûruyla Atatürk’ün,

Yükseldi her ay gün.

Bak, diyor doğdukça gün,

Cennettir Anadolu...” diye yüz yıl ötesinden ses veriyor.

Faik Ali Ozansoy’un oğlu Munis Fâik Ozansoy ise şöyle diyecektir:

“Öğrenmediyse öğretelim, Garba biz kimiz:

Türküz... Evet, budur bizim en sâde ismimiz.

......”

Arif Nihat Asya, 1904 Çatalca’da doğdu. 1975’de Ankara’da öldü. Bayrak şairimiz, Vatan şairi,Orhan Şaik Gökyay’a armağan ettiği şiirinde şöyle soruyor?

Onlardan kaldı bu toprak

Biz gezip tozmayalım mı?

Yabanlar kıskanır diye,

Destan da yazmayalım mı?

Ahmet Muhip Dranas, (1909 Sinop- 1980 Ankara) “Türk” adını verdiği şiirinin son kıtası şöyle:

“.....

Karşımızda secde etti, en kavî düşman bile,

Kim bilir, kaç gazâya şahit oldu bu yerler?

Destan oldu savletimiz, azmimiz dilden dile,

Bize, “Yılmaz, korku bilmez, arslan oğlu Türk”derler...

…..”

Yurttan Sesler, Türk Geliyor, Türk Çocuklarına Milli Şiirler, Her Şey Vatan İçin, Bir millet Şahlanıyor gibi bir çok kitabı bulunan Cemal Oğuz Öcal (1913 Konya Seydişehir- 1971 İst.) “Türklüğümle her an öğünürüm ben, / En büyük gururum, kıvancım budur. / Türk için yırtınır, dövünürüm ben, / Sevincim, kederim, inancım budur.” diyor.

Bir başka şiirinde bir kıta şöyle:

“Bir kartal haşmeti var eğilmeyen başında,

Ne kadar övsem seni yeridir, ey yüce Türk!

Kudsiyetin sezilir her damla göz yaşında,

Sensiz kainat ölü, sensiz dünya gece, Türk!

Sırada Fethi Tevetoğlu (1916 İst- 1989 Ankara) var. Şiirinin adı “Türklüğe Kurban” Bir kıtası şöyle:

“Dedem değirmenci, babam kaptanmış,

Ninem tarlalarda kavrulmuş yanmış,

Bir çift ağam yurda sunulan kanmış,

Ben de Türk için kurban doğmuşum.”

Rıza Ümit (1922 Erz. 1977 Ank.) tarihin çok eski dönemlerinden günümüze doğru geliyor. Şiirinin bir bölümü şöyle:

“....................

Yunus’tan ses verir gönlümün teli,

Boğan her engeli Türklüğün seli,

Ben bu yurt uğruna olmuşum deli,

Bu hızla dünyaya hız salacağım…”

Nüzhet Erman (1926 İst- 1996 Ank) Yüce Atatürk’ün “Ey Türk Ulusu! Sen yalnız yiğitlik ve savaşçılıkla değil, fikir ve uygarlıkta da insanlık şerefisin.” sözünden ilham almış. Şiirinin sonunda Türklüğün değişik bir yönünü vurguluyor:

“...Sırf: vur, kır, kan ve ateş dolu

Bir macera zincirinden ibaret!

Tam tersi! Türk: Köklü uygar bir millet!

Kerim devlet!

Hem de ebed müddet!”

Rahmetli manevi ağabeyim Mehmet Zeki Akdağ (Türklük ülküsünden söz ediyor ve özellikle gençlerimizden silkiniş bekliyor.

“.....

Türklük gergefinde gözler nakışta

Her dağ yıkılışta, her kan akışta

Gülmek için düşerken her bakışta

Türklük denen bir ülküsü olmalı …”

Dilaver Cebeci, sözü Ulu Önder Atatürk’ün ünlü vecizesine getiriyor. Evet

“Ne mutlu Türk’üm diyene!”:

Gönül verip gökte aya

Yoldaş olup yele suya

Selâm doğudan batıya.

Ilgar ile yürüyene,

Ne mutlu Türküm diyene.

Bilmem ki bu karma karışık yazıdan ne anladınız? Hiçbir şey anlamayanlara vereceğim iki kelime var: Dam ve mertek. Arif olan anlar. Anlamayan da Google’ye bu iki kelimeye girip baksın, Ne çıkacak. Ola kı küfürle karşılaşırsanız, haşa bana ait değil. Benim ki, yalnız vurdumduymazlığa yatanları ilgilendiriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar