Güneş Gürseler

Güneş Gürseler

DAĞINIK SİYASET ANILARI-5

BÜYÜKELÇİ ÜNVANI ALIYORUM

Özal'ın Başbakanlığı döneminde Başbakanlık Teşkilat Yasasında yaptığı değişiklikle düzenlediği, başdanışmanlardan uygun görülenlere büyükelçi sıfatı verilmesi olanağı benim için de kullanıldı. Ancak bu konuda da ilginç bir süreci yaşadım. Başbakan Süleyman Demirel'e Orta Asya konusunda danışmanlık yapan Zeybek'e büyükelçi sıfatı verilince aynı durum benim için de gündeme geldi. Necdet Seçkinöz ile konuştuktan sonra durumu Erdal İnönü'ye anlattım. Konuyu ilk kez duyan herkes gibi o da önce anlayamadı kalıcı bir ünvan gibi algıladı. Detayı anlatınca fazla önemsemedi. Büyükelçilik ünvanı verilmesine ilişkin karar tasarısı Başbakanlık tarafından Cumhurbaşkanlığına gönderildi. Özal onaylamadı ve geri gönderdi. Bunun üzerine Necdet Seçkinöz özgeçmişimi anlatan bir yazı ile Başbakan'ın ısrarını bildirdi ve Özal 26.2.1992 tarihinde kararı imzaladı.

Bu unvan hakkımda yapılan spekilasyonlara bir yenisini eklemekten başka bir işe yaramadı. Büyükelçi maaşı alacağımdan, yurt dışına büyükelçi olarak atanacağıma kadar her şey söylendi.

Şefik Kahramankaptan 17.2.1994 tarihli Tempo Dergisindeki yazısında Başbakanlıktaki görevimi; "partililerin ihtiyaçlarının hükümette izlenmesi gibi "hammallık" gerektiren" bir görev olarak tanımlıyordu. Gerçekten de ağır bir yükün altında çalıştım.

Birinci sıkıntı siyasi kimliğimden kaynaklanıyordu. Hiç siyaset yapmamış bir bürokrat gibi davranamazdım. Oturduğum koltuğun sorumluluklarını unutup politikacı rahatlığı içinde de olamazdım. Kendime bu iki durumu ifade edebilecek bir isim takmıştım; "POLİBÜROKRAT". Görev sürem boyunca bu iki kimliğimin baskısında idim. Bir yandan parti üyeleri ve örgütün sınırsız isteklerini göğüslemeye, şahsen, yazı ile, telefonla yaptıkları binlerce başvuruyu değerlendirmeye çalışıyordum. Diğer yandan da koalisyonun iki kanadı arasında ve SHP'li bakanlar arasında başbakan yardımcılığının belirleyici olmasını sağlayabilecek ilişkileri düzenlemeye çalışıyordum. SHP Genel Merkezi ile koalisyon ve bakanlar arasındaki ilişkide yumuşatıcılık görevi de bana düşüyordu. Çünkü iktidara hasret SHP örgütü neredeyse sınırsız isteklerinin gerçekleşememesinin tepkilerini Genel Merkez yönetimine yansıtıyordu. Bu yoğun tepkilerden bunalan parti yöneticileri ulaşabildikleri bakanlara içlerini döküyorlar, bakanlara bana ulaştıkları kadar kolay ulaşamadıkları için de dalgalar bende patlıyordu. Her gün sade üyeden milletvekiline, ilçe başkanından genel sekretere kadar onlarca kişinin isteğini dinlemek ve ilgili yerlere aktarmak durumunda idim. Doğal olarak sadece partililer Başbakan Yardımcılığına başvurmuyor sade vatandaş da sorunlarına Erdal İnönü'den çözüm bekliyordu.

Yazı ve telefonla yapılan başvuralar başlı başına bir büronun çalışmasını gerektiriyordu. Fikri Serdar Çetin'in başında bulunduğu bu büroda başvurular konularına göre ayrılıyor ve yapılması önerilen işlemle birlikte bana geliyordu. Görevden ayrıldıktan sonra arkadaşlar bana bu başvuruların bir dökümünü verdi; 1992 başında Hükümetin kurulmasından, 1993 yılı Eylül ayı sonuna kadar toplam 125.275 yazılı başvuru yapılmıştı. Bunlar arasında iş ve atama istekleri 35.681 başvuru ile önde geliyordu. Bu yoğunluk dar gelirli insanımızın devlet memurluğunu hala bir güvence olarak gördüğünü gösteriyordu. Başvurular arasında pullayıp imzaladığı bonoyu gönderek karşılığından borç para isteyenden, fotoğrafını gönderip evleneceği uygun bir bayan bulunmasını isteyene kadar toplam 48 farklı türü saptamıştık. Her başvuruyu yanıtlamaya çalışıyorduk ama bu türdekiler ne yazık ki yanıtsız kalıyordu.

Başbakanlıktaki görevim bütün sıkıntısına rağmen bürokrasiyi tanımamdaki katkısı ile çok yararlı oldu. Gerçi burada edindiğim birikimleri kullanma olanağım da olmadı ama bu satırları yazabilmenin de bir kazanç olduğuna inanıyorum.

Başbakanlıkta çok çeşitli sorunlar yaşadık; oda sorunu, lojman sorunu, mobilya sorunu, otomobil sorunu, bilgisayar ve kırtasiye sorunu, eleman sorunu ve elemanlara kadro sorunu. Başbakanlıkta, başbakan yardımcısının çalışma ekibinde bu tür sorunların olmayacağını sanırdım ama daha ilk günden bütün bu sorunlar yaşandı. Örneğin odamda dolap yoktu ve bu eksikliği Başbakanlığın olanakları ile gidermem olanaksızdı. Sanayi Bakanı Tahir Köse emir verdi de Makina Kimya Enstitüsü atölyesinde odam için kütüphane, toplantı masası ve sandalyeleri yapıldı. Zemindeki parkelerin zımparası ve cilası yapıldı. Görevden ayrılırken Makina Kimya'ya haber verdik gelip mobilyalarını aldılar. Benzer bir mobilya sorunu da Korel Göymen lojmana taşınırken yaşanmıştı. Turizm Bakanlığı müsteşarlığına atanan Korel Göymen'e zar zor bir lojman bulundu. Sonra günlerce çeşitli kuruluşların depolarından mobilya arandı hatta Korel Göymen'in eşi ile birlikte Sevinç İnönü'de bu mobilya arayışına katılmış ve gördükleri karşısında çok şaşırmıştı.

Başbakanlıkta çalışma düzenimizi kurduktan sonra asıl işlevimizi yerine getirme gayreti içine girdik. Asıl görevimiz Başbakan Yardımcısı'na danışmanlık yapmaktı. Kendisinin bilgi istemesini beklemeden gündemi izleyerek ve gündem belirlemesine katkıda bulunacak şekilde hazırlanarak konulara dikkatini çekmeli idik.Bunu yapabilmek için sabah toplantıları düzenledik. Danışman kadrosunda olan arkadaşlarla sabahları toplanıyor, genel bir değerlendirme yapıyor ve çalışacağımız konuları belirliyor, hazırlanan raporları tartışıyorduk. Zaman zaman toplantılarımızı Erdal İnönü'nün başkanlığında yapıyor konuları karşılıklı değerlendiriyorduk.

Bu çalışmalar sonunda ortaya önemli raporlar çıkardık. Atıl Uzelgün başta olmak üzere İçişleri kökenli arkadaşlarımız Güneydoğu, terör, iç güvenlik, idari reform, İstanbul'a yeni yönetim modeli konularında, personel reformu ve memur sendikası gibi konularda Aysel Ersan, İbrahim Pınar, ekonomi konularında Hurşit Güneş ve ekibi, çevre sorunlarında Birol Ertan çok başarılı çalışmalar yaptılar.

Bu çalışmalarımız zaman zaman basında da yer aldı. Örneğin, Taha Akyol, Milliyet'te 12 Haziran 1993 de Güneydoğu konusundaki çalışmalarımızdan, 680 bin kişiye iş sağlama hedefinden ve İnönü'ye sunduğumuz rapordan söz etti. İstanbul'a yeni yönetim modeli önerimiz, Ortadoğu su sorunu karşısında geliştirdiğimiz "Su Barışı" projemiz, dar bölge ve iki dereceli seçim sistemi üzerindeki çalışmamız da basında yer alan projelerimiz arasında idi.

Bu proje çalışmalarının yanında Genel Başkanın konuşma yapmak üzere davet edildiği toplantıların programını izliyor ve kendisinin isteği olsun olmasın konuyla ilgili bir hazırlık yaparak kendisine sunuyorduk. Bu tür toplantılarla ilgili ilginç anılarım var. İnönü, çok zeki, geniş kültürlü, birikimli, "rafine" bir insandı. Kendisine de çok güvenirdi. Yalnız çok çalışkan ve hırslı olduğunu söyleyemem. Bu karşılık oldukça inatçı idi. (İnatçılığı konusunda kendi kabulünü ayrıca anlatacağım.) Bu nedenle, açılışlar, anma törenleri, yemekler için hazırladığımız metinleri genelde okumazdı. Toplantıya giderken otomobilde bir göz atar ve irticalen kendi üslubu ile bol espirili güzel bir konuşma yapar ve dinleyenleri de kırar geçirirdi. Bazen de (çok ender olmuştur) gerek günün yoğunluğu ve gerekse vakit bulamaması nedeni ile ancak kürsüye çıktığında bizim notlara bakabilme fırsatı bulurdu. İşte bu durumlarda ondan çok ben terlerdim. Çünkü hem içinden bizim metni okurken ve hem de bu metni mantığına uydururken geçen zamanda dinleyicilerin şaşkınlığını görürdüm.

Yeri gelmişken şu "inatçılık" anımdan söz edeyim, Başdanışmanlık dönemine tekrar döneriz.

12 Eylül’den sonra önce Sosyaldemokrasi Partisi Tekirdağ İl Başkanı, 1984 den 1987 sonunda milletvekili seçilene kadar da SHP Tekirdağ İl Başkanı idim. 1984 yerel seçiminden sonra Erdal İnönü SHP'li belediyelere bir kutlama gezisine çıkmış ve Tekirdağ beldelerini dolaşmıştı. Henüz partinin seçim otobüsü düzenlenemediği için Mustafa Günaydın'ın verdiği bir otobüsle gezi yapılmıştı. Gezide SHP Genel Başkan Yardımcısı Cezmi Kartay da vardı. Cezmi Kartay ile 1980 öncesinde Tekirdağ Valiliği yaptığı dönemden tanışıyordum. Tekirdağ beldelerine yapılan gezinin saat 18 gibi sona erebileceği anlaşılınca İstanbul'a dönüş yolu üzerinde olan Marmara Ereğlisi’nde akşam yemeği olarak balık ikram etmeyi düşündüğümüzü önce Cezmi Kartay'a söyledim. Uygun karşıladı ve birlikte Genel Başkana söyledik. Eşine birlikte akşam yemeği sözü verdiğini, eşinin İstanbul'da kendisini beklediğini bu nedenle kabul edemeyeceğini söyledi. Biz ısrar ediyorduk. Vakit de uygundu, acaba bir çay içemez mi idik? Çok ısrar edince çay davetimizi kabul etti. Fakat benim düşüncem, çay diye götürüp balık ikram etmekti. Lokantaya da haber vermiştim. Neyse, Marmara Ereğlisi'ne geldik, çay içeceğimiz yerin lokanta olduğunu ve masaların yemek düzeninde hazırlandığını gören İnönü bozuldu fakat fazlaca tepki vermeden bana döndü; "Bana bak başkan, bana ailenin inatçı çocuğu derler istemediğim şeyi yaptıramazsın. Eşime söz verdim, İstanbul'da yemeğe bekliyor. Ben çayımı içerim, kim balık yiyecekse yesin hemen gidelim." fırçasını çekti. Tabi kimsede balık yiyecek hal kalmamıştı ama balıklarda hazırdı acele ile yedik, kendisi çayını içti ve İstanbul'a yolcu ettik. Daha sonra inatla sürdürdüğü bazı kararlarını izlerken bu olayı hep hatırladım.

Başdanışmanlık görevlerim arasında Başbakan Yardımcısı sıfatı ile yapılan basın toplantılarının metinlerini hazırlama ve bastırma, TBMM'inde hükümet adına yapacağı konuşmalara taslak hazırlama görevleri de vardı. Bu tür konuşmalar için haftalar öncesinden hazırlanmaya başlıyorduk. Bakanlıklardan çalışmalarına ilişkin bilgiler isteniyor, bunlar değerlendirilip özetleniyor, SHP li bakanların çalışmaları daha öne çıkarılıyor, kendisinin yer almasını istediği konular geliştiriliyor ve hazırlanan metin onayından geçtikten sonra basılmak üzere Başbakanlık Basımevi'ne gönderiliyordu. Basın toplantılarından biri öncesinde gene aynı hazırlıkları yaptık ve sabaha karşı saat üç sıralarında metni basımevine götürmesi için İsmet Yazıcı'ya verdim ve saat onda yapılacak basın toplantısı öncesi biraz uyuyabilmek üzere eve gittim. Sabah Başbakanlığa geldiğimizde her şey yolunda gözüküyordu, metin, mavi renkli bir kapak içinde kitapçık şeklinde basılmıştı. Diğer hazırlıklarla ilgilendim, toplantı Yeni Bina'da yapılacaktı oraya geçmemiz gerekiyordu. Bu sırada Genel Başkan geldi, kitapçığı sundum. Odasında beğenisini beklerken, birden "Sen bunu okudun mu?" diye sorunca, içimden "Eyvah" dedim "Galiba baskıda bir hata oldu.", "Fırsatım olmadı efendim, okumadım." diye cevap verdim. "Gel bak, sayfalar karışmış." dedi. Toplantıdan hemen önce ortaya çıkan bu durum karşısında yapacak bir şey yoktu. Özür diledim.

Önceki ve Sonraki Yazılar