Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

HIRSIZIN EKO - JÜRİDİKAL ANALİZİ

Nasıl ki, sınıfların ortaya çıkışının nedeni sınıfların hele hele aşağı- ezilen sınıfların kendileri değil; insanın insan tarafından sömürülmesi ise, mantıksal olarak hırsızlığın ortaya çıkışı da, hırsızın kendisinden bağımsız olarak, mülkiyetin bir başkasına verilmiş olmasıdır.

Bu dünyada sadece hırsız ele geçirdiği metanın mülkiyetine sahip değildir. O sadece meta veya bizim mal dediğimiz şeyin zilyetliğini elinde tutar. Bu hali ile de bir nevi mülkiyeti ilga etmektedir. Cezalandırılması bir metayı ele geçirmiş olması nedeni ile değil, onu mülkiyetin konusu olmaktan çıkarmış olmasıdır. Zira, bu mülkiyeti koruyan hukuk nizamına karşı gelme anlamını da taşır. Bir malın çalınmış olması, o malın kendisini değil, mülkiyeti ilgilendirdiğinden dolayı, buna göz yumulur ise, sistemin anlamı kalmaz.

Bunun için Robinson Crusoe iyi bir örnektir. Onun bir adadaki tüm her şeyi tek başına edinmiş olması, onları mülkiyete dönüştürmeyeceğinden dolayı hırsızlık sayılmaz.

Aynı şekilde, Malatya - Arapgir yolunda, Sivas'ın Divriği ilçesine yolculuk ederken, şekere karşı doğal bir ilaç olan yabani alıçları rahatlıkla toplayabilirsiniz. Bu alıçlar pazara sunulup, mübadele ilişkisine girdiği andan itibaren artık hırsızlığın da konusu olabilirler. Çünkü bir değişim değeri kazanırlar ve değişim değeri ve bunu soyut olarak temsil eden parasal karşılığı olmayan hiçbir meta hırsızlık konusu olmaz. İlk pazar yerinde onu sorunsuzca toplamış bulunan bir köylü tarafından tezgahın üzerine konulduğu anda meta mübadelesinin (alım- satım) konusu haline gelir ve hukuk nizamı tarafından korunan bir varlığa dönüşür. Böylece de caza hukukunun alanına girer.

Yine Sivas - Zara yolunda dünyanın en iyi anti-oksedanı olan kapariler yetişir. Herkes toplayabilir ve doğrudan Avrupa'ya ihraç edilen önemli bir üründür. Fakat toplanıp doğa ile bağı kesildiği anda hırsızlık alanına girer. Bu bakımdan doğa ile bağı kesilip, temellük edilen tüm metalar mülkiyete ve hırsızlığa konu olurlar. Aynı durum emek ile bağları kesilen ürünler için de geçerlidir. Bir meta onu gerçek üreten emek ile bağları kesildiği andan itibaren, ticaret mevkiine konur, metalaşmış olarak mülkiyete dönüşür, bir değişim değeri kazanarak mübadele alanına girer ve böylece hırsızlık konusu olur.

Zaten klasik ekonomi politik teorilerine göre, her meta somutlaşmış bir toplumsal emek zamanından ibaret olup; onu üreten emeğin hükümranlığından çıkarılır. İlk hırsızlık budur. Proudon zaten "mülkiyet hırsızlıktır" der.

Hırsız ise çalınarak mülkiyet alanına sokulmuş bulunan somut emeği bir daha çalarak onu zilyetlik alanına sokar. İşte yasa dışı olan hırsızlığın bu ikinci biçimidir. Birincisi kutsal mülkiyet, ikincisi ise etik ve hukuk dışıdır. Mülkiyete dönüşen hırsızlık ile mülkiyete karşı hırsızlık. Tüm bu ikisi arasındaki dilemma ve diyalektik ilişki ahlak ve hukuk teorilerinin merkezine oturur. Bu nedenle bir ceza yargılamasının konusu meta, sujesi (öznesi) ise hırsızdır. Yargıçlar, savcılar, avukatlar, tanıklar, polisler, jandarma, bilirkişi uzmanları, kriminoljik daireler, katipler, yazıcılar, mübaşirler, hapishaneler, gardiyanlar, hukuk fakülteleri, hukuk profesörleri, barolar, muazzam bir cihaza dönüşen adalet bakanlığı, müsteşarlar, müdürler, yargıtay, ciddiyetinden ve adaletinden şüphe edilmeyen tek kararı elmastan değerli Ceza Genel Kurulları kalan her şey varlığını hırsıza borçludur ve bir hırsız fiiliyatta muazzam bir ordu besler.

Buna hırsızlık yapmak için maymuncuktan, levyeye kadar kullanılan aletlerin üretimini ve bu iş kollarında çalışan insan sayısını da ekleyin. Bununla da kalmaz, bu defa evleri korumak için çelik kapılar, alarmlar, sürgüler, güvenli siteler, onların güvenlik personel istihdamı, kayıt yapan kameralar, özel otoparklar ve onların çalışanları, bireysel korunmak için silahlanan insanlar, bayıltıcı spreyler ve ilh. muazzam bir sanayi. Sadece pencere demirleri inşası, takılması vb bile büyük bir iş koludur.

Hırsız olmaz ise, maazallah ülkede topyekün kitlesel bir işsizlik hüküm sürebilir.

İş burada da kalmaz. Hırsız çaldığı metayı muhtemelen gerçek değişim değerinden kat kat ucuza satar. Böylece onda somutlaşmış emeği de değersizleştirir. Böylece aşağı sınıfların elde edemeyeceği toplumsal nimetlerden daha kolayca yararlanmalarını sağlar. Bu işlevi küçümsemeyin. 2013 yılından itibaren baş gösteren Arap baharı asla sınıfsal bir isyan değil idi. Orada temel çelişki tam tüketim ile eksik tüketim arasındaki çelişkiydi. Mısır'da iktidarı elinde tutan sivil ve askeri oligarşi tüm kaynaklar sömürerek İsviçre düzeyinde tüketir iken, bu modern çağda bir milyon kişi Kahire'de mezar evlerde yaşamakta idi. İşte patlama buradan doğdu. Eksik tüketenler de dünya nimetlerinden hiç olmaz ise, bir nebze istediler.

Oysa, iyi bir hırsızlık organizasyonu olsa idi, oligarşinin kolayca elde ettiği metalar kolayca ve ucuzca aşağı sınıflara, yupirilere ulaşacağından dolayı böylesi bir talep olmayabilirdi.

Balzac'ın tespitlerine göre restorasyon döneminde sadece Paris'te 20.000 örgütlü hırsız ve gasp çetesi vardır. O zaman nüfusu 1.250.000 olup; hırsızların oranı % 6.25'e düşer. Bu, bir dönem huzuru sağlamak için altın orandır. Kıymetine değer biçilemez.

Daha da önemlisi varsıl sınıflar çalınan metanın yerine yenisini daha kolayca alabileceği için, bu üretim çarklarının dönmesine ve kesintiye uğramamasına neden olur. Ayrıca, bu üretim nedeni ile sermaye birikimine. Bunu da yabana atmayın, kapitalizmin diğer üretim biçimlerinden temel farkı muazzam sermaye birikimine dayalı yeniden genişletilmiş üretim biçimi olmasıdır. Yeniden üretim bir durursa, o dakika kapitalizm çöker.

Dahası, yukarıda saydığımız gibi hırsız bir seri iş bölümünün yaratılmasına da katkıda bulunur. Zira, iş bölümünün çeşitlenmesi ile, yeni meslek grupları ve ileri teknoloji doğar ki, bu tam istihdama doğru giden yoldur. İşsizliğin azalması anlamına da gelir.

Sonuç olarak, modern hukuk asla metaların üretim süreci ile değil, sadece onların mübadele süreci ile ilgilenir. Oysa, yeryüzünde üretici iki güç vardır: doğa ve işgücü. Bunlar hukukun dışına itilmiştir. Kaldı ki, kendilerine marksist hukukçu denen (böyle bir terim dahi yanlış olabilir) kimseler dahi, mübadele ilişkilerinin dışına çıkamadılar. Bunların içine Paşukanis de dahildir.

İşte üretim sürecinin içine giren bizzat işçi değil, onun işgücü veya emeğidir. Metalaşan ise, bu emektir. Dolayısı ile, tüm İş Hukuku işçinin kendisi ile değil onun emeğinin meta biçimleri ile ilgilenir. Bizzat SOMA'da olduğu gibi, söz konusu olan işçinin ölmesi değildir; önemli olan onun mülkiyete dönüşecek olan gelecekteki muhtemel emeğinin üretim sürecinin dışına atılmış olmasından doğan toplumsal zarardır.

Küreselleşme dediğimiz şey, basitçe meta üretimi sisteminin işbölümü aracılığı ile dünya ölçeğinde yaygınlaşmasıdır. Bu ise, uluslararası bir Ticaret Hukukunun ve tabii olarak savaşların da doğmasına yol açar.

Bu noktada, artık sıradan hırsız Mars'tan gelmiş bir melek veya evliyaya dönüşür, zira artık hırsızlığın yerini zora dayanan uluslararası bir çetenin gasp ve yağması almıştır.

Marks "Artı Değer Teorileri" isimli eserinin birinci cildinde muazzam bir pasajda şöyle yazar: "Bir filozof fikirler, bir şair dizeler, bir rahip vaızlar, bir profesör ders kitapları, vs. üretir. Bir suçlu suç üretir. Fakat bu son üretim dalı ile toplumun bütün üretici faaliyeti biraz daha yakından incelenirse, insan birçok önyargısını terketmek zorunda kalır. Suçlu yalnızca suç değil, aynı zamanda ceza hukukunu da üretir. ceza hukuku dersleri veren profesörü, hatta ve hatta profesörün içinde derslerini piyasaya bir meta olarak çıkardığı kaçınılmaz ders kitabını da üretir. Bizzat yazarının bile kendi ders kitabından aldığı. .. zevkten tamamiyle ayrı olarak, maddi servette bir artış meydana gelir.

Ayrıca, suçlu bütün polis ve ceza mahkemesi aygıtını, dedektifleri, yargıçları, cellatları, mahkeme kurullarını (= jüri ) , vs. yi üretir ve toplumsal işbölümünün bunca kategorisini oluşturan bütün bu farklı meslekler, insan ruhunun farklı farklı yeteneklerini geliştirirler; yeni ihtiyaçlar ve onları giderecek yeni yollar yaratırlar. Bizzat işkence, işkence aletlerinin üretiminin çok sayıda dürüst işçi çalıştırarak en zekice mekanik katların yapılmasına imkan vermiştir.

Suçlu, bazen ahlaki, bazen acıklı bir izlenim yaratarak halkın ahlaki ve estetik duygularını harekete geçirmekle bir "hizmet" görmektedir. O, ceza hukuku üzerine ders kitapları ve bizzat ceza hukukunun kendisini ve böylece kanun koyucuları üretmekle kalmaz, aynı zamanda sanat, edebiyat, roman ve [Sofokles'in] Oedipus ve [Shakespeare'nin] Richard III' ünün, aynı ölçüde Müllner'in Suç'unun ve Schiller'in Haydutlar'ının doğruladığı üzere trajik oyunları da üretir. Suçlu, burjuva yaşamının tekdüzeliğini ve güvensizliğini bozar. Böylece onu durgunluktan korur ve yokluğunda bizzat rekabet uyarısının körleneceği o dur durak bilmez gerilimi, ruh hareketliliğini yaratır. Bundan dolayı üretici güçlere yeni bir itilim verir. Suça karşı açılan savaş fazla nüfusun bir parçasını emerken, suç, emek pazarından aynı nüfusun bir başka parçasını çekip alır, işçiler arasında rekabeti azaltır. Ve bir dereceye kadar da ücretlerinin asgarinin altına düşmesini önler. Bundan dolayı suçlu, tam bir denge sağlayan ve bütün bir "yararlı" meslekler perspektifi açan doğal "dengeleyici güçler"den biri olarak görünür."

Pandemi döneminde sokağa çıkması imkansızlaşmış olan hırsızın işlevini yitirmesi ile eksik tüketim ile tam tüketim arasındaki uçurum derinleşti ise, Arap Baharı'nın yeni versoyenel bir atımı ile karşı karşıya olabilir miyiz? Bu hususu tüm site sakinlerinin uykusu kaçmasın diye, şimdiden dikkate sunmak isterim.

Önceki ve Sonraki Yazılar