Prof. Dr. Mustafa Aksoy

Prof. Dr. Mustafa Aksoy

YESEVİ TÜRBESİ’NİN YURT GELENEĞİYLE İLİŞKİSİ

YESEVİ TÜRBESİ’NİN YURT (BOZ ÜY, KEÇE ÇADIR) GELENEĞİYLE İLİŞKİSİ

Maddi sanat eserleri insanların veya sosyal yapıların zihniyetlerinin ürünü olarak, onların duygu, düşünce ve kültürel özelliklerini yansıtırlar. Özellikle etnografik veya tarihi özelliği olan eserlerde bu durum daha belirgin olarak görülmektedir.

Dolayısıyla bu tarz özelliği olan eserleri değerlendirirken onu meydana getiren halkın veya sanatçının sahip olduğu kültürel değerleri dikkate almak gerekir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında önem kazanmaya başlayan “sözlü ve yerel tarih” çalışmalarında, araştırma yapılan yerdeki herşey, araştırma konusu olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Böylece insanlar adeta kendi özel tarihlerini yazmaya başlamışlar ve yerelden genele yönelmişlerdir. Aslında tarihçilerin sözlü ve yerel tarih adıyla yaptıkları, sosyoloji ve antropolojinin ortaya çıkmasıyla, sosyologlar ve antropologlar tarafından yapıldı. Özellikle sosyal antropologlar ile saha araştırması yapan sosyologların çalışmaları sözlü ve yerel tarih çalışmalarıdır. Çünkü bu insanlar sözlü ve yerel tarihçileri araştırma konusu olarak seçmişlerdir. Ancak her ne kadar sosyolog, antropolog ve tarihçiler aynı konuları araştırsalar da, kullandıkları araştırma yöntemlerinden dolayı araştırma konularına farklı açıdan yaklaşmaktadır.

20. yüzyılın ortalarına kadar sosyologlar, antropologlar ve tarihçiler, araştırmalarını kendi uzmanlık alanlarına göre adlandırarak, farklı tanımlama yoluna gitmişlerdir. Bu anlayış nedeniyle sosyolog ve antropologların, monografi, örnek olay, saha araştırması dediklerine tarihçiler, 1970’lerden itibaren sözlü ve yerel tarih demeye başlamışlardır.

Kullanılan kavram farklı olsa da, sözlü ve yerel tarih çalışmaları yapan tarihçiler, sosyoloji, antropoloji, halk bilimi ve benzeri bilim dallarının kaynakları ile onların araştırma yöntemlerini kullanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla 19 yüzyıl ile 20 yüzyılın ortalarına doğru diğer sosyal bilimlerle fazla teması olmayan tarihçiler sözlü ve yerel tarih çalışmaları vasıtasıyla işbirliği yapmaya başlamışlardır.

Sonuç olarak, Yesevi Türbesi, sözlü ve yerel tarih ile etnografya çalışmaları yapanlar için çok önemli bir konuma sahiptir. Çünkü Yesevi Türbesi’nin ziyaretçileri çok farklı coğrafyalardan, çok farklı duygu ve bilgilerle ziyarete gelmektedirler. Diğer yandan türbede etnografya konusunda çok sayıda belge ve bilgi vardır.

Yesevi Türbesinin Özelliği

Yesevi türbesi hakkında pekçok yazı yazılmasına rağmen bugüne kadar “Yesevi Türbesi”nin Türklerdeki “yurt” (boz üy, topak çadır) geleneği ile ilişkisi üzerinde durulmamıştır. Oysa Yesevi Türbesi, Türkistan coğrafyasındaki yurt geleneğini göre yapılmış ilk ve son türbedir. Türbenin girişinde büyük bir meydan, sağında ve solunda odalar, odalardan sonra sol tarafta mescit, en sonda yani başköşede Yesevi’nin mezarı vardır. Türbeye gelen ziyaretçiler eğer türbenin içine giremiyorlarsa dualarını, türbenin giriş kapısına göre en arkada olan kısımda yani başköşenin dışında yaparlar.

Yurt (boz üy, topak çadır), sadece barınılan yer değildir, aynı zamanda Türklerin dünya görüşlerinin yansıtıldığı mekândır. Bu anlayış Yesevi’nin Türbesi’ne de bire bir yansımıştır.

Geleneksel olarak “yurt’un kapısı gün doğumuna bakar. Bundan dolayı Yesevi Türbesi’nin giriş kapısı da gün doğumuna bakmaktadır. Yurt’a girişte sağ tarafta bayanlar oturur ve orada bayanların kullandığı eşyalar, sol tarafta ise erkeklerin kullandığı eşyalar vardır. Yurt’un ortasında ocak bulunur. Ocağın dumanının çıktığı veya güneşin içeriyi aydınlatmasını sağlayan tepeye “tündük, tündik” (güneşlik) denir. Kapının tam karşısına ise “tör” denir ve orada baba, dede ya da yaşça büyük misafir oturur. Evde oturuş düzeni töreye göre olur. Yani çadıra girişte sağ tarafa kadınlar sol tarafa ise erkekler oturur.

Tör, “evin veya odanın en iyi, en önemli yeri, sediri” (1) veya “evin ya da çadırın “onurlu yeridir”. (2) Genel Türk Tarihi çalışmalarıyla tanıdığımız Ögel’de “Harezmî-Şah’lar çağında bile hala ‘Ev-törü’, yani ‘ev şeref yeri’ deyimi geçiyordu” (3) ifadesini kullanır. Buradaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi “tör” evin şerif makamıdır. Bu nedenle misafiri“tör”de oturtulur. Mesela Kazakistan’da beş yaşında dahi olsa misafir “tör”de oturur veya “tör’e oturunuz” veya Doğu Türkistan’da “tör’e geçiniz” (4) deyimi kullanılır. Bilindiği gibi Kazakça ve Kırgızca’da “tör” evin başköşe anlamında kullanılır. Aslında bu kelimenin tam karşılığı keçe çadırın, kapısın tam karşısıdır.

Ögel “tör” ile “orun” kavramı arasında bir ilişkinin olduğunu şöyle açıklar “Orun” sözü eski Türkçede, devlet içinde veya törenlerde, herkesin olacağı ve oturacağı yeri belirten, önemli bir deyimdir. “Orun” aynı zamanda, bir ‘şeref yeri veya mevkii’ anlamına geliyordu. Bu sebeple Uygurlar, ‘taht’ için artık ‘orunlug’, yani ‘Orunlu yer’ deyimini kullanmaya başlamışlardı... Daha sonra Türkler arasında, taht karşılığı olarak ‘tör’ deyimi de yayılmağa başlamıştı. ‘Tör’ aslında evde veya çadırlarda bulunan, ‘şeref yeri’ için kullanılan bir sözdü”. (5) Bazı araştırmalarda ise “tör” ile “töre” arasında ilişki kurulmuştur. Mesela Kaşgarlı’da “töre”, aynı zamanda “evin önemli yeri ve sediri” (6) anlamında kullanılmıştır. Hassan ise “tör’ ile ‘töre’nin aynı köke dayandığına şüphe yoktur” (7) der.

Tör ve yurt kavramı bağlamında Yesevi Türbesi’ne baktığımızda türbenin yurt geleneğine göre yapıldığını görüyoruz. Bu nedenle türbe giriş (eşik), ana meydan ve tör’den meydan gelmiştir. Meydandan töre doğru az ileride, sol tarafta, küçük bir mescit vardır. Yesevi’nin mezarı ise yurt’da yani boz üy’de “tör” denilen yerdedir.

Türbenin diğer yerleri adeta yurt’un bir bakıma farklı düzenlenmiş halini andırmaktadır. Mesela yurt içindeki sandıkların erkek ve kadın eşyalarının tanzim edildiği yerler, türbede odalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu odalar aslında birer çalışma alanıdır.

Özetle “Yesevi Türbesi”, Türklerdeki yurt ile ev-bark (ev-bark kavramının mezar anlamı da var) kavramına göre yapılmış olmasından dolayı dünyada eşi benzeri yoktur. Böyle muhteşem bir eseri bize miras bırak, Emir Timur ile türbenin planını yapanlara ve emeği geçenlere ne kadar teşekkür etsek azdır.

Gelenek Dün ile Bugün Arasında Tarihi İlişkiler Kuran Soyut Belgelerdir

Maddi kültürde belli bir biçim kazanan gelenek, bir zihniyetin yazılı olmayan soyut ifadesidir. Çeşitli şekillerde ifadesini bulan gelenek, dün ile bugün arasında tarihî ilişkiler kuran soyut belgelerdir. Gelenek çerçevesinde oluşan bu unsurlar vasıtasıyla tarihin derinliğine gidilebilinir, onların ortaya çıkış gerekçeleri ve kaynakları hakkında sağlıklı bilgiler elde edilebilir

Başka tabirle “Milletlerin hayatında, tarih sahnesinde görülmelerinden itibaren varlıklarını, bütünlüklerini ve farklılıklarını koruyan, ihtiyaçlarını her anlamda karşılayan düzenler görülür. Süreklilik vasfına sahip bu düzenlerin herbirine gelenek adı veriyoruz”. (8)

Gelenekler, genelde yazılı bir kültüre sahip olmayanlar tarafından meydana getirilir ve devam ettirilirler. Başka bir tabirle sosyo-kültürel yapı, genelde sosyal grupların tekrarlaya geldikleri gelenekler yoluyla meydana gelir. “…milletlere dünya mozaiğinde milli kimliklerini veren, onların sahip oldukları geleneklerdir”. (9) Dolayısıyla gelenekler sosyal tarihin yazımında önemli fonksiyonlara sahiptirler.

Gelenek ve onun önemli temsilcileri olan maddi kültür unsurlarının incelenmesi, tarihin eski sayfalarının yeni yorumlarla okunması veya tekrar tekrar dile getirilmesidir; ancak, bu tekrarlar her zaman aynı olmayıp, bazen sosyo-kültürel değişmenin gereği olarak farklı biçimlerde olabilmektedir.

Sevmiyorlar bilginler, sizin Türkçe dilini, Bilgelerden dinlesen, açar gönül ilini, Ayet - hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar, Anlamına erenler, başı eğip uyarlar, Miskin zayıf Hoca Ahmet, yedi atana rahmet Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi.

Yesevi’nin yukarıdaki ifadesini etnografya ve maddi kültür eserlerimiz için uyarlamamız, bu gerekliği yerine getirdiğimizde Batı kültür değerlerini bilmemiz, ancak kendi kültürümüzü sevmemiz ve onu dile getirmemiz gerekir.

KAYNAKÇA:

1- Besim Atalay, Divanü Lügat-it Türk, Ankara, 1948, s. 645.

2- Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Ankara, 1985, s.160.

3- Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Cilt 1, İstanbul, 1971, 141.

4- Mustafa Aksoy, “Kazakistan’dan Adana’ya Tör Kavramı”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı 150, 1999; M. Adil Özder, “Düğünlerimizin Ortak Yönlerine Kısa Bir Bakış”, Folklor Araştırmaları Kurumu Yıllığı, Ankara, 1975.

5- Bahaeddin Ögel, a.g.e., 140-141.

6- Besim Atalay, a.g.e., s. 646.

7- Ümit Hassan, a.g.e., s. 145. * Yurt’da ateş yakılan yer, türbede ise burada şerbet kazanı var. Bu kazanın iki ton şerbet aldığı ifade ediliyor.

8- Dursun Yıldırım, Türk Bitiği, Ankara, 1998, s. 81.

9- Dursun Yıldırım, a.g.e., s. 83.

Önceki ve Sonraki Yazılar