SİZ BENİ TAVLA BİLMEZ Mİ SANDINIZ?

Sanmayınız ki tavla oynamasını bilmiyorum. Derler ya “Oynayacağım ama yerim dar!” Şu bileklerim, parmaklarım ağrımasa, göstereceğim nasıl oynandığını, dersem inanmayın. Gine de yazdan yaza komşularımla tavla başına geçiyoruz. Ama argosu ile hakkını vererek, pulları zarları şakırdatamadığım için pek zevk vermiyor. Fıkrayı herkes bilebilir ama anlatamaz. Tavla argosunu da duyarsınız, gülersiniz ama yerinde kullanmak ustalık ister.

Soracaksınız ki nasıl yeniyorum? Sırrını söyleyeyim. Bir defa çok ciddi, put gibi oynuyorum. Karşımdakinin bir iki esprisi boşa gidiyor. Bir süre sonra sıkılıyor, demoralize oluyor. İkincisi acemi rolüne giriyorum. “İlk oyun aceminin,” ayağına yatıyorum. Zaten istediğim de oyun almak.

Başlarda elime üç kırık verip, sabah öğle akşam yemeklerden sonra al diyenler de oldu. Marsilya yollarına düşmüşlüğüm de az değil. Kimi zaman koltuğumun altına tutuşturulan tavlayı inadına eve getirdim. Tavlalarını kurtarmak için bana yenildiler. Ben acemi rolünde pulları tek tek sayarken “daktilocu” diyenler de, abaküs getirelim mi diye soranlar da oldu.

Siz ‘”Artık koşar adım derin nefestir sana düşen” sözünü bilir misiniz. Zaten o durumda beni Amerikan düşeşi bile kurtarmıyordu.

Karşımdakinin “ballısın” demesine aldırmadan içimden, “tekden kaçarım, keyfime bakarım” dedim. Biliyordum ki, herkese zar gelir ama, herkes bencileyin oynayamazdı.

Tüm kapıları kapatmışım, mars yapmaktayım. Son zar da çift düşmesin mi, ciddiyetimden olsa gerek, içimden agop, kirkor, salamon, mişon" diye söylene söylene toplamaktan duyduğum sevinci anlatamam.

Tüm pulları içeri almışım. 1,2,3 kapısında ikişer, 4,5,6 kapısında üçer pulum padişah gibi dizilmiş. Çift gelmiş, dört pul alırken, yine içimden "pazartesi, salı, çarşamba, perşembe " diye saymayım mı? Varsın karşımdaki atos, portos, aramis, dartanya desin.

3’ü yakalamışım, karşımdaki “Ne var ben de üçüm,” diyor. Altta mı kalayım? “ Olsun benimki taze üç seninki bayatladı,” demeyim mi?

Biliyorum, İskodra, Selanik, Dobruca, Venedik diyerek zarları kafam üzeri çevirip öperken, bilek hareketiyle “Haydi yavrum kemik!” demesini. Ama boş ver. Zar zaten acemiye (!) geliyor.

Rakibimin önüne çarşaf gibi beş açık vermişim. Birçok alternatifle rahat biri iki açığımı kırabilir. Öyle bir zar atmış ki, hiçbirini kıramamış. E demeyeyim mi? “Senin sınava girmene gerek yok, ben kefilim, git hemen versinler ehliyetini…"

Allah’tan komşularım benim gibi bir aceminin pulunu kırarken “Acıyana acımazlar unutma emi!" demiyorlar. Ama ballı atışlarım arka arkaya gelince "Bundan sonra sana fincan getirelim," diyenler oluyor.

Kız tavlasını değil, kız tavlamasını gençliğimde de bilmezdim. Allah’tan görücü usulüyle evlendim. Ama bu tavla yollarında neler öğrendim neler? Hani derler ki, kullanmasan da bil… Okuyunuz bakayım sizler de bunları biliyor muşusunuz?

“Al eline dola beline," "Zar tutmadan atılmaz" , "Zar bilene gelirmiş", “Yahudi kapısı”, “Abbas yolcu”, “Bu da ellerinden öper”, "düşeeeeeeeş, topla kırıkları gebeeeeeeş..." , “Du baara ; dur bağarma”, “Penc üse ; severler güzeli genç ise” , "Geç başa ol paşa”, “Aldım Zeki Müren Kapısını" , "Sebaytinin düdüüüüüğüüüüüüüü (5-2)" , "Buna bilek derler”

Ben pulları toplama faslına girmişim. Rakibim hala üç beş pulu dışarda bir halde sürünüyor. Ben “Olmuşları toplayalımmm!” desem ciddiyetim bozulur mu?

Tüm kapıları kapamışım. Karşımdakinin elinde birkaç adet kırık. Ne dememi bekliyorsunuz? “Okullar tatil!”

Acemilik ayağındayım ya, riske girmek istemiyorum. Pullarım kule gibi dizilmiş. İçimden "Ne mektup yazacam sarhoşa. Ya okur ya okumaz" demeyeyim mi?

Geçen zamanların birinde bir hanım arkadaşla oynamıştım. Bir iki hamlede, iki taşımı birden kırmış, “İki kırık bir kocadan iyidir," deyip elime tutuşturmuştu. Ne demek istedi ki diye aptallaşıp kalmıştım. Ne keder safım.

Dediğim gibi benimle tavla oynamak sıkıcı. Benden sonra tavla başına geçenlerin diyaloglarından aktarma yapayım da tavlanın zevkinden siz de nasip alın:

-Haydi kemik, hooopp, heyt be güreşş

-Şeşbeş abi ne güreşi?

-Sen ver bakayım zartları.. Haydi hoop, oo super hobaraa…

-Nee?

-Sen yıllık izne cıktın dur simdi.. oooo hörtcarrrr

-Oğlum nasıl oynuyosun sen tavlayı ya?

- Tavla mı? ne tavlası ?

- Sebayi dü - Sebahattinin düdüğü

- Dörtcaar - tamirci çağır

- Pencü cahar - işte zahar (zar).

- Dubara - dur bağırma

- Penc-ü se, severler güzeli gencüse.

- Car-ı se - carse çoraplar.

- Yırtıl acemi tırtıl...

Ahh! Sevgili dostlarım, komşularım, bayan olsun, erkek olsun benden genç, benden yaşlı arkadaşlarım, çoğu zaman dışımız gülse de, ülkemizin ve dünyamızın karşılaştığı felaketler, salgınlar, kayıplar, hele hele şehit haberleri, açlar, yoksullar, işsizler ve nice etkenler içimizi kan ağlatıyor. Keşke herkes kutlu, mutlu, umutlu günlerde sağlık, esenlik içinde bulunsalar. Her şey, herkesin günlünden geçtiği gibi gerçekleşse. Ben de Dede Korkut gibi yom versem: “Tanrı sizi namerde muhtaç etmesin, Tanrı’nın verdiği umud hiç kırılmasın…”

Önceki ve Sonraki Yazılar