ZİYA PAŞA’DAN GÜNÜMÜZE

Ne günlere kaldık, desem, birileri öküz altında buzağı arar diye korkar oldum: “Ey Ahmet Efendi, zaman değişti, düzen ve usuller bozuldu. Çok kötü günler geçiriyoruz, demek istiyorsun, bre münafık sen kim oluyorsun, kime hizmet ediyorsun?” diye sorarlar mı ola? Biri çıkar da, sen galiba Ziya Paşa ayaklarına yatıp da “ "Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar; / Katır mühürdar oldu, eşek defterdar! demek istiyorsun,” diye bilir. Üç çeyreklik asırlık yaşımda ne sorgulanacak, ne tutuklanacak, ne de muhalif televizyonlar gibi ceza yiyecek gücüm yok.

En iyisi Ruhsati gibi bunak, ne dediğini bilmez moduna girmek:

“….Çark bozulmuş dünya ıslah olmuyor

Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor

Aşık Ruhsat dediğini bilmiyor

Yazı belli değil hat belli değil.”

Kimi beyitler vardır ki, türlü uyarılara rağmen kötü gidişini düzeltmeyenlere son uyarıyı yapan vecize işlevi görürler. Şu beyti, kulağımızı kaptırırken, öğretmenlerimizden, büyüklerimizden duymuşuzdur:

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”

Günümüz Türkçesi ile açıklaması şöyle: “Nasihat ile uslanmayanı azarlamalı, azarlama ile uslanmayanı köteklemeli. Yani pataklamalı.”

Politika ortamında sıkça kullanılıyor. Durmadan konuşan boş vaatlerde bulunanlara söylediğiniz olmuştur:

“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”

Bu beyti de şöyle açıklayabilirim: Kişinin aynası yaptığı işlerdir, laflarına bakılmaz; çünkü kişinin akıl düzeyi yaptığı işlerle ortaya çıkar.

Sorumsuz, bayağı ve soysuz kimse eline bir yetki ya da imkân geçince huyunun, yaradılışının gereğini yerine getirir. Öyle ki en yakınlarına bile kötülük yapmaktan çekinmez anlamında (teşbihte hata olmaz) Çingeneye beylik vermişler, babasını astırmış, denir. Bunu giyim kuşamla örnekleyecek olursanız, şöyle söylersiniz:

“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma

Zer-dûz palan vursan da eşek yine eşektir”

Genç arkadaşlarım için bunun da açıklamasını şöyle yapabilirim: Kötüye, üniforma ya da gösterişli, pahalı giysiler soyluluk verir mi hiç; eşeğe altın işlemeli semer vursan da eşek yine eşektir.

Çoğalta bileceğim bu örnekleri niçin veriyorum? Anlatayım:

Daha çok Halk edebiyatımızda “taşlama” adıyla bir tür olarak görülen hiciv, Tanzimat sonrası bütünüyle edebiyatımızda yer aldı. Büyük gelişme gösterdi. Bu dönemde “Haccav” adıyla anılan hiciv şairleri arasında ilk akla gelenler, Ziya Paşa, Namık Kemal, Şair Eşref’ti. Daha sonra bu alanda ünlenmiş şairlerden Nazım Hikmet, Neyzen Tevfik, Refik Halit Karay, Arif Nihat Asya, H. Cengiz Alpay, Ümit Yaşar, Abdürrahim Karakoç günümüzde Fırat Kızıltuğ gibi sanatçıları sayabiliriz.

Yukarıya aldığım ve toplumuzda bir vecize haline gelmiş olan beyitler Ziya Paşa’nın. Ziya Paşa, 1825 yılında İstanbul’da doğdu, 17 Mayıs 1880'de Adana'da öldü. Asıl adı Abdülhamid Ziyaeddin'di. Beyazıt Rüştiyesı'ni bitirdi. Özel öğretmenlerden Arapça ve Farsça öğrendi. Sadaret Mektubî Kalemi'ne devam etti. Mustafa Reşid Paşa'nın yardımıyla 1855'te Saray Mabeyn Kâtipliği'ne girdi. Âli Paşa'nın sadrazam olmasıyla saraydan uzaklaştırıldı. Çeşitli resmi görevlerde bulundu. Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı üzerine, Namık Kemal'le birlikte 1867'de Paris'e kaçtı. Daha sonra Londra'ya geçti. M. Fâzıl Paşa'nın sağladığı olanaklarla, Namık Kemal'le birlikte 1868'te Hürriyet gazetesini çıkardı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin yönetiminde görev aldı. Âli Paşa'nın ölümü üzerine 1871'de İstanbul'a döndü. 1876'da Maarif Nezareti müsteşarlığına atanmasına değin birçok görevde bulundu. Namık Kemal'le birlikte Kanun-i Esasî Encümeni'nde çalıştı. II. Abdülhamid tarafından İstanbul'da bulunması sakıncalı görülerek, vezirlik rütbesiyle 1877'de Suriye valiliğine gönderildi. Daha sonra Adana valiliğine atandı. Burada görevdeyken öldü.

Tanzimat'la başlayan batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen çağdaş Türk edebiyatının ilk aşamasında Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi bulunuyordu.

Ziya Paşa, 1855'te sarayda görev yaptığı yıllarda Fransızcayı öğrenmişti. Bu ona Fransız edebiyatını tanımanın yollarını açmıştı. Molière’in Tartuffe adlı eserini “Tartüf yahut Riyanın Encamı” adı ile çevirerek Türk edebiyatının ilk manzum tercüme piyesini ortaya koydu Louis Viardot’un “Endülüs Tarihi”, Cheruel ve Lavelle adlı yazarların “Engizisyon Tarihi” adlı eserlerini Fransızcadan Türkçeye çevirdi Bir yandan da şiirler, padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştı. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştı.

Ziya Paşa, aşağıda örnek olarak aktardığım hece ile yazılmış birkaç şarkısı da vardı.

Akşam olur, güneş gider şimdi buradan;

Garip garip kaval çalar çoban dereden.

Pek körpesin, esirgesin seni yaradan,

Gir sürüye kurt kapmasın, gel kuzucağım;

Sonra yardan ayrılırsın, ah yavrucağım!.

………..”

Ziya Paşa genel olarak divan şiiri geleneğine bağlı kaldı. Bu şiir anlayışının duyuş ve düşünüş özelliklerinden, mazmunlarından yararlandı.

Batılılaşma yanlısı düşüncelerini, siyasal inançlarını, dil ve edebiyat konusundaki görüşlerini düz yazılarında anlattı.

1868 'de Hürriyet'te yayımladığı ünlü "Şiir ve İnşa" makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel alınması gerektiğini savunmuştu. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin önsözünde ise halk edebiyatını küçümsediği Divan edebiyatını övdüğü görüldü. Bu ikilem onun "alışkanlıklardan ve duygulardan doğma muhafazakâr yönü" olarak nitelendirildi.

Şiirlerinde, Tanzimat'la birlikte gelen halk, adalet, özgürlük, uygarlık gibi kavramları savunmuştu. Toplumdaki bozukluklar üzerinde durarak "yeni insan"ı var edebilecek yeni bir düzenin nasıl oluşması gerektiğini işledi.

Kendi duygu ve düşünce evrenini dile getirdiği şiirlerinde de felsefi yanı ağır bastı. "Tercî-i Bend"de hayatın gerçeklerini, inançlarını gizlerini konu ediyordu. "Terkib-i Bend"de de "kişinin küçüklüğünü, insan iradesinin ve gücünün reddi"ni tema olarak işlemişti. Zulüm, adaletsizlik ve haksızlıkları, dönemin toplumsal bozukluklarını eleştirmişti.

Ziya Paşa’nın Terkib-i Bent tarzında yazdığı beyitlerini okuyunca, “zaman geçmiş ama, galiba hiçbir şey değişmemiş” deyiveriyoruz. Günümüz için söylenmiş gibiler. Çok sık kullanılan bazı alıntıları parantez içine aldığım açıklamalarıyla sunmak istedim:

Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez

Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan

(Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.)

Âsûde olam dersen eğer gelme cihâna

Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan

(Açıklaması: Eğer mutlu ve rahat olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ıstırap verici dertlerden- kurtulamaz.)

Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde

İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde

(Açıklaması: Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar o kaçınılmaz son yolculuğa çıkarken zaten bunların hepsini geride bırakır.)

Sevgili dostlarım, çok sevdiğim birkaç beyti daha eklesem, okuya bilme tahammülünüzün çok üstüne çıkacağım. Onları da bir başka yazımda sunayım.

Önceki ve Sonraki Yazılar