Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

CENNET – CEHENNEM ZAMAN YOLCULUĞU

Stockholm Arlanda Havaalanı’na inerken soğuk karlı bir hava “hoşgeldiniz” diyordu bize.

Epeyce zamandır görmediğim Arlanda Havaalanı daha da düzenli, temiz, modern bir hale getirilmiş... Bizdeki hastaneler bile bu denli temiz değil. Tuvaletlerin musluklarına dek değişmiş. Şimdi muslukların üç ucu var. Ortadakinden su geliyor yanlarda olanlardan sıcak hava. Elinizi yıkadıktan sonra bir de kağıt koparıp elinizi silme ya da sıcak hava üfüren aletin altına sokma zahmeti kalkmış. Ortadaki musluğun altına ellerinizi sokunca su geliyor. Ellerinizi yıkayıp sağ elinizi sağdaki sol elinizi soldaki borunun altına tutunca da fısssss sıcak hava otomatik olarak ellerinizi kurutuveriyor.

Kente giden otobüsler oldukça rahat. Aralara yolcu alınmıyor, biletçi dolaşmıyor. Zamanında kalkıyor. Zamanında duraklara varıyor... Toplu taşımacılık gayet güzel devam ediyor. Kente girip çıkmak özel otolar için oldukça pahalı. Sınırları belli olan kent merkezine girip çıktığınızda toplu taşıma için vereceğiniz paradan daha çok para ödüyorsunuz. Sürekli sokaklarda gezen denetçiler park bileti almamış ya da yanlış park etmiş otolara anında ceza yazıyor. Birçok alanda olduğu gibi trafikte de sistem tıkır tıkır işliyor.

Metrolar, banliyö tren istasyonları ve trenleri tertemiz. Yaşamı kolaylaştırmak için ne gerekiyorsa yapmışlar. Yapmaya çalışıyorlar.

İndiğimiz istasyonda yüzümüze çarpan soğukla kendimize geldik. Sırça sarayda mıymışız? Şıngır mıngır kırıldı. Rüzgar, yağmur kar... Eve gidinceye dek donduk.

İsveçliler kötü hava yoktur kötü giysi vardır derler.

Ertesi gün yarım asrımızı geçirdiğimiz kentimizle hoşbeş edelim diye çıktık gezmeye. Her şey, her yer bıraktığımız gibi. Yeni mahalleler kuruluyor. Ama kent dokusu bozulmadan. Örneğin bir zamanlar oturduğum Norra Stationsgatan’nın bir yanı boştu. Yeni konutlar yapılmış. Dolu tarafın binalarına uygun bir şekilde. Bizdeki gibi, “fırsat bu fırsattır” deyip boş alana 150 katlı binalar yerleştirmemişler. Yeni kaldırımlara da ağaç dikmişler.

Pahalılık bizdeki gibi değil. Geçim derdi bizdekiyle karşılaştırılamaz. Fiyatlar neredeyse bıraktığımız yerde duruyor. Seyahat reklamları her yerde. Emekliler akın etmeye hazırlanıyorlar Türkiye’ye ve dünyanın her yerine. Bizim emekliler de buraya gelebilseler tatile...

Epeyce dolaştık. Ve şifayı kaptık. Kim dedi bize o soğukta o kadar dolaşın diye?!. Öksürük, hapşırık, salya sümük nezle olduk. Atlatıp gezmeye devam edeceğiz.

Kraliyet bahçesi Kungsträdgården’e gideceğiz. Japon kiraz ağaçları rengarenk çiçekler açacak. Soğuk ve karanlıktan bunalıma girmiş, suratından düşen bin parça çirkin İsveçliyi bir de o zaman görün. Yüzünde güller, karanfiller açan dünyanın en güzel insanları çıkacaklar paltolarının içinden, takkelerinin altından.

xxxxx

Bafa’dan ayrılmadan zeytinliklerin bakımını yaptık. Laleler papatyalar, sümbüller, nergisler arasından Bafa Gölü’nü seyrederek çalıştık. Aklımız evin bahçesinde bıraktığımız zeytin ve meyve ağaçlarında, yeni dikilen fidanlarda, çiçeklerimizde ve iki koyunla altı minik kuzu ve bir horozla bir tavuk da kalarak buraya geldik. İnsan kendini bir zaman tünelinden geçmiş ve başka bir zamana inmiş gibi hissediyor.

Ve Bedenimiz burada aklımız Ege’de, Milas’ta Ata Park’ta, 17 Nisan’da, saat 14.00’te yapılacak “Zeytinime Dokunma” gösterisini düşünüyoruz.

İktidar yeni bir yönetmelikle milletin tapulu arazisindeki zeytinlerini söküp madencilik yapacakların önünü açacak. Ben onun için mi atamdan kalan zeytinliklere gözüm gibi bakıyorum. Bunlar kendilerini “inek adam (cowboy)” sanabilirler de biz Apaçi Kızılderilileri değiliz ki, canı isteyen kulpuna uydurup arazimizi, zenginliklerimizi gaspetsin; doğamızın içine etsin, soysun, soğana çevirisin, sömürsün... Yoksulluk alsın yürüsün.

Arkada bıraktığımız dağlarda acımasız dinamitler patlıyor. Cehenneme çeviriyorlar memleketi. Böyle taarruz görmemişti memleket memleket olalı.

Şair Baba Nazım Hikmet haykırıyordu:

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

 

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim....”

Ve köylülerimiz Yakup Kadri’nin Yaban romanında kalmış gibiydi. Duvar diplerinde kahvehane köşelerinde pinekliyorlardı.

Umudumuzu yitirmedik. Umutsuz yaşanmaz:

Ve bir kere vakterişip
"Gayrık yeter!" demesinler
Ve bir dediler mi
İsrafil surunu urur
Mahlukat yerinden durur
Toprağın nabzı başlar
Onun nabızlarında atmağa
Ne kendi nefsini korur
Ne düşmanı kayırır
Dağları yırtıp ayırır
Kayalar kesip yol eyler
Âbıhayat akıtmağa”

(Nazım Hikmet)

Baharı yaşıyorduk cehenneme çevirmeye çalıştıkları Türkiye’de. Gözümüzü kapattık açtık, kara kışa döndük İsveç cennetinde.

Bedenimiz İsveç’te aklımız Türkiye’de.

Önceki ve Sonraki Yazılar