Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

FİLİSTİN, TÜRKİYE VE İSRAİL ÜÇGENİNDE POLİTİKA

Son iki yazımızda, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin Filistin/İsrail çatışmasına yaklaşımını ele aldık.

Gördük ki, Türkiye Filistin halkının haklı mücadelesini “Sünnî ümmet kardeşliği” çerçevesinde ele alıyor!

Emperyalizme karşı mücedele ile kurulmuş, zaferi ile mazlum halklara örnek olmuş bir ülkenin küresel saldırganlığa karşı duruşunu tanımlamak için, 21. Yüzyılda “Sünnî ümmet kardeşliği” kavramına sıkıştırılması kabul edilemez.

Eğer, sahip olduğumuz “devlet aklı” buysa, 100 yıldır tüm saldırılara karşın ayakta kalmayı başarabilmiş bir Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün ciddiye alınması gereken bir hafıza sorunu var, demektir.

Hem dinsel ve hem de etnik çeşitliliği belirgin olan bir coğrafyada, “Sünnî ümmet kardeşliği”ne dayanarak politika yapmaya kalkışmak, Türkiye’ye faydası olmadığı gibi, bölge halkları arasında dostluğu ve barışı geliştirmez, tersine ayrılıkları ve çatışmaları körükler.

Kaldı ki, şu anda İsrail devletinin egemen olduğu coğrafya da 4 bin yıldır, tam da etnik ve dini çatışmaların küresel merkezi olmuş bir tarihe sahiptir.

Sayısız acı deneyimin içerisinden geçen halklara Türkiye adına sunulacak olan “Sünnî ümmet kardeşliği” ise, bunun anlamı, Türkiye’nin barışı getirecek bir girişimin parçası olamayacağıdır.

Kaldı ki, Filistin/İsrail çatışmasını barışla sonlandırmanın anahtarı Filistin’in ulusal birliğini sağlamaktan geçer. Filistin Ulusal Birliği’nin meşruiyeti ise, genel seçimlerin yapılmasına ve Filistin halkının iradesinin ortaya çıkmasına bağlıdır.

Ancak, Türkiye’de özellikle de “yandaş medya”nın özenle gözden kaçırdığı gerçek ise, Türkiye’nin Filistinli tarafların genel seçimlere bağlı halk iradesine uyma sözü verdikleri sürece dahil edilmediğidir.

Çin ve Rusya, hatta arka planda İsrail ve ABD dahi Filistinli siyasi grupları bir masada toplayan Mısır hükümetinin aracılığında gerçekleşen görüşmelere müdahil olurken, Türkiye süreçten dışlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde “akıl ile işi olan” herkesin bu durumda şu soruyu sorması gerekmez mi: Dünya’da Filistin sorununda en duyarlı halklardan birisi olduğumuz halde, Filistin halkının birliği söz konusu olunca neden taraflar bizi dışladılar?

Sakın, “Sünnî ümmet kardeşliği” ile ifade ettiğimiz mezhepçi yaklaşım yüzünden olmasın?

Filistin halkı farklı dinsel inançlardan oluşuyor. Sünnî Müslümanlar çoğunlukta olmasına rağmen, Şii Müslümanlar ve Hristiyanlar da Filistin Halkının parçalarıdır ve ulusal birlik demek, tüm tarafların Filistin ulusal birliğinin parçaları olduğunun meşru olarak tanınması demektir.

Dolayısıyla, bu coğrafyada mezheplere dayalı siyaset yapılamayacağı, Filistin/İsrail çatışmasına yaklaşımdan dahi açıkça ortaya çıkıyor.

Bunun yanında, Biden tarafından yönetilen ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesinin yakın sonuçlarını da göz önüne aldığımızda, “Sünnî ümmet kardeşliği” politikasının Türkiye’yi hızla bölgesel siyasette bir uçuruma sürüklediğini görebiliriz.

Bilindiği gibi, Viyana görüşmelerinde, ABD ve İran önemli konularda anlaşma sağladı. Yeniden uluslararası bankacılık sistemine alınması, petrol satışına izin verilmesi, ambargonun büyük oranda kaldırılması ve bloke edilmiş milyarlarca Dolar İran parasının iade edilmesi İran’ın Batı ile ilişkilerinde “normalleşme” sürecine girmesi anlamına geliyor.

İran’ı çok rahatlatacağı açık olan bu sürecin ülke içinde de ekonominin canlanması, kültürel hayatın zenginleşmesi ve siyasetin de çoğulculaşması gibi etkileri olacaktır.

Bunun yanında, İran’daki gelişmelerin uluslararası siyasete yansımaları da olacaktır.

Irak'ta siyasetin yeniden dizayn edilmesi ile birlikte, İran’ın Batı ile yakınlaşması, Suriye için de bir kapı açılması anlamına gelir.

Suriye, zaten kısmen işgal edilmiş kuzey bölgesinde bir özerk yapıyı kabul etme karşılığında Batı ile ilişkilerini “normalleştirme” sürecine, İran’ın da desteği ile kolayca dahil edilebilir.

Elindeki kartlar en güçlü olduğu dönemde ne Suriye ile ve ne de Mısır ile barışmak konusunda adım atmadığı için, İran, Suriye ve Mısır Batı ile ilişkilerini normalleştirirken, bu kez Ortadoğu’nun “kaybedeni” Türkiye olabilir!

Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılırken, Türkiye elindeki “Sünnî ümmet kardeşliği” kartı ile hangi avantaja sahiptir?

Açıktır ki, eldeki bu kartla yapabilecek tek hamle, Türkiye’yi Biden’in önünde diz çöktürmek olacaktır!

Bu "akıl", Türkiye'yi Libya'da, Kıbrıs'ta ve Doğu Akdeniz'de de zor durumda bırakacaktır.

Ne yazık ki, ülkemizi bugün yönetenler, içerde ve dışarda siyasetin başat meselesinin bağımsızlık ve emperyalist saldırganlığa karşı direniş cephesini büyütmek olduğu gerçeğinden çok uzaklar.

Tam da bu nedenle, küresel emperyalist saldırganlığın en vahşi örneği olan Filistin/İsrail çatışmasında dahi emperyalizme karşı ittifak değil, “Sünnî ümmet kardeşliği” önerebiliyorlar.

Bugün “devlet aklı”nda olmayan şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş harcında bulunan anti-emperyalizm ruhudur.

2016'dan sonra şiddetlenen emperyalist saldırıyı savuşturma becerisine sahip olmadığını yaşayarak gördüğümüz "akıl", Türkiye'yi yine bedel ödeyeceği paradoksun içerisine sokmak üzere.

Son sözü büyük Türk Hakanı ve Ozanı Şah İsmail Hataî söylesin, elbet bu öğütten kendisine ders çıkaranlar olacaktır:

Akıl beru, gel beru,
Gir gönüle nazar eyle,
Görür göz, işidir kulak,
Söyler dile nazar eyle.

Baştır gövdeyi götüren,
Ayak menzile yetüren,
Türlü maslâhat bitüren,
İki ele nazar eyle.

Sofi isen alub satma,
Helâline haram katma,
Yolun eğrisine gitme,
Doğru yola nazar eyle.

İki elim kızılkanda,
Çok günâhlar vardır bende,
Ya İlahî, kerem sende,
Düşkün kula nazar eyle.

Hataî eydür ya Gâni,
Veren Mevlâ alur canu,
Evvel kendi kendin tanu,
Sonra ele nazar eyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar