KARLI DAĞLAR NE OLUR NE OLUR…

Zaman zaman dalarım iç dünyama. Bu günkü aklımla, teknolojiyle ilk gencik heyecanlarını yaşayamadığım ve bir daha yaşama imkânım olmadığı için hüzünlenirim. Sizler de öylesinizdir bilirim. Bir sokaktan geçmek, bir daha, bir daha geçmek. Biri bir şey der mi diye korka korka, gizli gizli geçmek. Görünmeden o evin penceresinden onu görebilmek umuduyla.

Derler ki, “Kırk gün taban eti, bir gün av eti..” Gördünüz diyelim, karşısına geçip seyredemezsiniz, bir selam veremezsiniz, “bir tatlı tebessümünü, bin vuslat niyetiyle alamazsınız ki”, o andaki bakış alanınız birkaç saniyede bitiverir. Şükrü Tunar’ı çok sevdiğimi hep söyler yazarım. Belki şuur altıma düşen “Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye” dediği için.

Dünkü yazımda sözünü ettiğim gibi, ben yine kış la karla ilgili şarkılara türkülere dönüvereyim:

Kış şarkılarından hatırlamaya çalışıyorum:

Dağları hep kar aldı, / Gülleri hep har aldı / Ecele borçlu kaldım, / Bir canım var yâr aldı.

Dereler buz bağladı / Avcılar diz bağladı / Beni bir gelin vurdu / Yaremi kız bağladı

Kar yağar kürek ister, / Meyveler direk ister / Nazlım hamamdan çıkmış/ Öpmeye yürek ister.

Geliniz bu şarkı üzerinde de biraz duralım. Geçmiş günlere doğru gidelim:

Dağlar karla örtülmüştür. Yol vermiyor artık. Dereler donmuş. Şehirdeki karları kürekle temizlemeden yürümek mümkün değil. Böyle bir gün, hamamın kapısı açılıyor, yanakları al al olmuş nazlı yâr hamamdan çıkıyor. Uzaktan onun ter temiz kokusu hissedilir gibi. Al yanak dışarının soğuğundan bir kat dana allanmıştır. Böyle bir yanak öpülmez mi? Âşık koşacak öpecek ama, bir an duraklıyor.

Ya naz ederse?

Ya gören olursa ne der?

Âşık kendisini yüreksizlikle itham ediyor ve kendi kendinden utanıyor:

Nazlım hamamdan çıkmış, / Öpmeye yürek ister.

Geliniz bir manzaraya şehirden ve köyden bakalım.

Kış günü sevgilisine kavuşan âşık, bir daha ayrılmak istemiyor. Sevgilisi “Üşüdüm!” demiş mi dememiş mi bilmiyoruz ama bizim şehir âşığı sevgilisi üşür diye korkar, onu ısıtmak ister:

Ateşlik eder sana bu sinemdeki dağım / Sert oldu hava çıkma kuyundan kuzucağım” der.

Bizim köylerde böyle “cağım , ceğim”li sözler yoktur. Köylü delikanlı aynı şeyi düşünse bile açık açık dobura dobur pat diye söyleyeceğini söyler:

Dağa taşa kar yağar / Rüzgar vurur boynuma / Isıtayım ben seni / Gel gir yavrum konuma!

Bir başka manzara açıyım istedim. Ama bu iş uzayacak. İnsan kışı arar mı? Arayan, kışa doyamayanlar da var.

Gülüşerek o yollardan geçerdik kışın. / Nerde şimdi gönülleri yakan bakışın. /Ayrılırken ellerini o bırakışın. /Nerde şimdi gönülleri yakan bakışın” dizeleri var Bimen Şen’in hicaz şarkısında.

Onların geçtiği yollar her yerde olabilir. Belki de bu sabah camdan dışarı baktığımızda, bir genç kız ile yakışıklı delikanlının gülüşerek sokaktan geçtiğini gördük. Varsayalım ki delikanlı dört ay sonra askere gitti. Bu şarkı dilenden düşmese gerek.

Bir hicaz faslını dinlerken nereden nereye geldik. Fasıl bir hicaz türkü ile bitmekte:

Yürü dilber yürü ömrümün varı / Eridi kalmadı dağların karı

Bizim halk şairlerinden kendini karla özdeşleştirenler var.

Şu dağın başında bir top kar idim / Yağmur yağdı, güneş vurdu eridim” diyeninden

Karlı dağlar ne olur ne olur / Asker ağam gelse yaralarım iy’olur” diyenine kadar yüzlerce örnek verebiliriz.

Biraz da kar ve kışlarla örtülü şiir ikliminde gezinelim:

Küçük bir kasabadaki karlı günleri anlatan Necati Cumalı şiirini şöyle bitirmiş:

“…. Evlerinin avlusunda ayna nar

Sedirinde acı biber rengi bir kilim

Odan ıslak tahta kokar biraz da toprak

Gözlerim sana değer ısınır

Uzattım mı mangalına ellerimi

Her yanım tane tane mısır

Sanırdım patladı patlayacak

Sen sıcaktın yataklar sıcak

Pencerende aydınlık kar

Ateşim kömürüm esmerim benim

O günlerin tadı başka nerde var

Gençtik âşıktık deliydik

Seviştikçe ağardı karanlıklar

Bunca dağın karlarını erittik”

Sevgili dostlarım, arkadaşlarım yarın yine kar ve kışı, ama bu kez komşuluk ilişkilerini anlatacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar