KIŞLANIN ÖNÜNDE REDİF SESİ VAR

Her ne kadar Edebiyat Fakültesi’nde esas branşım Türkoloji’ye ek olarak Orta Çağ tarihine ilişkin sertifika eğitimi alsam da, kendimi tarih konusunda uzman saymam mümkün değil. Ancak, genel kültür seviyesinde bilgi sahibi sayılabilirim.

Osmanlı’nın son döneminde Arap ihaneti nedeniyle can veren, mezarları dahi olmayan yüzbinlerce Anadolu ve Rumelili vatan evlatlarının acısı yüreğimin yangın yeri olmuştur. Her ne kadar Uygur Türkleri görmemezlikten gelinse de Türk milleti, dünyanın neresinde olursa olsun bir mezalim varsa imdada koşmuş, durumdan kendine insanlık görevi çıkarmıştır. Örneğin Filistin’i milli davası saymakta. Oysa Filistin’in Osmanlı ihaneti yenilir yutulur cinsten değil. Ya yemen, ah Yemen!

Bugün üç gün sürecek bir diziye başlıyorum. Yemen ve Yemen’in Anadolu insanının yüreğindeki yansımalarından söz edeceğim. Yarın ve yarından sonraki gün yazıma tesadüf edenlerin geriye dönüp konuya bütün olarak bakmaları arzu halimdir.

Rumeli'den özellikle Edirne ve Selanik gibi Türk illerinden kura ve redif taburları ile on binlerce Türk evladı, okuldan yeni mezun olmuş genç subaylarla hareket etmişler, ama hiçbirinden haber alınamamıştı.

Anadolu'dan giden askerlerin dramı yolculukta başlamıştı. Bir isyan çıkarabilirler endişesi ile bunlar İstanbul’a sokulmamışlar, aylar süren yaya yolculuğu ile ya doğrudan doğruya Arabistan’a ya da İzmir'e kadar süren yolculuktan sonra, vapurla Mısır, Süveyş ve Yemen'e ulaşabilmişlerdi.

Adının yalnızca Âşık Hasan olduğunu bildiğimiz bir Anadolu delikanlısının Yemen yolculuğunu anlatan yüzlerce kıtalık destanından üç beş dörtlük aktararak bu yolculuğun çetinliğine ışık tutmak istiyorum:

Felek siyah yazdı beyaz yazımı

Gam u kasavetle örttü gözümü

Babasız bıraktı körpe kuzumu

Yaradan Hüda’dan geldi ne çare…

Hiç bahar görmedim bülbül ötmedik

Bize denir muradına yetmedik

Üç yavru var henüz tüyü bitmedik

Dideler yaş ile doldu, ne çare...

Mecitözü’ne geldik öğle vaktında

Herkes siyahlığın buldu bahtında

Gözümüz kalmadı Hünkâr tahtında

Hasretlik hatıra geldi, ne çare...

Cuma günü dâhil olduk Çorum'a

Nihayet yok efkârıma, zarıma

Can daraldı sığmaz oldu derime

Gam hançeri bağrımı deldi, ne çare...

Zabitan olanlar sence gider

Kimi göğsün döğer, kimi ah eder

Bizi Sungurlu'ya götürdü kader

Mekânımız mescit oldu, ne çare...

Nice sıkıntılar çektik yollarda

Ahvalimiz destan oldu dillerde

Her gece çadır kurduk çöllerde

Felek bizi yola saldı ne çare...

Ankara'ya kuşluk vaktinde erdik

Dizilmiş kara treni de gördük

İkişer olduk da içine girdik

Ayağımız yerden çekildi, ne çare...

Bir merak var herkesin yüzünde

Biz de kaldık şimdi derya yüzünde

Yalan yoktur bu Hasan'ın sözünde

Griftar-ı gurbet oldu, ne çare...

Yemen'in her taşı toprağı Türk kanı ile ıslanmıştır. İşte bunun içindir ki, halk edebiyatımızda, hıçkırık dolu birçok türküde, destanlarda Yemen yaşamaktadır. Bu türküler, hasretin yankısı, ihtiyar anaların, babaların, gelinlerin hıçkıran sesidir.

Bu türkünün sözleri 1. Dünya savaşında Yemen'e giden askerlerin ağzından söylenmiş:

Eğil dağlar eğil, üstünden aşam

Yeni talim çıkmış varam alışam

Ölmeden yârime bir daha kavuşam

Aldılar yârimi elimden uyan, uyansın

Buna taştan yürek ister nasıl dayansın.

Gümüş cezvelerim kaynar ocakta

Yemen çöllerinde kaldım sıcakta

Altı aylık yavrum kaldı kucakta

Aldılar yârimi elimden uyan, uyansın

Buna taştan yürek ister nasıl dayansın

Yine Doğu Anadolu'da yakıldığı sanılan bir başla Yemen türküsünün sözleri de şöyle:

Kışlanın önünde redif sesi var

Bakın çantasında acep nesi var

Bir çift kundurası; bir de fesi var.

Ano Yemen'dir, gülü çemendir

Giden gelmiyor acep nedendir?

Yemen'e ilişkin türkülerimiz biter gibi değil. Yarınki yazımda bu türkülerden örnekler vermeyi sürdüreceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar