Ahmet Özdemir
KIŞLANIN ÖNÜNDE REDİF SESİ VAR
Her ne kadar Edebiyat Fakültesi’nde esas branşım Türkoloji’ye ek olarak Orta Çağ tarihine ilişkin sertifika eğitimi alsam da, kendimi tarih konusunda uzman saymam mümkün değil. Ancak, genel kültür seviyesinde bilgi sahibi sayılabilirim.
Osmanlı’nın son döneminde Arap ihaneti nedeniyle can veren, mezarları dahi olmayan yüzbinlerce Anadolu ve Rumelili vatan evlatlarının acısı yüreğimin yangın yeri olmuştur. Her ne kadar Uygur Türkleri görmemezlikten gelinse de Türk milleti, dünyanın neresinde olursa olsun bir mezalim varsa imdada koşmuş, durumdan kendine insanlık görevi çıkarmıştır. Örneğin Filistin’i milli davası saymakta. Oysa Filistin’in Osmanlı ihaneti yenilir yutulur cinsten değil. Ya yemen, ah Yemen!
Bugün üç gün sürecek bir diziye başlıyorum. Yemen ve Yemen’in Anadolu insanının yüreğindeki yansımalarından söz edeceğim. Yarın ve yarından sonraki gün yazıma tesadüf edenlerin geriye dönüp konuya bütün olarak bakmaları arzu halimdir.
Rumeli'den özellikle Edirne ve Selanik gibi Türk illerinden kura ve redif taburları ile on binlerce Türk evladı, okuldan yeni mezun olmuş genç subaylarla hareket etmişler, ama hiçbirinden haber alınamamıştı.
Anadolu'dan giden askerlerin dramı yolculukta başlamıştı. Bir isyan çıkarabilirler endişesi ile bunlar İstanbul’a sokulmamışlar, aylar süren yaya yolculuğu ile ya doğrudan doğruya Arabistan’a ya da İzmir'e kadar süren yolculuktan sonra, vapurla Mısır, Süveyş ve Yemen'e ulaşabilmişlerdi.
Adının yalnızca Âşık Hasan olduğunu bildiğimiz bir Anadolu delikanlısının Yemen yolculuğunu anlatan yüzlerce kıtalık destanından üç beş dörtlük aktararak bu yolculuğun çetinliğine ışık tutmak istiyorum:
Felek siyah yazdı beyaz yazımı
Gam u kasavetle örttü gözümü
Babasız bıraktı körpe kuzumu
Yaradan Hüda’dan geldi ne çare…
Hiç bahar görmedim bülbül ötmedik
Bize denir muradına yetmedik
Üç yavru var henüz tüyü bitmedik
Dideler yaş ile doldu, ne çare...
Mecitözü’ne geldik öğle vaktında
Herkes siyahlığın buldu bahtında
Gözümüz kalmadı Hünkâr tahtında
Hasretlik hatıra geldi, ne çare...
Cuma günü dâhil olduk Çorum'a
Nihayet yok efkârıma, zarıma
Can daraldı sığmaz oldu derime
Gam hançeri bağrımı deldi, ne çare...
Zabitan olanlar sence gider
Kimi göğsün döğer, kimi ah eder
Bizi Sungurlu'ya götürdü kader
Mekânımız mescit oldu, ne çare...
Nice sıkıntılar çektik yollarda
Ahvalimiz destan oldu dillerde
Her gece çadır kurduk çöllerde
Felek bizi yola saldı ne çare...
Ankara'ya kuşluk vaktinde erdik
Dizilmiş kara treni de gördük
İkişer olduk da içine girdik
Ayağımız yerden çekildi, ne çare...
Bir merak var herkesin yüzünde
Biz de kaldık şimdi derya yüzünde
Yalan yoktur bu Hasan'ın sözünde
Griftar-ı gurbet oldu, ne çare...
Yemen'in her taşı toprağı Türk kanı ile ıslanmıştır. İşte bunun içindir ki, halk edebiyatımızda, hıçkırık dolu birçok türküde, destanlarda Yemen yaşamaktadır. Bu türküler, hasretin yankısı, ihtiyar anaların, babaların, gelinlerin hıçkıran sesidir.
Bu türkünün sözleri 1. Dünya savaşında Yemen'e giden askerlerin ağzından söylenmiş:
Eğil dağlar eğil, üstünden aşam
Yeni talim çıkmış varam alışam
Ölmeden yârime bir daha kavuşam
Aldılar yârimi elimden uyan, uyansın
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın.
Gümüş cezvelerim kaynar ocakta
Yemen çöllerinde kaldım sıcakta
Altı aylık yavrum kaldı kucakta
Aldılar yârimi elimden uyan, uyansın
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın
Yine Doğu Anadolu'da yakıldığı sanılan bir başla Yemen türküsünün sözleri de şöyle:
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurası; bir de fesi var.
Ano Yemen'dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?
Yemen'e ilişkin türkülerimiz biter gibi değil. Yarınki yazımda bu türkülerden örnekler vermeyi sürdüreceğim.