“NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN”

Bizim Yörükler “Gelin ata binmiş, “Ya nasip!” demiş, derler. Siz isterseniz “deveye binmiş” de diyebilirsiniz.

Kısmet atına binip, “Ya nasip!” diyerek klavyenin başına geçtim. Nasip denince birkaç dize anımsarım: “nasibin dalda çocuk / uzan uzan dallara / nasibin yolda çocuk / düş düş yollara // nasibim sensin çocuk / seni yağmur gibi / bulut gibi / gönderen sağ olsun bana…”

Bu dizeler Rüştü Onur’un. Rüştü Onur kim? Nereden bileceksiniz? Cumhuriyet dönemi Türk şiir tarihinin en genç şairi... Yirmi üç yaşını göremedi. Çünkü yirmi iki yaşında 2 Aralık 1942’de veremden öldü. Kendisi gibi genç yaşta veremden ölen arkadaşı Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte ölümlerinden sonraki yıllarda yayımlanan her şiir antolojisinde kısa yaşam öyküleri ve şiirleriyle “Zonguldaklı şairler” olarak yer aldı. Muzaffer Tayyip Uslu gibi Behçet Necatigil'in öğrencisiydi. Hayatı Kelebeğin Rüyası adlı filmde beyaz perdeye aktarılmıştı. Rüştü Onur biraz daha yaşasaydı kim bilir ne güzel şiirlerini okumuş olacaktık. Nasip işte.

Uzun zamandan beri Pir Sultan üzerine çalışıyorum. Daha doğrusu eski Pir Sultan kitabından olası hataları ayıklamak için uğraşıyorum. Ona bal edilen ve deyiş olarak da okunan bir şiir var:

“...Kısmet verip çevre çevre yeldirdi

Bilmediğim hikmetlere daldırdı

Çekip ayrılığın okun doldurdu

Ya eceldir ya didardır ya nasip ...”

Bir yerde nasip kelimesini duysam ya da okusam. Talibi Coşkun’un türküsü dilimde pelesenk olur:

Nasip olsa gene gitsem yaylaya

Doya doya baksam suna boyluya

Senin için yalvarayım Mevla’ya

Belki seni bana yazar yaradan

Seni gördüm evvel bahar yaz iken

O güzellik sende ilvan naz iken

Güller taze iken teller saz iken

Belki seni bana yazar yaradan

Yüce dağ başında pınar gözüsün

Sürüden seçilmiş körpe kuzusun

Güzeller güzeli yayla kızısın

Belki seni bana yazar yaradan

Ela göz üstüne eğmedir kaşı

Başına bağlamış telli bir poşu

Talibi Coşkun der bulunmaz eşi

Belki seni bana yazar yaradan…

Nasip olup yine gitti mi, gitmedi mi bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. Mevla Keklik Emine’yi Talibi’ye nasip etmedi. 12 Mart 1976’da Ankara’da bir parkta sevdiğine kavuşamamış diğer âşıklar gibi gözleri açık hayata veda etti.

Derler ki, eğer nasip ederse Mevla; el getirir, yel getirir, sel getirir. Nasip etmez ise Mevla; el götürür, yel götürür, sel götürür.

Çanakkale’nin Ezine ilçesinin Pazarköy köyü var. Arkadaşım Veysel Özbey’in köyü. Onun yetiştirdiği kavun ve elmalardan lezzetlisini yemedim. Bir yaz günü ziyaret ettiğim zeytin tarlalarının ortasında birkaç incir ağacının meyveleri de öyleydi.

Dün Fecebook’ta paylamıştı. Oğul veren bir arının kolonisini asfaltta bulmuş. Boş bir kovana yerleştirmiş ve fotoğrafının altına “Nasip ise gelir Hint’ten Yemen’den demişler bende asfaltta yakaladım,” diyor.

Nasipse gelir Hint’ten Yemen’den, nasip değilse ne gelir elden? Bu sözün pek çok hisse alabileceğimiz kıssası var. Hem bizim kültürümüzde, hep yabancılarda. Leadri haline gelmiş pek çok kişinin altına adını yazarak paylaştığı kıssalar vardır. Onlardan birini size aktarayım:

Ege adalarından sanırım Sisam’ın zalim bir kralı varmış. Yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. Zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:

“Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki!” deyivermiş. Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dâhil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:

“Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrarlayabilir misin?” diye sormuş. Köle şöyle cevap vermiş:

“ Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!

Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş.

Kral bostanda, bardak masada kalmış... Bu olayın ne güzel anlatımıdır: "Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"

Siz yine de nasibinizi başka yerlerden beklemeyiniz. Hiçbir şeyi çantada keklik değil. Sıkıca asılın nasipten beklediğinize. Hayata asıldığınız gibi...

Önceki ve Sonraki Yazılar