GÜZEL "ŞEYLER" DE OLUYOR AMA...

1/

Bir yıl geçti değil mi?

Sağlık Bakanının, geçtiğimiz mart ayının “bu” günlerinde, covid 19 ile ilgili açıklamalar yapmasıyla birlikte salt insanların içine “atılan” kor ateşi değil; marketlere makarna, kolonya, yiyecek alabilmek için oluşan bungunluğu anımsadınız değil mi?

Raflarda makarna, pirinç kalmadı; şaka gibi!

O gün eğer bakan, “maske takmak gereklilik değil” demeseydi de, “takın” uyarısını bulunsaydı ne olurdu acaba; düşünülmesi, öngörülebilmesi bile zor! Makarnanın, kolonyanın fiyatının üçe/ dörde katlanmasını maskede de yaşayacak, bir liralık maskeyi beş/ on liradan bulmaya çalışacaktık!

Demek ki “zorunluluk yok” demekte de bir “iyilik” varmış!

Çok acı çekildi ama… Yirmi yaş altı olanlar, altmışbeş yaş üzerinde bulunanlar “potansiyel” hastalıklı gibi anıldılar! Evlerinin penceresinden başını çıkarana cezalar yağdırdılar! Sokakta yürürken azarlandılar, parkta otururken gözdağı verildiler, bir de “biz sizi düşünüyoruz” tutumuna girdiler!

Yalnız bunlar bular mı?

“Evde kal” denilmesi bilindi de, “nasıl kalınabileceği” açıklığa kavuşmadı!

Canlıların doğmaları, büyümeleri, yaşamlarının sona ermesi nasıl doğalsa/ yemesi, içmesi, giyinmesi, gereksinmelerini sağlaması da doğal sayılması gerekirken; bilinmedi, bilenler de gözden uzaklaştırıldı!

Aylardır kapalı olan işyerlerinin gerek işyeri masrafları, gerekse yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olan gereksinmelerini nasıl karşılayacaklardı? Bu yıla değin, devletin istediği vergileri “karşı kaldırmadan” yerine getiren yurttaş, yüzyılda bir dünya üzerine çöreklenen bu ya da benzeri olgular sürecinde “gördüğü/ karşılaştığı” bu yaşananlar olmamalıydı!

“Hayat eve sığar” denildi, “evde kal” denildi, “yakınlarınızdan uzaklaşın” denildi, “çocuklarınıza yaklaşmayın” denildi, burundan alacak oksijenle beyin hücreleri beslenmesine karşın “maskeyle ağız/ burun kapansın” denildi,

Bir de yurttaşa “çocuklarından uzak dur” denirken, beşbin kişilik salonlarda “tıka/ basa”, birbirinin ağzına girercesine yapılan toplantıları saymazsak eğer; normalleşme güzel, işyerlerinin açılması güzel, yurttaşın sosyal yaşamını sürdürmesi güzel, insanın “bana yardım et dememesi” güzel…

2/

Kurak geçen kış mevsiminin ardından düşen cemreyle birlikte, ilkyazı müjdeleyen doğanın yeniden dirilişine tanık oluyoruz.

Ne güzel? Daha birkaç ay önce cıscıbıdak kalan ağaçlar/ erik ağaçları/ zerdali ağaçları/ uyuyan toprak ne denli şen…

Ahmet Arif, şöyle söylemiş:

“Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere,

Yastığım, ranzam, zincirim,

Uğruna ölümlere gidip geldiğim,

Zulamdaki mahzun resim,

Haberin var mi?

Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,

Karanfil kokuyor cıgaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”

İlkyazın gelişi nelere yansımaz ki? Yastığın, pencereden vuran ışığın kokusunu/ sevinci değiştirir.

Nazım’a göre ilkyaz bir başkadır! Toprak kokusudur, kuş sesleridir, pırıltıdır, şöyle ki:

“Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.

Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire

taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire…

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,

dışarda bozkırın üstünde pırıltılar…”

Kuraklığı, doğanın katlini, iklim değişikliğinden kaynaklı uyuşukluğu saymazsak eğer; ilkyaz yüzleri güldürdü! Pencereye bir kuş kondu, içeri almaya gerek yoktu; üşümüyordu!

Yakında portakal çiçekleri açacak, Adanalıya şen olacak; birileri çıkıp “karnaval” uyuşmazlığını ortaya atıncaya dek!


 

3/

Ne çok özlemişiz, yaşamın içinde ne çok yeri varmış, ne denli kaçınılmazımızmış böyle?

Sokaklarda çocuklar olacaktı, okul zilinin sesini duyacaktık, yanından geçerken cıvıldayan seslerini duyacaktık, koşuşmalarını izleyecektik, bir çocuğun yere düşmesini/ dizinin kanayan yarasını/ bir başkasının “muzip” gülüşüne görecektik!

Ne çok özlemişiz böyle?

Toplumun içinde var olduklarını, akranlarıyla “bir başka” dünya içinde olduklarını, verileni “anında” aldıklarını öyle özlemişiz ki…

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, söyleşisinde “çocuklarda da zıplama hissiyatı var. O kadar mutlular, gözleri parıldıyor ki okulu çok özlemişler” diyor!

Belki de “ilk başta” düşünülmesi, çözüm yolları aranması, zamanları yitirilmemesi gerekendi! Hep “internetten uzak tutun” diye anne- babaları uyarılan çocuklar, birden “internet çeken yerde olsunlar, eğitim biçimimiz bu” oldular! Sözde korundular, sözde çıkış yolu buydu, sizde çocuklar hapsolmalıydı!

Yalnız öğrenciler değil, okul/ sınıf değil, öğretmenlerin bile durumları belirsizliğini koruyor!

Öğrencinin ulaşımında yaşanacak sorunlar, sınıfın/ lavabonun/ sıranın/ havalandırma sisteminin durumu, daha bir çok eksikliklere karşın…

Sevindirici olan, okulların açılması…

Öyle özlemişiz ki; kuş cıvıltısı gibi, zerdali çiçeği gibi, “dağlarına bahar” gelmeli “memleketimin…”

Önceki ve Sonraki Yazılar