Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

BORÇ EKONOMİSİNDEN ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇİŞ

2018’de, dönemin Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak tarafından dillendirildiğinden beri, üretim ekonomisine geçiş konusunda iktidarın plan yaptığını veya en azından tartıştığını biliyoruz.

Yıllarca sol siyasetçilerin ve ekonomistlerin dikkat çektiği bir zaafla ilgili olarak, iktidar tarafında da farkındalık oluştuğu söylenebilirdi.

BORÇLANMA EKONOMİSİNİN SONU

Türkiye, Özal ile birlikte hızla Batı’nın finans sermayesinin (siz onu tefecileri diye okuyun) kucağına atılmıştı!

O dönemde, Ertuğrul Özkök, Mehmet Barlas, Engin Ardıç, Emre Aköz, Ergun Babahan ve daha nice ktidara yakın yazarlar, modernleşmeyi kentleşme, kentleşmeyi de kırsal alandaki nüfusun azaltılması olarak tanımlayarak, topluma hayal sattılar.

Batı’da ise, buzdolabı/çamaşır makinesi/otomobil istatistikleri üzerinden Türkiye’nin gelişmişliğine övgüler düzüldü!

Halbuki, olan biten Türkiye’nin tefecilerin açtığı sıcak paraya boğulması ve sahte bir bahar havası yaşatılmasından ibaretti.

1981’de 19,2 milyar Dolar olan dış borç, 2002’de 131,9’a, 2021’de ise 450 milyar Dolara yükseldi!

Öte yandan, Türkiye’nin sadece 2003-2020 döneminde ve sadece resmi bütçeden ödediği faiz miktarı ise, tam 495,2 milyar Dolar!

Dikkat ediniz, 18 yıl içerisinde 495,2 milyar Dolar öz bütçesinden faiz ödeyen Türkiye’nin toplam dış borcu 450 milyar Dolardır!

Türkiye’nin nasıl bir tefeci kumpasında rehin alındığını faiz ödemeleri ve dış borç stoku verilerinden kolayca anlayabiliriz.

YOLUN SONU GÖRÜNDÜ

Türkiye’nin son 40 yılında halkın çektiği tüm cefaya rağmen, asıl kazananların Batı’nın tefecileri olduğu açıktır.

Türkiye, uluslararası rekabete açılmak adı altında, yabancı tekellerin av alanı haline getirildi.

Öyle ki, bize yoğurdu bile Fransız firmasından yedirdiler, suyu Amerikan firmasından içirdiler!

Türkiye devletini yönetenler tarafından, kendi öz malımız şirketleri sahiplenmek, teşvik etmek ve güçlendirmek yerine, yabancı şirketlere milli varlıklarımızı peşkeş çekmek başarı olarak lanse edildi!

Faizci ekonomi işsizliğe çare de bulamazdı, üniversite mezunlarına iş de bulamazdı! “İşsizliği azaltacak formülüm yok” ve “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şart yok” türünden açıklamaları işte bu sistem çerçevesinde okumalıyız.

Gerçekten de, borçlan(dır)ma ekonomisinin ne genel anlamda işsizliğe bir çare bulması ne de üniversite mezunlarına iş bulması gibi sorumlulukları olabilir!

Şimdi, geldiğimiz noktada, görünen odur ki, borçlanarak devleti yönetiyormuş gibi yapmak ve halka yalan hayaller satmak artık mümkün değildir.

Dolayısıyla, eğer Türkiye kendi ayakları üzerinde duracaksa, bunu ancak kendi ekonomisini güçlendirerek yapabilir.

ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇİŞ

Bir ülkenin tarlalarından ekin kaldırılıyorsa, fabrikalarından çıkan ürünler pazarlara ulaşıyorsa, o ülkede bereket ve refah olabilir.

Ancak, bir ülkede faizle alınan para yeniliyorsa ve sürekli bir şeyler satarak ekonomi döndürülüyorsa, orada bereket ve refah olma ihtimali yoktur.

Çünkü, borç yiyen cepten yer ve atalarımızın dediği gibi, hazıra dağ dayanmaz!

O halde, Türkiye yeniden Cumhuriyet’in ilk yıllarını hatırlamak, hatırlamak ötesinde örnek almak ve bu güne uyarlamak zorundadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti kadroları ülkemizi karış karış gezerek, hangi bölgede hangi tarımın elverişli olduğunu ve buna uygun sanayi tesislerinin listesini çıkardılar.

Zaman ve kapasite ölçümleri ile nerelerde hangi fabrikaların kurulacağı tespit edilerek, sanayi tesislerini kuracak yabancı şirketlerle kısmen borçlanma ve kısmen de mal karşılığı anlaşmalar yapıldı.

Batı’nın tefecileri planlanan fabrikaların teknolojisini satmaya yanaşmadığı için, Sovyetler Birliği ile oldukça uygun anlaşmalar yapıldı.

Kısa sürede, koskoca Anadolu’nun her yerinden fabrika bacaları yükseldi. Kendi tütünümüzü, pamuğumuzu, derimizi, buğdayımızı işleyebilir hale geldik.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte, milli paramızı koruma kanunu çıkarıldı!

Bugün, kambiyo rejimini kontrol altına almamakta direnen AK Parti, Türkiye’ye 3 yıldır hak etmediği bir bedel ödetiyor.

Halbuki, kambiyo rejimi ve mali piyasalar kontrol altına alınmadan üretim ekonomisine geçiş mümkün değildir.

İhracatta ithalatın payını düşürecek ve yerlilik oranını yükseltecek teşvik ve desteğe dayalı planlama yapılmadan, tarım ve hayvancılık alanında coğrafi özelliklere göre ve verimliliği gözeten teşvik ve desteklerle köylü üretime sokulmadan, sanayi ve teknoloji alanında yerliliği artıracak “vizyon belgesi” hazırlamadan üretim ekonomisine geçilemez.

Son söz olarak şunu söylemeliyim ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin derhal Devlet Planlama Teşkilatı benzeri bir yapıya ihtiyacı vardır. Üretim ekonomisini yeniden hayata geçirmek, ancak merkezi planlama kurumunun bilimsel çalışmaları ve yol göstericiliği ile olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar