Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

BU İKTİDAR YARGI REFORMU YAPABİLİR Mİ?

Yıllardır feryat ediyorum. Ama, sesimi ne hukukçular duyuyor, ne de muhalefet!

İktidarın duymama sebepleri var. Onları anlayabiliyorum. Ellerindeki imkânlar ve “adalet anlayışı” beni duymalarına engel teşkil ediyor. Ama, muhalefet ve hukukçular neden duymak istemiyor?

Muhalefeti de bir yere kadar anlarım. Çünkü, onlar da, görüldüğü kadarıyla “muhalefet etme üslubunu” iktidar ne veriyorsa bir fazlasını talep etmek ve ne diyorsa tam aksini iddia etmek üzerine kurmuşlar. Dolayısıyla, benim sesimin iktidar koridorlarında duyulmaması kadar, muhalefetin çok katlı merkezlerinde de duyulmayışını anlaşılır kabul ediyorum.

Ne diyorum?

Yargı, adaleti tesis edemeyecek durumda, diyorum!

Ne diyorum?

Bu iktidar yargı reformu yapamaz, diyorum!

Neden diyorum?

YARGININ ELİ KOLU BAĞLI!

Daha önce de, defalarca yazdım. Yine tekrarlayayım:

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu'nda 2012'den itibaren bir dizi değişiklik yapıldı. Denetimli serbestlik uygulaması ile mahkumlar hapis cezalarının bir kısmını dışarda geçirecekti.

İlk bakışta ‘hümanist’ bir yaklaşım gibi görünse de, bu değişiklik ve arkasından gelen KHK düzenlemeleri sonuç olarak suçluyu koruyan bir uygulamaya dönüştü.

Halbuki, yargı; mazlumu korumak için vardır, suçluyu değil!

Yargı sistemi bu haliyle her gün toplumun vicdanını yaralamakta, adalete inancı sarsmaktadır.

12 YIL HAPİS CEZASI ALAN EN GEÇ 2 YIL SONRA ÖZGÜR!

Bakın, size en yakınımdan bir örnek vereceğim.

Beraber hem beste, hem albüm yaptığımız müzisyen arkadaşım, Alaattin Us, 21 Kasım 2016 günü, İzmir’in Bornova ilçesinde, arabasıyla kırmızı ışıkta durduğu sırada, bir kamyon tarafından çarpma sonucu, feci şekilde can verdi. Aynı araçta bulunan Olgun Özdemir ve Sevinç Öztürk de yaralandı.

Sanatçı olmasını, toplumsal ve ekonomik katkı değerini vs hesaplayacak değilim. Sadece, kırmızı ışığa rağmen! Gazdan ayağını kesmeyen kamyon şöförünü adaletli bir şekilde yargılayacak sistemin olmadığını göstermek istiyorum.

Kamyon şöförü Kenan Yılmaz, ‘suçu’ fren balatalarına atmıştı! Fren arızalıydı, duramadım, demişti.

Mahkeme, sanığı ‘taksirle’, (yani elinde olmayan sebeplerden ortaya çıkan kusurla!) ölüme sebebiyet vermekten suçlayarak davayı açtı. Sonra, mağdur avukatlarının da itirazıyla suçun vasfı “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek” olarak değiştirildi. Ve, sanık Yılmaz 12 yıl hapse mahkum oldu.

Buraya kadar, iyi işte, adalet yerini bulmuş, dediğinizi duyar gibiyim. Lütfen, sabredin. Bakın, sonra neler oldu!

Sanık avukatları davayı istinaf mahkemesine götürdüler. Ardından tekrar görülen davada, sanığın sebep olduğu kaza konusunda pişmanlığı da göz önüne alınarak, verilen ceza önce 8 yıla sonra da 1/6 oranında düşürüldü! Mahkeme, sanığın sebep olduğu ölüm ve yaralama konusunda pişmanlığı ve bilinçlendiği konusunda nasıl ikna olup bu kanaate ulaştı halen bilmiyorum!

Ama, cezası 6 yıl 8 aya düşen sanık, yattığı süre de göz önünde bulundurularak! Ve denetimli serbestlik hakkından faydalanarak! Salıverildi!

BU ADALET KİMİN ADALETİ?

Biliyorum, bu kararı veren yargıçların hiçbir kusuru yok! Onlar, mevzuata göre işlem yapıyorlar.

Toplum olarak en büyük yanılgılarımızdan birisi de, adaleti yargıcın sağladığına inanmamız! Yargıçlık makamı o denli idealize edilir ki, sanırsınız, hakim olan birisi Türkiye’yi düzeltebilir!

(Siyasette bu kadar hukukçu olmasının bir nedeni de, yargıçlık makamını idealize edenlerin, hayalleri boşa çıkınca bunları siyaset kurumunda gerçekleştirmeye yönelmesi olarak açıklanabilir mi? Bilemiyorum! Ama, hukukçuların siyasete girmesiyle ve hatta ciddi bir ağırlık oluştırmasıyla, ülkede adalet duygusunun dahada güçlendiğini söyleyemeyeceğimiz açık!)

Bir ülke düşünün ki, tüm yargı sistemini mahkumu serbest bırakmak için seferber ediyor ve bunu da ‘adalet’ (hukuk değil!) bakanlığı eliyle yapıyor!

Sanıyorum, ilk iş olarak bakanlık ismini değiştirmekle başlayalım. O bakanlık, önce hukuk bakanlığı olsun. Belki, adalete daha kolay ulaşırız!

SİSTEMİN NEDEN YANLIŞ İŞLEDİĞİNİ BİLİYOR MUYUZ?

Tüm bunları anlattıktan sonra, asıl sormamız gereken, Adalet Bakanlığı’nın neden böyle bir sistemsel hataya düştüğüdür.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün açıkladığı verilere göre, Haziran ayında ülkemizde 281.094 tutuklu ve hükümlü vardı. Yaklaşık olarak cezaevi kapasitesi de 200 bin olarak açıklanıyor. 2018 ve 2019 yıllarında tam 27 yeni ceza ve tutukevi yapılmış. 137 cezaevi de inşaat halinde!

Adalet Bakanlığı’nın International Center for Prison Studies’e sundukları Temmuz 2020 raporundan alınan bilgileri, CTE Genel Müdürü Yılmaz Çiftçi'nin 25 Haziran 2020 tarihinde Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda yaptığı açıklamayla birleştirdiğimizde, 15 Nisan 2020’den itibaren, Alaattin Çakıcı’nın da salıverilmesini sağlayan düzenleme ile “özgürlüğüne kavuşan mahkum sayısı”nı da toplayarak, yılın ilk aylarında cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısının 489.094 kişi olduğunu anlıyoruz!

SUÇ VE CEZAEVİ SARMALINA TESLİM OLAN ADALET!

Adalet Bakanlığı’nın iki temel görevi olduğu ortaya çıkıyor: 1) Cezaevlerinde “şişen” mahkum sayısını azaltmak için düzenleme yapmak! 2) Cezaevi inşa etmek!

Ne yazık ki, durum bu!

Adalet Bakanlığı deyim yerindeyse, bu iki konu arasında sıkışmış, adeta rehin alınmıştır!

Toplum olarak sorgulamamız gereken daha önemli bir konu da, aslında suçlu oranımızın oldukça yüksek oluşudur. Rakamlara bakınca, yaklaşık her 50 kişiden birisinin şu anda demir parmaklıkların ardında olması gerektiği sonucu çıkıyor! Sistem ciddi olarak alarm veriyor! Umarım, iktidarı ve muhalefeti ile siyaset kurumu durumun ciddiyetinin farkına varır!

BU İKTİDAR REFORM YAPABİLİR Mİ?

Yazımızın başlığında, bu iktidar reform yapabilir mi sorumuzu yöneltirken, elimizdeki bu verilere dayanıyorduk.

Reformdan amaç, eğer toplumun adalete olan güveniniş ve saygısını yükseltmek ise, bunun yolu bellidir. Vatandaşın ikna olması için, suç işleyenlerin etkin olarak cezalandırıldığını görmesi gerekir.

Ancak, Adalet Bakanlığı cezaevleri kapasitesini 2 hatta 3 kat aşmış hükümlü ve tutuklular gerçeği orta yerde dururken, sistemin daha etkin işlemesini zorlayabilir mi?

Öte yandan, cezaevleri yapmakla, Adalet Bakanlığı’nın görevini yerine getirdiğini düşünen bir anlayışın reform yapması mümkün müdür?

Halkbuki, reform denildiğinde, aslolan anlayışın değişmesidir. Yani, suçu azaltacak, potansiyel suçluyu caydıracak önlemleri çalışma merkezine koymadıktan sonra, bir reformdan söz etmek mümkün değildir.

Bakın, çok önemli bir şey söylüyorum: Sorun, sadece suçlulara etkin cezalar verilmesi ile çözülemez!

Asıl ‘sorun’, insanı korumak olmalıdır. Asıl hedef, toplumda suçu ve suç işleyen kişi sayısını azaltmak olmalıdır. Yani, Adalet Bakanlığı’nın asıl ağırlıklı görevi, bireyi suç işlemekten caydıracak konseptler üretmek olmalıdır.

Adalet Bakanlığı bu anlayış değişikliğini gerçekleştirdiğinde, evet işte o zaman bir reformdan söz edebiliriz!

Şimdi, yeniden en başa dönerek sorumuzu yineleyelim: Bu iktidar yargıda reform yapabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar