Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

BURASI TÜRKİYE

1960’lı yıllarda, “baba parasıyla okunmaz” diye bir takıntımız vardı. Bizimkiler okumaya gönderdiler İstanbul’a, ben Yeşilçam diye bir gazeteye muhabir oldum. Sözde hem çalışıp hem okuyacağım… Maaş falan yok. Reklam alırsak kırışacağız. Bir yandan devrimcilik yaparken öte yandan artistlerin peşinden bar, pavyon, lokanta, gece kulübü dolaşıyoruz. Daha sonra edebiyat ağırlıklı ABC Gazetesi’nde aynı şey... Geçimimizi sağlayamıyoruz. Okumuyoruz da... Erdem’in mektubu can simidi oldu.

Terzi arkadaşım Erdem Özdiş, benden önce gelmiş çalışmaya başlamıştı Viyana’da. Kısa bir süre sonra bana bir mektup yazmıştı: “Burada hem çalışırsın hem okursun, atla gel”. Arayıp bulamadığım bir macera. 1970 yılı sonunda vedalaştım evle, atladım kara trene, ver elini Avusturya. Önce Viyana’ya, iki sene sonra da haydi İsveç’e Stockholm’e... Aradan tam yarım asır geçti.

Gurbet ellerde “ne iş olsa yapılır abi” deyip, kaynakçılıktan, cam temizleyiciliğine, aşçılıktan şoförlüğe, öğretmenlikten tercümanlığa her türlü kılığa girdik çıktık. Filmcilik, Gazetecilik, Eski İskandinav Dilleri gibi eğitimler birbiri arkasına devam ederken gazetecilikle de bağımız kopmadı. Viyana’da İşçiden İşçiye Haberler, Stockholm’de Birlik Dergisi derken günlük Aydınlık… Radyoculukla, televizyonculukla tanışma... İsveç Radyo ve televizyonunda geçen yıllar... Bu arada Türk basınıyla da ilişkimiz hep sürüyor. Aydınlık, Cumhuriyet, Nokta, TRT, Ulusal Kanal, Berfin vb yerlerde yazdık çizdik. Bu arada İsveç’ten Haberler ve Harbi Gazete isimli iki internet gazetesi başlatıp batırma denemesi...

Derken Emeklilik geldi çattı... Köklerimiz çekiyor... Milas - Bafa’daki baba evini zor bela tamir ettirdik. Geldik yerleştik. Macera devam ediyor...

Emeklilikten sonra esas olarak kitap yazmaya yöneldik, altı kitap yayınladık. Sırada daha yayınlayacağımız çok kitap var... Bu arada gazetecilik mikrobu yakamızı bırakmıyor, gene bir şeyler karalayıp duruyoruz. Kaşla göz arasında gazetecilikle tanışmamızın üstünden de yarım asırdan fazla zaman geçmiş…

1970’li yıllardan arkadaşım ve Harbi Gazete’mizde köşe yazarımız Ali Rıza Özkan gazete başlatmış; “makale yaz” deyince, tereddütsüz geçtim klavyenin başına, başladım içimden geçenleri yazmaya. Memlekette yazacak o kadar çok şey var ki...

Daha çok “burası Türkiye” dedirten olayları yazmak geçiyor içimden. Elli yıllık yurtdışı macerasından sonra memlekete dönünce şaşkın tavuğa döndüm. Her şeye şaşırıyorum. Şaşkınlığımı dile getirdiğim zaman da yanıt hazır: BURASI TÜRKİYE...

Değerli gülmece yazarımız, -Işıklar, kalemler, kağıtlar, kitaplar arasında uyusun- Aziz Nesin ile ilgili, Aziz Nesin ve İsveç Serüveni isimli kitabımda yer alan bir olayı anlatarak bitireyim ilk yazımı:

Aziz Nesin Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı iken İstanbul’da uluslararası yazarlar toplantısı yapılmıştı. Değişik ülkelerden ünlü pekçok yazar İstanbul’a gelmişti. Bir hafta kadar sürecekti toplantılar. Yazarlar ilk gün İstanbul’u şöyle bir gezmişler görmüşler, Türkiye hakkında biraz bilgi edinmişler. Akşam yemeğinde birkaç kadeh de rakı attıktan sonra, Aziz Nesin’e, “yahu” demişler, “biz buraya gelmeden önce seni büyük bir yazar sanırdık. Oysa sen sadece, bu memlekette herkesin görüp, bildiği, olan biteni yazmışsın”.

Aziz Bey de, “doğrudur” deyip geçmiş.

Toplantılar yapılmış, bitmiş, yazarlar ülkelerine dönecekler, uçağa binmeden önce kendilerini uğurlamaya gelen Aziz Nesin’e, “Aziz Bey, sen gerçekten büyük bir yazarmışsın” demişler mahcup, mahcup.

Aziz Nesin, “hayırdır, ne oldu?” diye sormuş.

”Yahu” demişler, “bu memlekette meğer hiç de öyle herkesin görüp, bildiği şeyleri yazamıyormuşsun”

Bakalım biz yazabilecek miyiz?!. Ne de olsa BURASI TÜRKİYE...

Önceki ve Sonraki Yazılar