Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

AKIL -ETİK -YASA

Gazetecilerin dövülmesi üzerine, bir MHP yetkilisi " bu hareketin delisi çoktur" babından bir kelam etti. Bu çok önemli bir önermedir ve tarihsel bakımdan irdelenmesi gerekir.

Deliliğin karşıtı ise akıl'dır. Akıl Arapça zaten devenin ayak bağı anlamına gelir.

Ben de aşağıda artık akıl- etik ve yasa arasındaki bağıntıyı ele alma zaruretini hissettim.

Tarih boyunca ahlakın ilkeleri akla ve dolayısı ile yasasya dönüşmüştür. Ama esas olarak zafer kazananların mağlupların bedenleri üzerindeki sınırsız tasarruf hakkı; dahası şölen haline dönüştürülen cezalandırılmalar merhamet duygısu ile hafifletilmiş, merhamet daha sonra ahlakın bir yasası olarak ilkeleştirilmiş ve akli kılınmıştır.

Galiplerin mağluplara bir sadakası olarak merhamet erdem işlevine dönüşmüş, temelindeki vahşet ve yoketme duygusu ise unutulmuştur. Tıpkı ilk günahın unutularak erdeme dönüşmesi gibi merhamet de erdem olarak algılanmıştır.

1699 Caroline anayasası, - ki hazırlayıcıları arasında Avrupa’nın özgürlük havarisi Locke de vardır- 98. maddesi şöyle yazar.

"Merhamet bizim tüm insanların ruhları için iyilik istememizi şart koştuğuna ve dinimiz kimsenin mülk ve haklarına dokunmayacağına göre, özgür kölelerin istediği kiliseye mensup olmaları da yasal olacaktır. Ancak hiçbir köle bu sayede efendisinin kendisi üzerinde sahip olduğu egemenlikten, mutlak iktidar ve otoriteden muaf tutulmayacaktır."

Bir unutkanlık temeli üzerine kurulan mağlupları yeterinden fazla cezalandırmama yani merhamet zamanla akılcı bir ilke olarak kabul edilmiştir. Bu günde uluslararası hukukun temel normlarından birine dönüşmüştür.

Ahlaktan akla oradan yasaya uzanan erdem aslında temelindeki alçaklığın rasyonelleştirilmesidir.

M.Ö.451-449 yılları arasında Decamvirler tarafından kaleme alınan 12 Levha yasalarına göre alacaklı, alacağı karşılığında borçlunun bedeninden bir parça koparıp alabilirdi. Geriye ne kadar fazla bırakacağı ise Romalı cömertliği olarak sunulmuş; parça koparmak yerine borçlunun köle olarak satılması ise Romalı erdemi olmuştur.

Borçlulara yapılacak uygulamalar konusunda hayal gücünü ütopyaların sınırlarını aşacak şekilde çalıştıran alacaklı bürokrasisi inanılmaz yaratıcı yöntemler bulmuştur: Kazığa oturtma ,atlara parçalatma derisini yüzme ve İlh.

Giardino Bruno 1601 yılında Romanın çiçek meydanında yakıldığında veya şair Nesimi’nin 1431’de, Tatar Memlüklülerince derisi yüzüldüğünde, yahut da Mihne mahkemelerinde Abbasiler tarafından binlerce insan ölüme mahkum edilip; Şair Hüzai’nin ölüsü bir yıl Bağdat’da asılı kaldığında, insanlar yaşamak için neyi yapamayacaklarını anladılar. Buradan da akla ulaştılar.

Beşir Ağa bir Melemi dervişi idi, boğularak ölüsü fenerden denize atıldı. İkinci gün kırk müridi padişahın kapısına gittiler. Beşir Ağa’nı masum olduğunun ilanını, değilse kendilerinin de öldürülmesini istediler. Tabii hepsi boğuldu ve denize atıldı.

Bu ve bunun gibi örneklerle, toplum yararına verilen sözlerle ilgili olarak insanlar 5-6 yapamayacağı şeyi anımsadı. Bu çeşit bir bellek yardımıyla da sonuçta akla ulaştılar.

İspanyollar 1511 de Latin Amerika’yı feth ettiklerinde Kasikülerin önderi Hotey’e rahip Hristiyanlığın kutsal yolunu anlatıp vaftiz olmayı önerdiğinde; bunu reddeden şeflerinin diri diri yakıldığını gören yerlilerin, aynı akibete uğramamak için akılıca davranışın ne olduğu hususunda hiçbir tereddütleri kalmamıştı.

Zira şef Hotey vaftiz olursa cennete gideceğine söyleyen rahibe, orada İspanyol olup olmadığını sordu. Rahip sadece iyileri var deyince Hotey, "Onlardan birine rastlama tehlikesi olan bir yere gitmeyeceğim. Bana artık dininden bahsetme, bırakta öleyim" diyerek acıklı sonunu hazırladı.

Yine beyazların bulunduğu bir cennete gitmek istemeyen bir kölenin ölümüne tanık olan yerlilerin akıllanmaması için hiçbir engel kalmamıştır. Çünkü bir insanın cenneti reddetmesi için deli de olması gerekir.

Bu ve benzeri olayların yerlilerin bilincine kazıdığı tek çağrışım vardı:Yaşamak istiyorsan akıllı ol, Hristiyan ol,vaftiz ol, İspanyol valiye itaat et, siyanürlü madenlerde sessizce çalış.

Romalı pretorların kızgın demir ocaklarında dağlanan çıplak tenler, Mihne mahkemelerince öldürülenlerin çürüyen etlerinin sinir tellerinden sıyrılana dek asılı bırakılması;

Kilisenin acımasız vandalizmi ve cennete gitmeyi reddedenlerin şölensel yakılması, dahası sofistike felsefi metinler, sanat, edebiyat ve müziğin hümanizması sayesinde insanlar nereye el uzatamayacaklarını (tıpkı sobadan eli yanan bir çocuğunki gibi) bizzat kendi deneyleriyle öğrendiler- tabii ki iktidar ve otoriteye.

 Roma savaşlarında bir kişiyi öldürmenin maliyeti 75 centti. Napolyon savaşlarında bu 3000 dolara, ABD iç savaşında 5000 dolara, 1. dünya savaşında 21.000 dolara, 2. Dünya Savaşında 50.000 dolara, Vietnam’da 150.000, Irak savaşında 500.000 dolara çıktı. Artık akıllanmanız için merkezi otoriteler kişi başına ne kadar masraf ediyor. Ve siz kendi kıymetinizi bilmiyorsunuz.

Oysa delilik bedeva. Bu hareketin delisi çoktur demekle, zaten şu kriz döneminde kişi başına kutsal devletimize fert başı 500 dolar bahşetmiş oluyoruz.

Kim bu kadar yurtsever olabilir, kim bu kadar fedakar olabilir, kim bu kadar cefakar olabilir! Çünkü akılanması için gözü önünde 500 dolar safr ederek bir diğerinin katledilmesi gerekir.

Biri önümüze çıkıp da, akıllı olmak bir alçaklıktır, çünkü sınırsız bir vahşet var dediğini duyduğumuzda, sağduyumuz hemen harekete geçer- ki sağduyu insanoğlunun tarihsel backgroundunu unutmasını sağlar- ve bunu bir delinin hatıra defterinden saçmalıklar olarak algılarız.

Oysa etrafımıza dikkatli bir göz attığımızda; delilere zaten bir şeyi ifade etmeyeceğine göre AKLIMIZ EN KIYMETLİ HAZİNEMİZDİR sözü İstanbul Üniversitesi’nin girişine değil de, akıl hastanesinin girişine neden yazılmıştır.

Çünkü bu söz, biz akıllılar için ciddi bir uyarı ve açık bir tehdittir. Neleri yapamayacağınızı unutur iseniz buraya- tımarhaneye; yok eğer neleri yapabileceğinizi hatırlar iseniz hapishaneye kapatılırsınız.

Bu tür haneleri uyup da reklamların iğvasına bankalar gibi ikinci rahat-sıcak haneniz sanmayınız.

Tek erdemli davranış yoktur ki, akla, yasaya ve hümaniteye aykırı olamasın.

Fransız ihtilalinin önderlerinden Sen Just ‘Suç işlemeksizin bir ülke yönetilemez’ der. Bu sözü şöyle söylemeye hak kazanmışızdır- suç işlemeksizin veya aynı şey demek olan akıl, hukuk ve hümanizmaya uymaksızın bir ülke yönetilemez.

Akıl etik ve yasa şeması ektedir. Burada itaat ile delilik arasındaki bağa dikkat ediniz. Çağdaş kapitalizmde delilik ve şizofreni, mevcut sömürü nizamına itaat etmemek anlamına gelir . Şizofreni ve delilik çağdaş kapitalizmin ürünüdür.  

Önceki ve Sonraki Yazılar