TRUVA ŞEHRİNİN BULUNMA HİKAYESİ

Tarihte çok efsaneler ve mitler yaratılıp geleceğe aktarılmıştır. Bunların bir kısmı saygınlığı olan kişilerce aktarıldığı için daha ciddiye alınır Tarihçi Herodot'un aktardığı “Atlantis”efsanesi hala insanları meşgul etmektedir. Bazıları ise bize kadar;genelde söylence,destan biçiminde ulaşmıştır unutmayalım yazının bulunuşu yeni sayılır zaten yazı bulununca tüm toplumlar bulmuş olmadı.

Kimisi bu düzeye binlerce yıl sonra ulaştı (halen yazı bilmeyen,kullanamayan çok sayıda insan toplulukları mevcuttur. Tek örnek, Hindistan'a ait bir ada insanları yaklaşık nüfusu 400 tahmin ediliyor buraya her giren öldürüldü asla temas sağlanamadı Hind hükümeti burayı "yasak bölge"ilan etti ). 

Eski insanların başlarından geçen olayları gelecek nesillere ancak sözlü olarak aktarabilirdi ( aslında heykel ve resimlerde var ancak genellikle yaşandığı zamanın inanış ve kültürü eseri olunca doğru yorumlamamız zor ) böyle olunca da her aktarmada değişiklikler olması doğaldır. Öyle hale gelir ki masalımsı şekle bürünür içinde olan gerçek kaybolur gider.

Yunanlı destan anlatıcısı Homeros, kendinden öncekilerin anlatılarını şiirsel halde toparlayıp iki kitap haline getirmişti. İlyada ve Odessa destanlarından bahsediyorum. Bu iki destan aslında birbirinin devamıdır. Birinci de Anadolu’da bulunan Truva şehrinin Greklerçe nasıl ele geçirdiğini destansı bir dille anlatır devamında ise nasıl geriye dönüldüğünü ve dönerken başlarından geçenler konu edilir.(sadece bir lider ve emrindekilerin,hepsi değil. Eski Yunanistan her biri bağımsız devletçikler yani Atina-Sparta vb. halinde bulunuyordu.)

Bu iki destan Avrupa’da yaşayan insanları derinden etkilemiştir ve eskiden beri bilhassa okumuş ve asiller arasında okutulup öğretilmiştir. Denebilir ki; Avrupa kültürünün temel taşlarındandır.

Bu bizde ki “Oğuz Kağan,Köroğlu,Ergenekon”destanlarını andırır diyebiliriz.

İşte bu kadar kültürel olarak Avrupa’yı etkilemiş bu destanlar ve içinde geçen olaylar artık inandırıcılığı ile değil şiir dili,tarihsel değeri,kültür alt yapısı nedeni ile önemseniyor gerçekten benzer olaylar yaşandığına inanılmıyor. Ayrıca Trova diye bir yerin bile varlığına inanılmıyordu. 1800 yıllarında Almanya’da doğan biri bu efsaneyi ete kemiğe büründürecekti.

Heinrich Schliemann adında henüz ilkokul çağında bir çocuk fakir bir rahip olan babasının kendisine yılbaşı hediyesi olarak “Resimli Dünya Harikaları”isimli kitabı 1829 da okuması ile başladı. Kitabın içinde Truva Şehrinin hayali surları ve yangın resmedilmişti. Babasına sordu”Truva ne oldu?”babası “bilen yok “dedi. O an çocuk bu şehri bulmayı kafaya koydu. Bu hayal çok sonra gerçeğe dönüşecekti.


Ondört yaşında iken okulu bırakıp bir bakkalda çırak olarak çalışmaya başladı. 1841'de ondokuz yaşında iken  bir gemiye miço olarak girdi.

Gemi Venezuala'ya gidiyordu. Ancak gemi battı ve muhasebeci çırağı olarak Amsterdam'da çalışmak zorunda kaldı. Bu arada kendi yeteneğini keşfetti inanılmaz bir süratle yeni bir dili öğrenebiliyordu. Bunda kendi geliştirdiği yöntemlerinde etkisi de vardı. (yeni bir dil öğreneceği zaman odanın içinde bağıra bağıra tekrarlar yapardı.)

Bu sayede kısa sürede (iki yıl)İngilizce,Fransızca,Flemenkçe,İspanyolca,Portekizce,İtalyanca yı öğrendi. (Burada bizde hiç bahis konusu yapılmayan ancak çok önemli bir konuyu açmam lazım;Avrupa haklarının büyük çoğunluğu aynı dil grubunun alt dillerine mensuptur.Fakat Macarca,Fince,Bulgarca ki bu üç dil bizim dille akrabadır.Ancak İspanya'da Bask Bölge insanları hiç bir dille akrabalığı bulunamamıştır benzeri şekilde Arnavutça da köken olarak farklıdır.

Uzatmayayım bunu yazmamın nedeni şu,Avrupalı bilim veya siyasetçilerin dört beş dil bildiği yazılır bizim "aydın takımı" bunu onların meziyetlerine dahil eder eğer bu kategorilendirme doğru ise bizim aydınların veya siyasetçilerinde Azerice,Kazakça,Türkmence,Uygurca,Yakutça,Sabirce,Özbekçe vs. biliyor kabul edilmesi gerekir.

Ancak bir Türk'ün İngilizce öğrenmesi çok zordur fakat bir Alman için kolaydır. Hatta Avrupalılar içinde Türkçe öğrenilmesi son derece zordur. Herhalde meramı mı aktarabildim.)

Dil yeteneği sayesinde kariyerinde hızla yükseldi.Rusçayı da Rusya ile iş yapan bir firmada çalışırken öğrendi. Kısa sürede zengin oldu. Rus Çarına mühimmat sattı vs.Yirmi yılda dünyanın sayılı deniz filolarından birine sahip olmuştu. Bu noktada ticareti bıraktı ve çocukluk düşünün peşine düştü. (bu arada 1850 yılında Kaliforniya’ya gidip ticaret yaptığını bu sırada bu bölgenin ABD ne katılması Nedeni ile ABD yurttaşı olduğunu ekleyelim.)


İlk başlarda hiç kimseye planlarından bahsetmedi. Avrupa,Mısır,Suriye' yi gezdi. Bu arada çağdaş Yunanca ve eski Grekçeyi öğrendi. Paris’e uğradı,arkeoloji eğitimi aldı. 1864 de iki yıl süren dünya gezisine çıktı. 1868 de Yunanistan ve Anadolu’ya gelerek antik kentlerin olduğu yerleri dolaştı. Yunanistan’a gelmeden dostu olduğu arkadaşına projesinden bahsedip bekar olduğunu kendisine uygun bir Yunan kızı bulmasını istedi arkadaşının yeğeni onun anlattıkları ile uyuşuyordu uzatmayalım bu kızla evlendi umut ettiği gibi tarihe hayran bir eş bulmuştu.


İlk kazısını Yunanistan’ın İthaka adasında yaptı.Bu kazı ile ilgili bir yazı yayınladı ve bu yazıda Truva kentinin hayal değil gerçek olduğunu savundu. Buradan Anadolu’ya geçti kazı için gerekli izni aldı ve çalışmalara başladı. Truva şehrinin Şimdiki Çanakkale yakınında olması gerekiyordu.İşin gerçeği kendisi gibi düşünenler çıkmış ve bu bölgelerde arama yapmıştı. Fakat Schliemann' nın yöntemi çok farklı idi,bir kere o destanın tamamen doğru olduğuna ve destanda geçen yer isimlerine güveniyordu nitekim bazı isimler Türkçeleşmesine rağmen ya ses olarak ya da anlam olarak korunmuştu.Kendisi esas olarak,destanda geçen kaynak suları ve dereyi aradı ve buldu.Herşey Homeros’un anlattığı gibi idi.

İlk başta yanlış bir tepeyi düşündü ama çabucak doğru yeri kavradı. Bu yer “Hisarlık Tepe”denen bir yerdi işin Aslı Amerikan konsolos yardımcısı olan Frank Calvert de buradan bir arsa alıp kendine ev yaptırmış ve de küçük sondajlar yapmıştı. Neticede çok sayıda Türk köylüsünü çalışan olarak  tuttu ve kazıya başladılar. Bir gün yanında eşi ile çalışırken kendi kazması metal bir cisme dokundu hemen kazıyı  durdurdu ve bugün eşinin Doğum günü olduğunu herkese bir gün izin verdiğini söyledi. 


Osmanlı Devleti kazıda bir denetçi görevlendirmemişti sadece Osman Hamdi Bey'in bir ara buraya uğradığı söylenir. Geceyi beklediler ve kazıya devam ettiler çıkan hazine inanılmazdı. 9.000 civarında tarihi eşya çıkmıştı.Bunlar arasında gümüş vazolar,altın vazolar,altın kolye ve küpeler,altın kılıç ve kalkan,vs. Bu eserleri üç defada Avrupa’ya kaçırabildi.

Kendisi Truva kralı Priomas ın hazinesini bulduğunu sanıyordu ama gerçek öyle değildi bulunan yer Truva 6 denilen bölümdü ve bu bölüm (katman) olaydan çok önceki devre aitti. Tarihi Truva Şehri kalıntıları çok katmanlı yani pek çok zamanda bir daha bir daha yıkıntı üzerine inşa edilmişti. Schlliemann zengin biri idi daha ilk kazısından itibaren O zamanki ünlü Avrupa gazetelerine biraz da süsleyerek yazmış ve büyük bir kamuoyu desteğine sahipti.Hakikaten o zamana kadar halk nezdinde pek bilinmeyen “arkeoloji”ye büyük bir merak başlamıştı yani aslında Schliemann o zamanın “İndiana Johns “u denebilir.

Osmanlı Devleti geç de olsa olayı duyunca hakkında suç duyurusunda bulundu ve mahkemeye verdi bunun üzerine Schlliemann hükümetle antlaşmaya vardı,hükümet tazminat olarak bir milyon istemişti ama elli bine razı oldular kendisi aklandı ve tekrar kazı izni alarak kalan hazineyi çıkarıp Avrupa’ya kaçırdı.

Bu kazılarda yanında ilk önce Alman müzeci Rudolf Virchov daha sonra ise yine Alman Wilhem Dürpfeld vardı,bu kazılarda eskisi kadar tahribat olmadı zamanına uygun kazı yapıldı ancak daha öncekinde sadece hazine hırsı ile kazı yapılmış birçok tarihi belge yok edilmişti hatta bugün dahi kazılan yer Schlliemann yarığı”diye bilinir.

Son arkeolog Wilhem kazıya Schlliemann ölünce de devam etmiş ve şehrin 7tabaka değil 9 kat olduğu anlaşılmıştır.Şunu da eklemek gerekir ki Schlliemann Yunanistan’da yaptığı kazılarda da önemli antik şehirler bulmuş Ayrıca Mora yarımadasında yaptığı kazıda çok ünlü olan ve Agemenonun Mask’ı diye bilinen altından eseri ortaya çıkardı,ayrıca “Minyas”hazinesini buldu,Miken uygarlığına ait Saray bularak Girit Yunanistan ilişkisini ortaya koydu.Girit adasında kazı yaptı ancak arazi sahibi ile anlaşamayınca bırakmak zorunda kaldı aynı yerde daha sonra Knossos harabeleri bulundu.

Peki bu bulunan hazinelere ne oldu?Hazineler ilk başta Berlin Müzesinde idi Ancak ikinci dünya savaşında kaybolduğu söylendi.Aradan yıllar geçtikten sonra çok önemli bir bölümünün Ruslar tarafından götürüldüğü ortaya çıktı.

Rusya'da iki müzede toplam 860 parça vardı ya geri kalanlar...büyük ihtimal savaş ganimeti olarak Avrupalılarca yağmalandı.Türkiye hazineyi istedi Ancak geri alamadı çünkü resmî hükümet para alarak hakkından var geçmişti Ruslarda bu eserleri Türkiye’den değil Almanya’dan almıştı!Kısacası elli bin Franka koca hazine gitti.
Burada olay özetlenmiştir bu gibi konulara meraklı olan arkadaşlara içinde buna benzer başka arkeolojik kazı ve bulunma olaylarını anlatan Remzi yayınlarında çıkan “Tanrı’lar,mezarlar ve bilginler”kitabını hararetle tavsiye ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar