Ahmet Özdemir
MURAT ÇOBANOĞLU
2005 yılının Mart ayıydı. Televizyonda yine bir halk ozanını anmıştık. Dönerken, söz Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova’dan açıldı. Şenlik’le ilgili yapılacak bir programda ikisinin de bulunması gerektiğini söylüyordum. Recep Ergül, Murat Çobanoğlu’nun rahatsız olduğunu söyledi. Birlikte olduğumuz birçok yerde böbrek sancıları çektiğine, ağrı kesiciler alarak sahneye çıktığına tanık olmuştum. Yine öyle bir şey sandım. Recep “Yok ağabey, daha tehlikeli bir şey” diyerek üzüntüsünü dile getirmişti. Daha kötü bir rahatsızlığı Koca Aşık’a hiç yakıştıramadım.
Aşık Veysel’in ölüm yıldönümü olan 21 Mart, Ozanlar haftasının başıdır. Devletin Ozanlar Haftası ilân etmesi, Şeref Taşlıova ve Murat Çobanoğlu’nun çabalarıyla sağlanmıştı. “Ozanlar Haftası”nın sonuydu. 26 Mart günü, Murat Çobanoğlu’nun Ankara’da tedavi edildiği hastanede vefat ettiği haberi, bir çıngı gibi yüreğime düştü, yaktı.
Telefonla Rahmetli Şeref ağabeyi ve diğer dostları arayıp başsağlığı dilemem gerekirdi. Elim varmadı. Dilim dönmedi. Aşıkların gönül gözü açıktır, üzüntümü de, üzüntülerini paylaştığımı da bilirler, diye teselli buldum.
Üçte bir asır ötelerden günümüze doğru, anılar gözlerimin önünden geçti.
1971 yılının 22-24 Temmuz günlerinde İstanbul Açıkhava Tiyatrosunda Türkiye Gazeteciler Sendikası Altın Saz Yarışması düzenlemişti. Bu yarışmada Karslı ozanlar, “Bir hışım ile” gelip geçmişti. Erzurumlu Reyhanî’nin üzüntüsünü, bir yıl sonra yaptığımız şölende “Altın Saz” ödülünü ona vererek dindirebilmiştik.
1974 yılıydı. Rahmetli ağabey Tahir Kutsi Makal’ın uğraşmasıyla İsanbul Festivali’ne ilk defa Halk Ozanları’nın gösterileri de dahil edilmiş ve bu işi Tarla Dergisi üstlenmişti. Tahir Kutsi Makal’ın sahibi olduğu bu dergiyi yönetiyordum. Özel bir sayı hazırlamıştım. Festivale katılan onlarca halk ozanıyla konuşmuş, kısa biyografilerini yazmış, bana dikte ettirdikleri yeni şiirlerini dergiye koymuştum. Murat Çobanoğlu şu şiirini yazdırmıştı:
“Ey sevdiğim sana bir arzum vardır
Gönül bahçesinde gül kabul eyle.
İstemem dünyayı hep senin olsun,
Ayağının altında yol kabul eyle.
Eğer insan isen söyleme acı,
Acı olan sözün olmaz ilacı.
Ben bir köle olsam, sen de ilacı;
Atma bir tarafa al kabul eyle.
Çobanoğlu ne düşündün üç günde,
Ben feleğe minnet etmem beş günde,
Gönül sarayında, sevda köşkünde,
Kendin ağa, beni kul kabul eyle..
Aynı yıl Antalya Festivali’ndeyiz. Antalya Şehir Stadyumu hıncahınç dolu. Peh! Peh!.. Peh!... Kiziroğlu Mustafa Bey ile inliyor yer gök... İlk defa orada Murat Çobanoğlu bu türkünün hikâyesini de anlatıyor, günümüz çocuklarının gürbüzlükleri ile Köroğlu’nu alt eden Kiziroğlu Mustafa Bey’i karşılaştırıyordu.
Yine Antalya’da binlerce kişinin coşkun alkışları ile bir gelenek yaşatılmıştı. Murat Çobanoğlu Çırağı Mürsel Sinan’a aşıklık yetkisi vermişti. Mürsel ustasının eline öperken o çırağının alnından öpüyor, sazını armağan ediyor ve artık senin yerin aşıklar meclisidir, diyordu.
Daha sonraki yıllarda, kimi festivallerde, halk ozanları şölenlerinde, aşıklar bayramlarında, aşıklar kahvelerinde, ramazan çadırlarında, çeşitli yerlerde yollarımız kesişti, gönülden gönüle, sevginin, saygının sarmalında var olmuştuk.
Diğer halk ozanları, “Biz milli değil miyiz?” diye bana darılmasınlar. Şeref Taşlıova ve Murat Çobanoğlu bizim millî halk ozanlarımızdı. Ülkemizi ve halk ozanlığı geleneğimizi onurla dünyanın dört köşesinde temsil ettiler. Murat Çobanoğlu gittiği her yerde halkın ilgi odağındaydı. Şeref Taşlıova, geleneğin bilimsel yönüyle de ilgileniyor, incelemeler, derlemeler yapıyor, derlediği materyallerin kıyaslamasını yapabiliyor ve bunları bir bildiri haline getirebiliyordu. Karanlıkta kalmış kültür hazinelerimizi aydınlığa çıkarıyordu. Ne mutlu ona ki, bu alanda kariyer yapmış bir de bilim adamı evlat yetiştirmişti.
Gerek Çobanoğlu gerek Taşlıova, hiçbir zaman aykırı seslere ilgi göstermedi. Eserleriyle, halkının duygularına, düşüncelerini yansıttı. Milli birlik ve beraberliğin yanında ve savunucusu oldu. Geçmişten aldığı ışığı geleceğe yansıttı. Zamanın, mekanın ve şartların elverdiği ölçüde geleneği yaşattı, öğretti. Birer halk eğitmenliği görevi üstlendi. Çalışmayı, güzel ahlaklı olmayı, yurt sevgisini, barışı, okumayı, aydınlanmayı öğütledi. Çobanoğlu öğretmenler için şöyle diyordu:
Ana baba gibi emeği vardır
Ağızdır, lisandır, dildir öğretmen
Sevgisi, şefkati insana yardır
Vücuttur kanattır koldur öğretmen
Talebe okulun yeşil fidanı
Yanan bir ocağın sönmez dumanı
Öğretmendir yaraların dermanı
Arıdır, kovandır, baldır öğretmen
Öğretmendir bize gösteren yolu
Odur talebenin kanadı kolu
Öğretmen hazinedir, doludur dolu
Yapraktır, ağaçtır, daldır öğretmen
Öğretmendir fabrikanın temeli
Öğretmendir bütün dünyanın dili
Bütün insanlara uzanır eli
Bize ışık tutan yoldur öğretmen
Öğretmendir ışık veren dünyaya
Öğretmendir bizi götüren aya
Öğretmenin ilmi benzer deryaya
Irmaktır denizdir göldür öğretmen
Sende yetişmiştir nice paşalar
Öğretmensiz açılır mı kapılar
Temelinden sağlam olan yapılar
Çobanoğlu der ki güldür öğretmen
Murat Çobanoğlu’nun aslı Kars’ın Arpaçay ilçesinden gelmedir. Babasına, Aşık Gülistan derlerdi. Çevrede çok sevilen, sayılan ünlü bir aşıktı. Aşık Şenlik’in yanında yetişmiş, ondan el almıştı. 1920 yılında Kars’a yerleşmişti. Asıl soyadı Çobanlar olan Murat Çobanoğlu, 1940'ta Kars'ın İstasyon mahallesinde doğmuştu. Aşık Gülistan, eşi Lala hanımın erken ölümü üzerine, Murat’a hem annelik, hem babalık yapmıştı.
Her aşığın bir aşıklık hikâyesi vardır. Çoğu rüya motifine dayanır. Murat Çobanoğlu çocukluğunda babasının saz çalışını dinledi, ondan çok şeyler öğrenmişti ama özenmemişti. Henüz on bir yaşlarında, bir rüya gördü. Bunu şöyle anlatmıştı: “Göç mevsimi yaylaya göçerken susadım. Yol kenarında bulunan çeşmeye su içmeye gittim. Ben oyalanınca göçlerimiz dağı aştı. Akşamın alacakaranlığında uyuyakaldım. İşte o zaman nasibim olan aşıklık ilhamı bana verildi. Sabah, yaylada beni bulamayan babam düşer yollara, beni aramaya. Beni çeşmenin başında uyurken bulunca, aşık olacağımı söyledi. Saz aldı. Saz tutmasını öğretti. O zamandan bu yana saz çalmaya, şiir ve türküler söylemeye başladım.”
Çobanoğlu önceleri Devranî, Yanani gibi mahlaslar kullanmıştı. Sonradan Çobanoğlu’nda karar kıldı. Genç yaşta büyük bir şöhretin sahibi oldu. Şöhreti onu şımarıklılığa değil, olgunluğa sürüklemişti. Atışmaların her türlüsünü yapıyor, dinleyenleri gülmekten kırıp geçiriyordu ama, yeri gelince, gerekli mesajları vermekten de geri kalmıyordu. Cenap Şehabettin gibi “İnsan kitaba benzer, cildine bakma, münderecatına bak” demek istiyor ve sazı eline alıyordu:
“İnsan dedikleri duvara benzer
Hele suvakları dökülsünde gör
Gördüğün her güzele aldanma
Saç ağarsın beli bükülsün de gör
Kara toprak insanları yoğurur
Vedası geleni bir bir çağırır
Arkası kuvvetli fazla bağırır
Dostları yanından çekilsin de gör
Demek ki dünyada olur dermanın
Birgün uyanırsın geçmiş zamanın
Bazı insan der ki ben bir aslanım
Ezrayıl peşine dakılsın da gör
Çobanoğlu kulak versen sözüne
Yazılanlar mutlak gelir yüzüne
Evde bile karı bakmaz yüzüne
Hele sırtın yere yıkılsın da gör”
Çobanoğlu çok genç aramızdan ayrıldı. Tanrıdan ona çok yakın arkadaşı Şeref Taşlıova’ya rahmet diliyorum. Mekanları Cennet olsun.