ÖLÜM VE ANDIMIZ

ÖLÜM

Ölüm üzerine çok şey yazılıp söylenir.

Sözlük manası ile ölüm, her türden canlı için hayatın tam ve kesin olarak sona ermesidir.

Ölüm dünyadan yok olmaktır.

Onun için dünyaya fani dünya denir.

Ölüm, insanın aklı ve ruhu itibari ile en çok acı hissettiği bir duygudur.

Ölümün de türleri vardır.

Toplumumuz içinde “ölümünde hayırlısını versin” deriz.

Kadere ve ahrete inanan insanlar için ölüm vaktini belirleyen Allah’dır.

Ama yine toplumumuzda ölümün acısını hafifletmek için birçok veciz söz vardır.

“Aralı ölüm sıralı ölüm.”

“Üç gün yatak dördüncü gün toprak”

Ölümün en geçerli kabul ediliş şekli, insan bedeninin çeşitli nedenlerle (hastalıklarla) kendi kendini yok etmesi şeklindeki ölümdür. Buna doğal ölüm derken, bir de hiçbir sağlık sorunu yokken bir istemsiz bir dış müdahale ile ölüm şekli vardır ki buna da kaza ölümleri diyebiliriz. Burada işi kadere bağlayarak kendimizi huzura kavuşturmaya çalışırız.

Ama ölümlerin en berbatı biri tarafından öldürülmektir. Yani bir cinayete kurban edilmektir. Toplumumuzda son zamanlarda yaşlanan kadın cinayetleri ve cinnet sonucu öldürülmeler bu kategoriye de girmektedir.

Ölümün bile bile istendiği, bile bile canını feda etmekten kaçınmadığı şey ise malı canı ve ırzını korumak için mücadele ederken ölümle, daha mesleğinin ilk başlarında vazifesinin gereği olarak ölmekten çekinmeyeceğine AND içerek, ölümü gönüllülükle kabul eden asker, polis gibi meslek sahiplerinin ölümüdür. Bu türden ölümler toplumun tamamında büyük üzüntüye neden olur. Toplum, o insanların kendileri için bile bile ölüme koştuğunu bilir.

İnanlıkla var olan ve kabul gören dinlerden bizim Müslümanlık dinimiz, birçok ayetinde dininin selameti için ölenlere ŞEHİT ismini vermiştir. İslam dini din uğruna ölümleri teşvik etmektedir.

“Allah yolunda öldürülenlere sakın “ölüler” demeyin. Çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara 2/154)

“O halde dünya hayatını verip âhireti almak isteyen samimi müminler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona pek yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa 4/74)

Biz Türklerde İslam dininin tesiri ile ülkesi ve millet için ölümleri de Kuran’ın anlattığı manada kutsayarak şehitlikle bir tutmuşuzdur. Çünkü bizim için ülkemiz bir İslam toprağıdır ve İslam toprağını korumak için ölmek de dini korumak demektir ve bu düşünce de din için ölmek manasına gelmektedir.

Her ne kadar bir imam kadar olmasa bile yüzlerce askerin ölümü ile ilgili görevler yaptım. Yaptığım görevlerin çoğu şehit cenazeleri üzerineydi. Daha genç yaşta vatanı için mücadele ederken ölen askerlerimizin ölümünün birey, aile ve toplum üzerindeki tesirlerini çok yakından gözlemledim ve yaşadım. Bu konu da hala hazırlık safhasında olsam da askeri sosyoloji açısından “Askerde Ölüm” konusunu nitel araştırmalarıma dayandırarak akademik olarak da kaleme alacağım.

Şu ana kadar yazdığım her husus ölümün manevi yönüyle alakadardı. Bir de ölümün ticari boyutu var ki dillere destan. Küresel kapitalizmin dayatması ile birlikte toplumsal dayanışmanın kaybolmaya başlaması, aile kavramının bireysellik karşında yavaş yavaş mağlubiyete zorlanması ve en berbatı da ölümün günden güne ticarileştirilmesidir.

Ne yazık ki ülkemizdeki ölüm olgusu diğer dinlerdekine benzer şekilde ticarileşmektedir. Ölüm ciddi bir ticari sektör ve ölüm üzerinden para kazanma gayretleri gün geçtikçe artmaktadır. Bu konuyu da ayrı bir akademik konu olarak ele alacak, araştıracak ve inceleyeceğim.

Benim ölüm konusuna ilgi duymama sebep olan ise Askeri Sosyoloji yüksek lisansında bize ölüm üzerine ders veren sevgili hocam Dr Ahu Özmen Akalın’dır.

Ölüm üzerine düşünenlere, Sigmund Freud’un “ Savaş ve Ölüm Üzerine” isimli kitabı ile Adem Sağır’ın “Ölüm Sosyolojisi” isimli kitaplarını öneririm.

ANDIMIZ

1933 yılında okullarımızda okutulmaya başlanan ve en son şeklini ülke şartlarının da tesiri ile 1997 yılında alan andımız, ne yazık ki AKP hükümetleri ve kadroları tarafında okullarda okunmasına son verilmiştir. Andımızın yeniden okullarımızda okutulmasına yönelik Danıştay’a yapılan itirazlar kabul edildiyse de, AKP siyasi iradesinin isteği üzerine tekrar yine Danıştayca anlaşılmayan usuller çerçevesinde, tekrar okullarda okutulmasına yasak getirilmiştir. Sadece bununla kalınmamış devlet madalyalarındaki ATATÜRK kabartmalarının da kaldırılmasına karar verilmiştir. Andımızın okullarda okunmasını, devlet madalyalarında Atatürk’ün kabartmasının olmasına karar veren AKP’nin siyasi anlayışıdır.

AKP’nin siyaseten devlet başkanlığı sisteminde koalisyon ortağı olan ve görünürde Türk Milliyetçiliği yaparak siyaset yürüten MHP’ye rağmen bu kararı alması mümkün müdür? Hiç sanmıyorum. Sayın Bahçeli’nin andımız üzerinden çıkışlarını usulden, gaz alama veya yasak savma babından olduğunu düşünüyorum. Nedeni de; kamuoyunun ortak kanaati olan şekli ile MHP ya da Sayın Bahçeli AKP’ye karşı gelmek yerine Danıştay’a yüklenmesidir.

AKP söylemlerinde son zamanlarda Atatürk ve Türk Milliyetçiliğine sığınarak siyaset yaparken Türk Milletinin ve Atatürk sevdalılarının güvenini kazanarak oy alacağını mı düşünmektedir? Eğer bu düşüncede ise neden söylemlerinin tersi yönde Türklük ve Atatürk karşıtı adımlar atmaktan çekinmemektedir? Siyaseten gün geçtikçe halkın desteğini kaybettiği açıklanan AKP neden ve ısrarla toplumun var gücü ile sahiplenmeye çalıştığı Türklüğe ve Atatürkçülüğe karşı siyasi bir duruş sergilemektedir? O zaman insan doğal olarak, AKP’nin esasında daha en baştan, kuruluş anından itibaren belirlediği siyasi ve sosyolojik hedeflerden vazgeçmediği gibi ısrarla ve iradi olarak adım adım nihai hedefine ulaşmaya çalıştığını düşündürmektedir.

AKP özellikle siyasi iktidarını korumak için son dakika manevrası ile Türksüz Atatürksüz bir yeni bir anayasa girişimine kalkışacağını, tıpkı açılım sürecindekine benzer siyasi adımlar atarak HDP ile kol kola girerken CHP içindeki aşırı iyi niyetli Atatürkçülerin de bin pişmanlık içinde CHP içindeki HDP sevdalılarına mağlup olarak AKP’nin Türksüz Atatürksüz yeni anayasa girişimine destek vereceğini de ileri sürmekten geri duramıyorum.

Her şeye rağmen AKP içinde Sayın Erdoğan’ı bloke ve suiistimal ederek, Erdoğan’ı zora düşürecek FETÖ vari taktiklere başvurarak Sayın Erdoğan’ı Atatürk ve Türk Milletini sevenlerle, yani Sayın Erdoğan’ı Türk Milleti ile karşı karşıya getirmeye çalışan odaklar harekete mi geçti? Diye düşünmeden de edemiyorum. AKP içinde Atatürk’ü yeterince anlamış ve Türk Milletinin mensubu olmaktan gurur duyan, “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diye haykıracak milyonlarca inansın bulunduğunu da biliyorum.

Sonuç olarak Türkiye hızla son yol ayrımına doğru siyaseten yol alırken kazananlar; andımıza , Türklük şuuruna ve Atatürk’e ve onun değerlerine sahip çıkanlar olacaktır.

Andımız; Türklük ve Atatürk karşıtlarının panzehiridir. Andımız, birlik beraberliğimizin ve kardeşliğimizin ifadesidir. İşte andımızın sözleri;

 

Türküm,

Doğruyum,

Çalışkanım,
İlkem:

Küçüklerimi korumak,

Büyüklerimi saymak,

Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm:

Yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda,

Gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!

Önceki ve Sonraki Yazılar