Osman Selim Kocahanoğlu

Osman Selim Kocahanoğlu

GÖZTEPE'NİN LATİFE HANIMI, ÇANKAYA'NIN GAZİ PAŞASI

Atatürk'ün eşi  Latife Hanımın ( 1898- 1975 ) arşivlerde kalmış bazı mektupları Murat Bardakçı tarafından yayınlandı.  Mustafa Kemal ile Latife Hanımın boşanmasıyla ilgili  arşiv belgelerini topladığı bu çalışma elbette takdire değer.  Geçenlerde  "Latife Hanımın Beni Ağlatan Mektubu" başlıklı  notla  bu kitaba  kısaca değinmiştim.  Bu yazı işte o notun devamıdır.  

Öncelikle belirtelim ki, Gazi Paşa'nın bu evliliği   hem  önemli  tarihsel bir olgu, hem de hüzünlü  bir sonuçtur.  Gazi Paşa Latife ile 29 Ocak 1923'te evlenmiş, ancak   2 sene 6 ay sonra 5 Ağustos 1925'te boşanmayla son bulmuştur. Mustafa Kemal 42, Latife Hanım  25 yaşındaydı.. 

Mustafa Kemal 9 Eylülde muzaffer bir komutan olarak İzmir'e girince küçük bir bina Başkomutanlık karargahı yapılmıştı. Karargaha gelen  genç bir kız, "Paşam, bir adağım var,  sizi evimizde  MİSAFİR  edeceğiz, lütfen kabul edin"  deyivermişti. Bundan sonra karargah  Uşşakizadelerin Göztepe'deki Beyaz  Köşküne taşındı.   Paşa'nın  Latife ile tanışması işte  böyle olmuştu.  

Mustafa Kemal 29 Eylüle kadar süreci   buradan  yönetecekti. İzmir alevler içinde yanıyor, Yunanlılar kaçacak gemi bulamıyor, İtilaf kumandanları Mustafa Kemal'in peşinde dolaşıyordu. 

İzmir'de bunlar  olurken TBMM'de   İkinci grup ayağa kalkmış, zafer kazanıldığına göre Mustafa Kemal'in işi bitmiştir,   görüşmeleri Başvekil Rauf Bey'in yürütmeli  diyordu. Rauf Bey ile Yusuf  Kemal  bunun için İzmir'e gelmişlerdi. Unuttukları şey, Mustafa Kemal hem hükumetin hem  Meclisin başı, hem de Ordunun Başkomutanıydı.

Mustafa Kemal  köşkte durumları değerlendirir, görüşmeler yaparken   ev sahibesi genç Latife  de  Paşayı  izliyordu. Sanki hayranlığını  aşka dönüştürmüş,  ona  vurulmuş  oluyordu. Mustafa Kemal Rauf Bey'le Köşkten ayrılıp (29 Eylül) Ankara'ya gelerek işinin başına geçti.  Ankara Lozan Konferansına davet edilmişti.Mustafa Kemal devlet işleriyle uğraşıyor, Bursa'da Mudanya Konferansını izliyor, Lozan'a gidecek heyeti belirliyordu. 

Mustafa Kemal bunlarla uğraşırken,  İzmir'de kalan genç Latife,  telgraf mesajlarıyla  ilgisini, hatta ona deli gibi  tutulduğu aşkını  ifade ediyor,   "Ankara'nın verdiği sevinçle İzmir'deki yuvanın tesirini unutmayınız paşam" diye imalı mesajlar gönderiyordu. 

Mustafa Kemal de  elbet  Latife'den etkilenmiş onun gizli sevdasından  haberdar olmuştu.   Kendisi  Lozan Konferansıyla uğraşa dursun,  Latife Hanım  Uşşakizade köşkünde, Sarışın Paşaya  mesaj üstüne mesaj  gönderiyordu:    

"... Güneşin ziyası altında yaşayanlar,  medid (uzun) bir karanlığın ne müthiş bir uçurum olduğunu bilemezler..." 

Uzatmayalım. Bu tutkulu cümleler ardından  tarihin kaydettiği  beklenmez  bir evlilik gerçekleşti  Gazi ile Latife İzmir'de nikah masasına oturdular (29 Ocak 1923).  Fevzi Paşa ve Karabekir Sarışın Paşa'nın şahitleriydi. 

Tarihin  cilvesi olacak ki,  bu evlilik  fazla uzun sürmedi ve ikisini de ölüme kadar ayıracak talihsiz bir boşanmayla(5 Ağustos 1925) sonuçlandı. Gazi ile Latife arasında 1925 yılının  20/ 21  temmuzunda bir tartışma çıkmıştı. Boşanmaya  uzanan  bu tartışmanın nedeni fazla bilinmiyor. Söylenenlerin hepsi dedikodu ve yoruma dayanıyor. Gazi'nin yakınında olanlardan bu boşanmaya  üzülenler olduğu gibi  çaresiz kalanlar da olmuştur. (Ayrıntı için bkz. İpek Çalışlar, Latife Hanım, Doğan Kitap, 2006, s. 333 vd.) 

Çıkan tartışma ile ilgili olarak şimdilik  Hasan Rıza Soyak'ın  yazdıklarıyla  yetinelim: "... Mustafa Kemal eşini hiç rencide etmeyip  daima muhabbet gösterdiği halde, Latife Hanım onun fevkaladeliliğini unutup, kayıt altına almak istiyordu. Mustafa Kemal'in karakteri ise buna müsait değildi..." 

Bu  yazının  amacı   bilinmezlikler  içeren bu tartışma ve  geçimsizliğin  nedenlerini aramak değil,  boşanma  sonrası  Latife Hanımın  Gazi'ye karşı   tavrına dikkati çekmektir. Biz bu ayrılık sonrası durumu  Latife Hanımın bizzat  Gazi'ye yazdığı  iki  mektup üzerinden yorumlayacağız. Birisi  boşanmadan iki ay sonra yazılan 12  Ekim 1925 tarihli,   diğeri  de 22 Mart 1926 tarihli  olanıdır. (Bkz. M.Bardakçı, s. 177-181).  

LATİFE HANIMIN İLK  MEKTUBU

12 Ekim 1925/İzmir  

 ".... Büyük Reisim!, güzel Reisim!  Sana hissiyle, FİKRİYLE ve bütün mevcudiyetiyle, ebediyyen mağlup ve merbut(bağlı) bir aşık sıfatıyla, bütün geçtiğin yollarda, seni hatve hatve takip ettim. Ne ilahi adamsın... Hepimizin vazifesi hitabelerinin her kelimesini vatanın MÜDAFİİLERİ olacak genç nesillerin ta kalbine hakketmektir. 

"Güzel reisim! Bilirsin Türk çok asildir.Seçerek sever...Fakat sevdiğini fazla sever.Bu millet sana o kadar teslim olmuş, sana o kadar itimad etmiştir ki, en ufak bir hareketin dahi kendine,misal olarak kaydetmektedir.

Kıblemizsin...Büyük küçük, hep sana müteveccihiz...Bir zamanlar "HEDEFİMİZ Akdeniz..Düşmanı harim-i ismetinde boğacağız, ileri dedin ve orduların başında, misli görülmemiş bir süratle İzmir'e girdin. Hatırlıyor musun.Orada esir Türk kızı, kara zincirlere bağlanmış, ağlıyordu. Sen doğruca ona gittin. Onu istiklaline kavuşturduğun İzmir'in "zafer kızı" yaptın.
Fakat elindeki ayağındaki zincirleri çözen sen...Onun gönlünü müebbeden kilitledin.

Evet zafer sana aşıktır, büyük adam! Sen "zafer, zafer benimdir diyenindir" dersin. Kendine bu kuvvet ve kudreti bihakkın görecek bir dahiyi, saatler, günler değil, asırlar yaratır...Bugün de aziz reisim, yüksek deha tepesinden, "Hedef medeniyet...daima ileri diyorsun.

Muvaffak olacağına eminim. Zafer sana aşıktır. Fakat bu defa ki mücadele zamanladır.Zamanla çarpışmayı ise henüz  FİLİZLENMEYE   başlamış olan genç mefkurenin köklü bir ağaç olması temin edecektir. Bu da senin hayatın ve sıhhatinle kaimdir.

Paşam! Bütün millet senindir, senin olmayan yegane şey kendi hayatındır.Koca bir canlı kütle kıymetini takdir ettiği, senin o biricik hayatına bila kayd ü şart malik olabilmek için, kendini bila kayd ü şart sana teslim etmiştir.

(...) " İzmir'i, İzmirlileri bütün millet bir istihlas HEDEFİ  telakki etmiştir buyuruluyor.Bu halas güneşinin doğduğu gün, karşına genç bir Türk kızı olarak çıkma cesaretini evvela ben gösterdim. Bundan dolayı da çok mazrurum. Çünkü karşıladığım sensin.

Ne tarihte, ne dünyada, benim seninle yaşadığım mesud dakikaları hiçbir kadın yaşamamıştır. Bundan emin ol! Bugün merhamet dilenmek üzere yazmıyorum. Merhamet yok muhabbet vardır. Değil mi büyük reisim... İnsanlar ölür... Rabıtalar zahiren kırılır...Fakat yüksek hisler, eserler... Mezarlarda değil...kalplerde yaşarlar. Onlar ebedidir.

Büyük Gazi! Yaşa...varol! Canınla, başınla sevdiğin Türk Milleti, senin dinmek bilmeyen menba-ı dehandan kana kana içsin. Mefkuren iliklerine kadar işlesin, tamamen onun olsun.
Sensizliği kimsecik tatmasın.Fecidir...  Müsaade et. Çok sevdiğim, çok özlediğim bir itiyadımı tekrar edeyim. Mübarek elini öpeyim.Temiz ve açık alnıma götüreyim. LATİF'den." (Bkz. Bardakçı, s.177)

Boşanma olayından iki ay sonra  yazılan bu  mektup,    sanki hiç bir şey olmamış, olanlar unutulmuş gibi sıfırdan bir aşk ilanıdır.   Mustafa Kemal'i  en üst seviyeden  ve uzaktan  nutuklarını dinleyip gezilerini gözetleyen, merhamet dilenmeyip muhabbetini gösteren,   elini öpmek isteyen, onu adeta ilahlaştıran bir mektup..Kısaca buna pişmanlık mektubu diyebiliriz.    

LATİFE HANIMIN İKİNCİ MEKTUBU

İstanbul, 22 Mart 1926

Büyük reisim, kıymetli paşam,

Bilsen seni ne kadar özledim. Gözlerinden taşan mefkure nurunun kudretine, sıcaklığına ne kadar susadım.Cazip ve sihirli  sesine, insanların bütün benliğini gaşyedip (kendinden geçme), onların ruhunda en büyük milli heyecanı uyandıran, onları en müşkil HEDEFLERE sevketmeyi bilen o gür sese... Bilsen ne kadar muhtacım.

Sensizlik...Bu ne büyük mahrumiyet...Bu ne büyük bir felaket! Bunu ben bütün mevcudiyetimle yaşamaktayım...
Paşam!  Yanımdaki boşluk, en kuvvetli, en seciyeli insanların başını döndürecek kadar derin bir uçurumdur. Buna emin ol!Ben bu boşluktan tevahhuş ediyorum. Ona bakıyorum.Ruhum aç, halim perişan, uzaktan olsun yine sana bakıyorum.

İşte bugün, kendi ızdırabıyla, kendi elemiyle bağrı yanan, güzel İzmir'in zavallı kızı, senin mevkiinin,hayatının,varlığının ehemmiyet ve kudretini, bütün manasıyla hissetmektedir.
Güzel Paşam, nasılsın? Sıhhatin nasıl. Kendine bakıyor musun?Sana bakılıyor mu? Ah, seni bir defacık görebilsem müsterih olacağım.

Birgün takdir ettiğin, hürmet ettiğin ve onun için bir defacık olsun gözyaşı döktüğün ve hiç olmazsa bir saniyecik sevdiğin bir Türk kızı, İzmir'in zafer tarlasından kopardığın ve...kokladığın bir "Güzelceğiz vardır. O yalnız senindir.İstirham ederim! Onun güler yüzünü söndürdün.Onu evsiz barksız,hamisiz bıraktın...Dedikodu alemi denilen bir girdaba attın

Hiç olmazsa hatırasına hürmet ettir.Başaka devirlerden yadigar kalan kimselerin kadınlarını, çocuklarını himaye ederken onu, hakir ve zelil yaşatma! Çünkü... Her ne olsa, o daima senindir! İnsanların arzularını kendilerinden evvel anlayan ve ifade eden fevkalbeşer bir kuvvet ve kudrete maliksin!

Elemim ve ızdırabım derindir.Bana müsaade et...Çıkayım, bütün cihana şu hakikati söyleyeyim. "Benim mini mini kalbim bir mabettir. Orada bir ışık yanar.Ona Mustafa Kemal aşkı derler.Ben yalnız onunla ve onun için yaşayan bir mahlukum.Benim yolum yalnız onun göstereceği yoldur" diye bağırayım!

LATİF' den (Bkz. Bardakçı,s. 181)

Latife Hanımın ilk mektubu boşanmadan iki ay sonra, ikincisi de  altı ay sonra yazılmıştır.  Her iki mektupta kullanılan  sevgi yoğunluğundan  anlıyoruz ki, Latife   kalbini  paşasının yalnızlık mabedi yapmış, aşk derecesindeki kutsal bağlılığı  halen devam etmektedir.  Kendini  gene eskisi gibi koklanacak bir İzmir gülü  gibi sunarak, aşkının sönmediğini belirtiyor.  

Anlıyoruz ki,  Latife Hanım  her  iki mektubuna da paşasından   cevap alamamıştır. Bu iki mektubun duygusal yoğunluğu, hem kalbinin içinden hem onun yaptıkları üzerinden  Gazi Paşa'ya  tekrar yaklaşma fırsatı aramaktadır. İki mektuptaki yüceltici  hatta  ufuk verici  ifadeler,  daha sonra  Gazi hakkında yazılan BİYOGRAFİ kitaplarının  hiç birinde  kullanılmamış,  yüksek düzeyli,  zaman zaman ironiye  kayan pişmanlık satırlarıdır.   

Üzülecek nokta şurası ki,  bu satırlar ne kadar samimi ve  yüce duygular taşırsa taşısın,  Gazi  Paşa'yı yolundan çevirmeye yetmemiştir. Latife Hanım'ın gönül hissiyatını içeren  cümlelerin  Çankaya sakininin de kalbini  yaraladığı muhakkaktır. Ne var ki  Gazi Paşa, artık prensesi olmayan bir hayatın yoluna düşmeye kesin kararını vermiştir.  600 yıllık bir imparatorluğun bıraktığı sorunları ve  suikastler arasında  devrimlerini yapacak ve  tarihin kucağına  artık Latife'siz  gidecektir.  

Bu iki mektuptan cevap alamayan ve Paşasının  elini bile öpmenin   kısmet olmayacağını iyice anlayan Latife için, ezilmiş gururuyla  yalnızlığa çekilmekten başka çaresi  kalmamıştır. Dev bir adam karşısında  dönüşü olmayan bir yola girdiğini  artık farketmiş görünen Uşşakizade Köşkünün bu asil Hanımı, İzmir'in bu güzel kızı artık, talihsiz bir  öykünün yalnızlığına  sığınacaktır.

Murat Bardakçı'nın CBA Arşivinde bulup yayınladığı  bu iki mektup yanında  başka bir mektuba da İpek Çalışlar'ın Latife kitabında rastlarız.   29 Temmuz 1925 tarihli olup (Latife İzmir'e 22 temmuzda geldi)   baba ocağı İzmir'den   Yaver Salih Bozok'a yazılmıştır... Ona baba gibi sığınıp yardım beklemekte.  Bozok'a yazıldığı için de CBA'de  çıkmaması doğaldır. Bu mektup   arşivde  çıkan sonraki  iki mektuptan ve resmen boşandığı  tarihten (5 Ağustos) önce yazılmıştır.  Latife Hanım,  henüz soğumamış  görünen gerginliğin giderilmesine aracı olmasını istemekte. Boşanmanın  öfkesi geçmemiş olmalı ki, mektubun bir yerinde isim vermeden  gerginliğe sebep olan "kara ruhlu bir adamdan" söz edilir. İpek Çalışlar  bu  noktayı  okuyucunun hayal gücüne bırakmış...Ama ben bu cümleyi Paşa'nın üzerine yıkmıyorum. (Salih Bozok'un kendine  gönderilen bu mektuptan Paşayı haberdar edip etmediği meçhul görünse de,   iki tarafı iyi anlayıp paşayı haklı bulduğunu varsayabiliriz)    

İpek Çalışlar eğer Bardakçı'nın kitabındaki  iki mektubu görebilse, Latife  hakkında  belki başka   düşünebilir veya iki durum arasındaki paradoksu anlayabilirdi.  

Temiz bir aşkla başlayıp  göz yaşıyla  biten  bu hikayeyi  ve Latife'deki gurur ve asaleti,  diğer   ilişkilerden  bağımsız olarak görmek için,  yaşam  özelini de bilmek gerekir.  İzmir'in en varlıklı     Uşşakizade ailesinin  kızı olan Latife,   İngiltere'de okumuş, İngilizce, Fransızca, İtalyanca  öğrenmiş, Batıyı  tanıyan   bir Türk kızı  olarak  dönmüştü. İzmir'i  işgalden kurtaran Sarışın Paşayı sadece İzmir'in değil  vatanın kurtarıcısı  olarak görmüş,   o da halkın  sevgi seline kaptırarak  daha yüzünü bile görmeden  Paşamıza  vurulmuştu. Şimdi onun ceremesini çekiyordu.    

İstanbul'daki hayatını,   yüksek düzeyli FİKİR ve sanat çevresi içinde geçiren Latife Hanım,  zengin  bir ailenin   refahı içinde ama  yalnızlığın kucağında  ölecektir.  Polemikten kaçınarak   dışarısı için bir şey yazmamış, bilgi sızdırmamış, konuşmamıştır. Ancak anılarını içeren evrakının TTK'da olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda Türk romanının önemli isimlerinden Halit Ziya Bey (Uşaklıgil)  amcası oluyordu. Latifenin yetişmesinde etkisi ve emeği muhakkaktı. Mektuplarında görülen edebi üslubunu,   yorum ve analiz gücünü  belki de amcasına borçluydu. Varlığı söylenen anılarının açılması artık gerekmez mi? 

HÜKÜM: Bilinir ki,  dünyada hakkında en çok kitap yazılan liderlerin başında Atatürk gelir.  Aralarındaki geçimsizlik  karı koca ilişkisinden ziyade karakter uyumsuzluğu  olmalıdır. Dağ gibi  biriyle karşılaşmanın sonu bu olmuştur. Tüm olan bitenlere ve bu üç mektuba rağmen,   hüsranla biten bu temiz aşkı  biz,  gene de bir o kadar NECİP, bir o kadar ASİL  bir Türk kadınının  duyguları  diye selamlıyoruz.  Yüksek seviyeli kadınlık  gururu yanında küçücük bir merhamete  de ihtiyaç duyan  hüzün verici  bu   gönül  serüveni  karşısında insanın gözleri  yaşarıyor. Ben bu talihsizliğe ağlayıverdim.

Atatürk  öldüğünde Latife Hanım yalnız bir kadındı  tedavi amacıyla  yurt dışında bulunuyordu.  Gazi'nin cenaze törenini gazetelerden  izlemiş olmalıydı.  Bir türlü kavuşamadığı  Gazi Paşasının ölümü ardından 37 yıl daha yaşadı ve ömrünü İstanbul'da tamamladı (1898-1975). Şunu da anımsayalım ki, Cumhuriyetin ilanında o da Çankaya'daydı,   o kutsal gecenin nefesini  yüreğinde taşıyor olmalıydı. Tarihe nadir  bir evlilik hikayesi sunan bu talihsiz kadını  saygı ve rahmetle anıyorum...

Bize  bu yazıyı yazdıran  Murat Bardakçı'ya  teşekkürler.  Şahbaba'da olduğu gibi hanedan yazarlığı yapmamış, elinden geldiğince objektif kalabilmiştir.  
           OSK  / 26  NİSAN 2021

Önceki ve Sonraki Yazılar